Alacaceren Nezihe Meriç

Bengi
Anne ve Baba
Dede

Romanın odağı genelde Bengi'de olsa da, romanda Anne, Baba ve Dede de kayda değer rol oynar. 
 
Romanın merkezindeki karakter Bengi, anne ve babasının büyük kavgaları arasında büyümüş ve bu “geçimsizlikten” etkilenmiş bir karakter olarak karşımıza çıkar.  Anne ve babasının arasındaki gerilimi tüm şiddetiyle hisseden, bir çocuk için zaten zor olan bu koşulda küçük kardeşi Gün ile ilgilenmek zorunda kalan ve sonunda ailesi tarafından adeta terk edilen Bengi, dedesi tarafından büyütülür.
 
Bu durum, onu romanın başlarında ifade edildiği şekilde, içinde bir sıkıntı olan, “karanlık bir duygu” hisseden bir kişiye dönüştürür. Bu duyguları, ailesi kendisini terk ettikten yıllar sonra, kendisini ziyarete gelen annesi nedeniyle hissetmesi, geçmişinin onun üzerindeki etkisini de ortaya koyar.[1]
 
Anne ve babasının yokluğu nedeniyle küçük yaşta kendi başının çaresine bakmayı öğrenen Bengi, ailesinde paraya daha düşkün olan annesinden çok, hayattan keyif almayı seven, çok para kazanmayı önemli bir şey olarak değerlendirmeyen babasına benzer. [2]
 
Bengi’nin karakteri hakkında, “etraftaki insanların” söylediği şu sözler de özellikle kurgu açısından faydalı olabilir:
 
Bengi mi? Oooo, başka türlü bir çocuktur o. Bengi bir tanedir.[3]
 
Büyüdükçe edebiyatla ilgilenmeye başlayan ve bir roman yazmaya karar veren Bengi’nin, romandaki diğer “kurmaca seviyeleri” ile de çeşitli bağlantıları vardır. Bengi’nin yazdığı romanın ana karakteri olan Ayşe’nin de sık sık “başkalığı” ile öne çıkması, farklı kurmaca seviyelerindeki bu iki karakterin bir arada değerlendirilebilmesini mümkün kılar. Zira Bengi’nin, ana karakterini yaratırken kendisinden pek çok şey kattığı rahatlıkla görülebilmektedir.
 
Bengi’nin kendi yazdığı romanda, kendisinden izler taşıyan bir karakter kullanması normal görülebilir. Ancak Alacaceren’in anlatıcısı ile Bengi arasında da benzerlikler vardır:  Alacaceren’in “Anlatıcısı”, romana kendisinin Bengi olmadığını, ama “ona benzeyen çok yanı olduğunu” söyleyerek başlar.[4] Roman genelinde, anlatılanın ne kadarının kurmaca, ne kadarının “gerçek” olduğu ile ilgili sorular sık sık sorulur.[5] Tüm bunlar, Alacaceren’in anlatıcısı ile Bengi arasındaki benzerliklere de dikkat çekilmesini sağlar.
 
[1] s.10
[2] s. 10
[3] s. 12
[4] s. 7
[5] s. 28, s. 41

Romanın odağı genelde Bengi'de olsa da, romanda Anne, Baba ve Dede de kayda değer rol oynar. 
 
Romanın büyük bir bölümü, Anne ile Baba’nın karakterlerine odaklanır.
 
Anne’yle Baba arasındaki sorunların temeli, evliliklerinin aceleyle gerçekleşmesine ve bu iki insanın birbirinden tamamen farklı, hayattan başka beklentileri olan kişiler olmasına dayanır. Anne, pahalı kıyafetler, rahat bir hayat, konforlu bir yaşam tarzının hayalini kurarken; Baba insanlardan fazla hoşlanmayan, içki içerek sahil kenarında oturarak mutlu olabilecek, maddi hırsları olmayan bir adam olarak betimlenir.
 
Baba’nın kendi prensiplerine fazlasıyla bağlı bir mimar olması, onun bu meslekten çok para kazanmasını engeller.[1] Bu nedenle, iki çocuğuna bakmak için Anne de çalışmak zorunda kalır ve günlük hayatın yorgunluğu ile sınırlı bir gelir, annenin istediği hayat koşullarından uzak bir şekilde yaşamasına sebep olur.
 
Bengi’nin “yıllar sonra” hatırladığı gibi, o “mutsuz bir annenin ve içe dönük bir babanın çocuğu” olarak büyümüş ve bu nedenle çocukluk yılları oldukça mutsuz geçmiştir.[2]
 

Romanın tonu, çoğu zaman bu ilişkide Baba’yı daha olumlu bir karakter olarak gösterir. Bunun en iyi örnekleri, romanın belki de en “iyi” karakteri olan Dede’nin kendi kızıyla pek anlaşamaması, ama Baba ile iyi bir dostluğu olması ve romanın ana karakteri olan Bengi’nin babasına daha çok benzemesi olarak gösterilebilir. Buna karşın, roman içinde Anne’nin de aslında oldukça akıllı bir kadın olduğu, “bir yapı meselesi” olarak kendince “makbul” olan bir biçimde yaşamayı istediği belirtilir.[3]
 
Bu nedenle, Anne ile Baba arasındaki ilişki için söylenebilecek en nesnel şey, ikisinin aslında birlikte olmaması gereken, fakat bir şekilde evlenmiş ve bunun acısını çocukları üzerine yıkmış kişiler olduğu gerçeğidir.
 
[1] s. 22
[2] s. 20
[3] s. 27

Romanın odağı genelde Bengi'de olsa da, romanda Anne, Baba ve Dede de kayda değer rol oynar. 

Anne ve Baba’nın gergin ilişkisi ve bu ilişkinin çocuklar üzerinde yarattığı etkinin karşısında, romanın belki de en “iyi” karakteri olan Dede yerleştirilir. Yaşlılık yıllarında bile yakışıklı, iyi giyimli bir adam olarak betimlenen dede, “yaşı seksenini aşmış olmasına karşın çok genç” bir adamdır.[1]
 
Bu gençliğinin kaynaklarından biri olarak gösterilebilecek Bengi ve Gün, anne – babaları tarafından “ortada bırakıldıktan” sonra ismi Mahmut olan Dede’nin hayatının odak noktası haline gelirler. Gençlik yıllarında çok çapkın bir adam olan, iki kez evlenen Dede, kendi kızıyla, yani Anne’yle fazla ilgilenmemiş, onu gerçek anlamda tanımamıştır.[2]
 
Kızının kendi çocuklarını bırakması, onun için adeta ikinci bir çocuk yetiştirme şansı haline gelir. İlk anda “seksen yaşından sonra çocuk büyütme” görevi karşısında şaşıran Dede, onlara anlattıkları, öğrettikleri ve gösterdikleriyle Bengi ve Gün’ün sevgi dolu bir ortamda, mutlu bir şekilde büyümelerini sağlar. Üstelik, maddi olarak da onları güvence altına alarak, hayatlarının ilerleyen yıllarında rahat bir şekilde yaşayabilmelerinin önünü açar. Roman boyunca gösterdiği iyi niyet ve sevgi nedeniyle, Dede’nin romandaki en olumlu karakterlerin başında geldiği rahatlıkla söylenebilir.
 
Bununla birlikte, Dede’nin romanda bu ikinci şansı elde ettiği için “şanslı” olduğunun da altı çizilmelidir. Zira Bengi ve Gün’ün bakış açısından Dede son derece iyi niyetli biri olsa da, roman içinde onun kendi kızıyla bu kadar ilgilenmediği, bir anlamda, Anne ve Baba’nın Bengi ile Gün’ü yalnız bırakması gibi, onun da kendi kızını (Anne’yi) yalnız bırakmış olduğu ifade edilebilir.
 
[1] s. 7
[2] s. 59
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon