Alacaceren Nezihe Meriç

Zaman ve Mekan
Tema ve Toplumsal Eleştiriler
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu
 
Alacaceren, içinde geçtiği zaman ve mekana çok bağlı bir roman olarak değerlendirilemez. Romanın ilk sayfalarında, kentin “milyonlarca evden, apartmandan” kurulu olduğunun söylenmesi ve ilerleyen sayfalarda verilen bilgiler, eserin büyük çoğunluğunun büyük bir şehirde geçtiğini anlamamızı sağlar – ancak Bengi’nin oturduğu evin sokağı, “Mütercim Ali Rıza Bey Sokağı”, kurmaca bir sokaktır.
 
Zaman açısından da yazarın bize fazla detay verdiği söylenemez. Ancak çeşitli detaylar, kitabın büyük ölçüde yazıldığı dönemi yansıttığını gösterir. Örneğin, sekizinci sayfada, “her yer “şarküteri”, “kuaför”, “cafe”, “restoran”, “hotel” dolu olduğu gibi bilgiler verilir. Bu bilgiler, romanın günümüze yakın bir zaman diliminde geçtiğini anlamamızı mümkün kılar.
 
Bu “temel” çıkarımlara rağmen, romanda zaman ve mekan önemli değildir. Yazar hikayesinde ele aldığı karakterleri merkeze koyar, onların içinde yer aldığı zaman ve mekanı fazla ön plana çıkartmaz. 
 


Anne ile Baba arasındaki evlilik, modern evliliklere getirilmiş eleştirel bir bakış olarak okunabilir. 

Oldukça kısa bir roman olan Alacaceren, merkeze Bengi ve Gün’ün aileleriyle olan sıkıntılı ilişkilerini ve bu zorlu ortamda büyümelerini konu alır. Ancak kısa bir roman olmasına ve merkezde “toplumsal” olarak nitelendirilebilecek bir konu olmamasına karşın, hikaye içinde belli toplumsal eleştiriler de getirilir. 
 
Romanın merkezi teması, Anne ile Baba arasındaki “şiddetli geçimsiz” ilişkidir. İkisi de kötü insanlar olmamalarına karşın, hayattan çok farklı beklentileri olan bu iki karakterin mutlu bir evlilik yürütmesi, çocuklarını sağlıklı bir şekilde yetiştirmesi pek mümkün değildir.
 
Romanda bu konuyla ilgili çıkarılabilecek en nesnel sonuç, bu evliliğin aslında başından beri bir hata olduğudur. Birbirlerinden bu kadar farklı olan insanların aynı çatı altında yaşaması mümkün değildir: Nezihe Meriç, bu evliliğin gerçekleşmiş olma sebebini, annenin yaşadığı bir hayal kırıklığına bağlar. Baba’dan önceki nişanlısı, ailesinin isteğiyle Anne’ye göre daha zengin bir kızla evlenince, Anne de “cevabını” karşısına çıkan ilk kişiyle, Baba’yla evlenerek vermiştir.
 
Pek çok “gerçek” evlilik, ebeveynleri çocuklarını ortada bırakarak ayrılacak seviyeye getirmese de; maddi koşullar, kişisel bir garez ve ani bir kararla yapılan bu evlilik, modern ailelerin oluşumuna getirilmiş bir eleştiri olarak da okunabilir. 
 
Romanda biraz daha somut olarak getirilen toplumsal eleştirilerin pek çoğu, farklı görüşleri olan Baba ve Dede karakterleri üzerinden getirilir. Hem kurdukları cümlelerden, hem de doğrudan bu şekilde tanımlanmalarından politik görüşlerinin sola yakın olduğunu anladığımız bu karakterler[1], modern toplumun çeşitli boyutlarına karşı eleştiriler getirir. Şehirde inşa edilen korkunç binalar, burada dönen yolsuzluk, tamamen maddiyata yönelik bir hayat anlayışı, bu karakterler tarafından sık sık eleştirilir.
 
Öyle ki, Bengi’nin hayatındaki önemli “örnekler” olan bu kişiler, onun da hayatına benzer şekilde yaklaşmasına yol açar. Örneğin, romanın ilk sayfalarında, annesini uyurken izlediğinde, Bengi’nin ilk dikkat ettiği şey onun kendisine yakışmamasına rağmen sırf moda olduğu için taktığı takılar ve bu takıların yüksek ücretleri olur.
 
[1] s. 50
Romanın belki de en dikkat çekici toplumsal eleştirilerinden bir tanesi, doğrudan eserin “yazarı” tarafından yapılır. Bengi ve Gün’ün hikayesinin aslında yıllar önce yazılan ve çocuklar için hazırlanan bir ırmak romanın parçaları olarak düşünüldüğünü ifade eden yazar, bunları düzenli bir şekilde yayınlayamamasını, toplumsal baskılara ve sansüre bağlar.
 
Alacaceren’in genel tonundan da ayrılan bu son bölüm, romandaki en “direkt” toplumsal eleştiri olarak gösterilebilir.[1]
 
[1] s. 78
Alacaceren’in belki de en çok dikkat çeken boyutu, romanın postmodern kurgusudur.
 
Alacaceren, teknik olarak “bölümler” içermese de, yazar anlatısını Özet bölümü altında bulabileceğiniz Ana Hatlar sekmesinde sunduğumuz alt başlıklar üzerinden şekillendirir. Bu alt başlıklar, herhangi bir kronoloji ile sunulmaz, ancak temel anlatı “bölümlerinin” Bengi ve Gün’ün çocuklukları boyunca yaşadıkları farklı sabahlar olduğu söylenebilir. Yazar, bu farklı sabahları kullanarak, onların ailesinde yaşanan “sıradan” günlerin, nasıl şekillendiğini okuyucuya sunar. Bu da, doğrusal bir sırayla olay anlatmayı mümkün kılmasa da, yazarın Bengi ve Gün’ün hayatından belli sahneleri göstermesine imkan sağlar.
 
Romanı postmodern edebiyat içinde değerlendirmeyi sağlayan temel unsur ise, Nezihe Meriç’in üstkurmaca kavramıyla açıklanabilecek bir kurgu yapısı kullanmasıdır. Eserin ana karakterlerinden Bengi bir roman yazar ve bu romandan parçalar Alacaceren içinde okuyucuya aktarılır. Çoğu zaman yazarın anlık geçişleriyle sunulan bu roman, sistematik bir şekilde kullanılmaz: Bazı bölümlerin anlatının normal seyrini takip etmesi, bazı bölümlerin Bengi’nin romanından gelmesi gibi bir durum yoktur, yazar bu geçişleri anlatının ortasında, kısa cümlelerle yapar.[1]
 

 
Alacaceren’de kullanılan “roman içinde roman” yapısı.
 
Alacaceren’i yukarıda gördüğünüz basit şemanın ötesinde de, postmodern edebiyat sınırları içinde değerlendirmeyi mümkün kılan bazı sebepler bulunur. Bunlardan birincisi, romanın anlatıcısının sık sık “roman yazma” konusunda yorumlar yapmasıdır. Romanın son sayfalarında, 2000’li yıllarda bir romanın nasıl tanımlanması gerektiği sorusu, bunlardan bir tanesidir.[2] Bengi’nin yazdığı romanın içinde de, benzer sorular sorulur: Bengi belli noktalarda durup, “her aklına geleni yazmanın roman yazmak kabul edilip edilemeyeceğini” ve kendisinin “çok dağınık” yazıp yazmadığını sorgular.[3]
 
Bengi ve romanın anlatıcısının, benzer konularda benzer kafa karışıklıkları yaşamaları, romanın kurgusu açısından bir önemli noktayı daha gündeme getirir. Geleneksel romanların aksine, bu romanda anlatıya karışan, Bengi ve Gün’ü kişisel olarak tanıdığını belli eden, neredeyse bir karakter kadar çok kullanılan bir anlatıcı bulunur.
 
Kitabın başında, geleneksel romanlarda zaten bariz olması gereken bir şey yaparak, “kendisinin Bengi olmadığını, ama pek çok açıdan birbirlerine benzediklerini”[4] ifade eden anlatıcı, daha sonra bu konuda “kafa karıştıran” birkaç yorum daha yapar. Bunun en bariz örneği, şu alıntı olarak gösterilebilir:
 
Bu dede, daha doğrusu, Bengi’nin yazdığı romanla, benim yazdığım bu roman meselesi benim de kafamı karıştırmıyor değil. Defterlerden birinde dedeyle ilgili bir bölüm var. Onu, Bengi’nin dedesini ben yazacağıma göre, onun yazdığı dede kim oluyor peki? Bir de şu var. Bengi’nin yazış biçimi, sözcükleri benimkilere çok benziyor. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilemiyorum.[5]
 


Romanın alışılandan oldukça farklı kurgulanan yapısı, Alacaceren'i postmodern bir eser olarak tanımlamayı mümkün kılar.
 
Bengi ile kendi arasındaki benzerlikleri, anlatıcının da bu kadar net bir şekilde gündeme getirmesi, romanın kurmaca boyutunda farklı soru işaretleri yaratır. Anlatıcı ve Bengi aslında aynı kişi olabilir mi? Bengi’nin Ayşe’yi yaratması gibi, Anlatıcı kendi hayatına bir “maske” olarak Bengi’yi yaratmış olabilir mi? Bu durumda, romandaki kurmaca seviyesi bir basamak daha derine gider mi? Bunlar, romanın postmodern özellikleri arasında gösterilebilecek ek unsurlar olarak değerlendirilebilir.
 
Kurgusu kadar ön planda olmasa da, romanda kullanılan dilin de eser açısından oldukça önemli olduğu ifade edilebilir. Romanın genelinde akıcı, sade bir dil kullanan yazar, ana karakterlerinin iki çocuk olması nedeniyle, zaman zaman “çocuksu” bir anlatıya da kayar. Bunun belki de en güzel örneği, romandaki en önemli karakterlerden bazılarının isimleriyle değil, “Anne”, “Baba”, “Dede” şeklinde anılmasıdır.
 
Yazarın günlük hayattaki dil yapısına ne kadar önem verdiği, karakterler arasındaki diyalogları yazış şeklinden de anlaşılabilir. Roman içinde, açık bir şekilde “sesin ve konuşma biçiminin” kendisi için çok önemli olduğunu açıkça ifade eden yazar, bazı noktalarda imla kurallarını esnetmekten çekinmez. Örneğin, pek çoğumuzun günlük hayatta sık sık kullandığı “Ya” ifadesi, romanda söylenişine biraz daha uygun şekilde, “Yau” şeklinde yazılır.
 
Konuşma dilinin ses yapısını daha iyi yakalamaya çalışan bu kullanım ile, romanın anlatısına daha doğal bir hava katılmaya çalışıldığı söylenebilir.
 
[1] Örneğin, s.61
[2] s. 77
[3] s. 62 - 63
[4] s. 7
[5] s. 41
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon