Avare Yıllar Orhan Kemal

Zaman ve Mekan
Tema ve Toplumsal Eleştiriler
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu

 
Küçük Adamın Romanı serisinin bir önceki romanı Baba Evi’nin bıraktığı noktadan başlayan Avare Yıllar’da, zaman romanın gidişatı içinde açık bir şekilde belirtilmez. Buna karşın, romanda verilen bilgiler ve bir önceki kitabın tarihinden yola çıkılarak, aktarılan olayların 1930’larda, Adana ve İstanbul’da geçtiği söylenebilir.
 
Bir önceki romanın aksine okuyucuyu fazla sayıda bölge ve şehre götürmeyen Avare Yıllar, ağırlıklı olarak Adana’da geçer. Romanın ana karakterinin yakın arkadaşı Gazi ile birlikte İstanbul’a gittiği bölümler de, kitabın önemli bölümleri arasında yer alır. Romanda adı geçen önemli mekanları, yukarıdaki haritadan inceleyebilirsiniz.
 
Avare Yıllar, merkeze koyduğu isimsiz anlatıcının hayatına yoğunlaştığı için, zaman ve mekan ilk bakışta romanın en önemli ögeleri arasında değilmiş gibi gözükebilir. Ancak Orhan Kemal’in değindiği pek çok konunun ve getirdiği pek çok toplumsal eleştirinin, doğrudan kitabın içinde geçtiği dönemle alakalı olması da önemli bir detaydır. Yandaki sekmelerden de okuyabileceğiniz gibi; fabrikalardaki çalışma koşulları, fabrika kazaları, işçilerin hayatları ve benzeri konular, yazarın bu dönemdeki hayatı okuyucunun zihninde daha iyi bir şekilde canlandırmasını sağlar.
 
Orhan Kemal, belli noktalarda doğrudan araya girerek, hikayenin geçtiği yıllar ile ilgili önemli özellikleri okuyucuya hatırlatır. Bunun iyi bir örneği olarak, aşağıdaki bölüm gösterilebilir:
 
Okul, ekmekten önce gelemezdi. Omuzlarımdaki yükün gün geçtikçe ağır bastığını açık açık hissediyordum. Ortaokul diploması bana ne verecekti? Böyle bir belgeyi* aldığımızı varsayarsak bile, öbür taraftaki adamın oğluna kim, hangi dairede, ne cesaretle iş verebilirdi?[1]
 
(...)

* O yıllarda ortaokul diploması rahat iş bulabiliyordu.

Yazarın romanın içinde böyle bir dipnot vererek, düşünce akışını daha iyi bir şekilde açıklamaya çalışması, kitabın geçtiği 1930’lu yıllar ile, yazıldığı 1950’li yıllar arasındaki farklıar da değerlendirmeyi mümkün kılabilir. 

 
[1] s. 54
Orhan Kemal, Avare Yıllar’da kendi hayatından esinlenerek oluşturduğu bir hikayeyi anlatırken, romanın geçtiği dönem ile ilgili pek çok toplumsal eleştiri de yapar. Bunların tümünü burada tek tek incelmek mümkün olmasa da, romanda karşımıza çıkan bazı eleştiriler aşağıdaki başlıklar altında değerlendirilebilir. 
 
Romanın ilk bölümünde İstanbul’a gidebilmek için para biriktirmeye çalışan Anlatıcı, bu amaçla bir fabrikada dokuma tezgahında çalışır. Fabrikada işçi olarak çalışma macerası oldukça kısa sürse de, romanın sonunda yine fabrikada çalışan işçi bir kız ile evlenir.
 
Bu iki olay nedeniyle, Orhan Kemal romanda işçilerin durumunu, yaşadıkları zorlukları ve bir fabrikada çalışmanın sıkıntılarını kapsamlı olarak değerlendirir. Yukarıdaki şemada da görebileceğiniz gibi, bu eleştiriler oldukça geniş bir yelpazeden gelir.
 
Orhan Kemal, bir taraftan doğrudan ölüm – kalım[1] meselelerini aktarırken, diğer taraftan da işçilerin toplum içinde nasıl bir muamele gördüğünü okuyucuya gösterir. Örneğin, fabrikada yaşanan bir kaza sonucunda Arnavut Nuri’nin hayatını kaybetme noktasına gelmesi, insan hayatının kar peşinde koşan fabrika sahipleri tarafından nasıl değerlendirdiğini gösterirken[2], babaannesinin torunu “amelelik” yaptığı için utanç ve korku dolu bir çığlık atması, işçilerin toplumdaki konumunu ortaya koyar.[3]
 
 
[1] s. 19
[2] s. 16 - 20
[3] s.15
Romanın içeriğinde bu kavramla açıklanabilecek çok fazla olay olmadığından, Avare Yıllar’ın siyasi bir roman olduğu söylenemez. Bununla birlikte, kitabın kurgusu siyasi meseleler düşünülmeden gerçekleşebilecek bir kurgu değildir: Anlatıcı’nın babası siyasete atılıp yurt dışında sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmasa, Avare Yıllar’da anlatılan hiçbir olayın gerçekleşmesi de mümkün olmayacaktır.
 
Serinin ilk kitabında fazla dikkat çekilmeyen bu önemli detay, bu romanda yaşı ilerlemiş olan Anlatıcı tarafından gündeme getirilir. Anlatıcı, babasının siyasi faaliyetlerini daha çok kendilerini düşürdüğü durum nezdinde değerlendirse de, belli noktalarda babasını haklı gördüğünü – ya da en azından, onun inandığı doğrular konusunda bir şeyler yapmasını anlayışla karşıladığını gösterir.
 
Aşağıdaki alıntı, bu konuyla ilgili yapılmış üstü kapalı bir yorum olarak görülebilir:
 
Çünkü onlar, babamın el için kendine zarar verişini bir nevi ahmaklık sayıyorlardı. Halbuki kendileri… Dünyaya bir defa gelmişlerdi, iyi giyinecek, iyi ve bol bol yiyecek, gezecek, tozacaklardı. Niçin gezip tozulamadığıyla ilgilileri yoktu. Onlara lazım olan, değirmenlerinin düzenli dönmesiydi. Suyu nerden gelirse gelsin…[1]
 
Babasının, etrafındaki insanlar için kendisini tehlikeye atması, başkalarının da iyi bir şekilde yaşaması için mücadele ederken kendi yaşam standartlarını kaybetmesi, ancak etrafındaki insanların bunu bir “ahmaklık” olarak görmesi, insanların bu konulara yaklaşımı ile ilgili bir eleştiri olarak görülebilir.[2]
 
[1] s. 54-55
[2] s. 54, s.55
Baba Evi’ndeki sürgün yıllarından sonra büyük bir yoksulluk içinde yaşamaya başlayan Anlatıcı’nın bu romanda da en sık vurguladığı tema yoksulluk olur. Aşağıdaki alıntı, yoksulluğun yalnızca maddi anlamda değil, psikolojik olarak yarattığı etkiyi de en iyi gösteren noktalardan bir tanesidir:
 
"Sirkeniz de mi yok?"

"Evet, sirkemiz de yok! Evimiz, barkımız, tarla, apartman, otomobilimiz değil, sirkemiz bile yok!"

(...)

Nesine lazımmış babamın siyaset? Her koyun kendi bacağından asılırmış. El için kendine zarar vereceğine, yakıp çubuğunu rahatına baksaymış...
[1]
 
Roman boyunca, Anlatıcı evlerindeki zor durumu, geçim sıkıntısını ve benzer konuları sık sık dile getirir. Özellikle Gazi ile İstanbul’a gittikleri sayfalarda açlık sınırında yaşayan, bir süre Beykoz’da bir loktantada yaşamalarına karşın paraları olmadığı için burada bile yemek yiyemeyen iki arkadaş, yoksulluğun nasıl bir şey olduğunu okuyucunun kafasında net bir şekilde canlandırır.
 
Yoksulluğun psikolojik etkileri gibi, arkadaşlar arasındaki ilişkileri nasıl etkilediği, insanların parasızlık nedeniyle birbirlerine nasıl kötülükler yaptığı da romanda gösterilir. Gazi ve Anlatıcı’yı Adana’dan tanıyan, mahallede onların futbol kulübünün kaptanlığını yapan Yirmialtılık Mehmet’in, arkadaşlarının eşyalarını satarak para kazanmaya çalışması, bunun iyi bir örneğidir.
 
Bu davranışı, Mehmet’i Anlatıcı ve Gazi gözünde oldukça kötü bir insana çevirse de, bu karakterin – yaptıkları ortaya çıkmadan söylediği – cümleler, onun nasıl bir yokluk içinde hareket ettiğini de ortaya koyar:
 
“Benim hakkımda kötü düşünmeyin olmaz mı?” dedi. “N’olursunuz fena düşünmeyin. Ben de nihayet…”[2]
 
[1] s. 52
[2] s. 39
 
Avare Yıllar, bir kitap serisine dahil olması gerçeği dışında, klasik bir roman yapısında ilerler. Romanın başlangıcı, serinin bir önceki halkası Baba Evi’nin sonuyla yakından ilişkili olduğu için, Avare Yıllar’da tam anlamıyla bir Serim – Düğüm – Çözüm yapısı olduğu söylenemez. Zaten romanın ilk cümlesi bile, belli açılardan bu durumu ortaya koyar:
 
Yorgi, amcasının kızıyla evlenip, kepekçi dükkanını kapadıktan sonra, mahalle futbol kulübümüz dağıldı. Gazi’yle başka bir kulübe geçtik, tabii Hasan Hüseyin de…”[1]
 
Bu cümleler, romanın başlangıç noktasında okuyucunun “mahalle futbol kulübü” ile ilgili temel bilgilere sahip olduğunu, Yorgi, Hasan Hüseyin ve Gazi’nin kim olduğunu bildiğini varsayar.


Avare Yıllar, Orhan Kemal'in Küçük Adamın Romanı serisinin ikinci kitabıdır.
 
Buna karşın, romanın genel ilerleyişi tamamen doğrusal ve klasik yapıya uygun şekildedir. Yirmi üç kısa bölümden oluşan yaklaşık yüz sayfalık kitap, merkezdeki isimsiz anlatıcının gözünden, bu anlatıcının gençlik yıllarını konu alır. Kitabın son sayfalarında evlenen Anlatıcı’nın evlilik yılları ile ilgili bir bilgi verilmemesi nedeniyle, Avare Yıllar da serinin daha sonraki romanlarına bağlansa da, kitabın yine de kendi içinde mantıklı bir sona ulaştığı söylenebilir.
 
Orhan Kemal, kitap boyunca akıcı ve sade bir dil kullanır. Bu noktada, romanı okurken kafa karıştırıcı olabilecek önemli unsurlardan bir tanesinin Baba Evi’ni okumamak olduğu söylenebilir. Zira ilk cümleden de bir ölçüde anlaşılacağı gibi, Orhan Kemal belli noktalarda daha önceden yaşananlara gönderme yapar.
 
Açlığı gene iliklerimizde duymaya başladığımız günlerden bir gün, Aksaray’da muhallebicinin önünde Kasafan Cemal’e rastlamayalım mı? Hani şu, pul parasıyla ayran içen Kasafan Cemal’e…[2]
 
Bu cümle, Baba Evi’nin son sayfalarında anlatılan bir hikayeye doğrudan gönderme yapar. Bu romanın son bölümlerinde Adana’ya dönen Anlatıcı, katıldığı futbol takımıyla az miktarda para veya yemek karşılığında maçlar yapar. Böyle bir maç organize etmek için civardaki takımlardan birine mektup göndermesi gereken Kasafan Cemal, kendisine pul alması için veirilen parayla ayran içince, rakip takımın maçtan haberi olmaz ve Anlatıcı’nın takımı ceplerinde hiç para olmadan gittikleri kasabada mahsur kalır.
 
Her ne kadar bu gönderme Baba Evi’ni okumadan anlaşılamayacak olsa da, Kasafan Cemal’in kim olduğunu anlamanın, Avare Yıllar’ı kendi içinde anlamak için çok gerekli bir bilgi olmadığı da söylenebilir.
 
[1] s. 7
[2] s. 31
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon