Aylak Adam Yusuf Atılgan

C.
Ayşe
Güler
B.

Aylak Adam, baştan sona ana karakter C.’ye yoğunlaşan bir eser olarak tanımlanabilir. Yazarın kullandığı edebi teknikler, okuyucuya hem C.’nin iç dünyasını gösterir, hem de ona yakın insanların gözünden, ona farklı bir bakış açısıyla yaklaşır.
 
Tam ismi roman boyunca okuyucuyla paylaşılmayan C., maddi açıdan rahat olan, bu nedenle çalışmasına gerek olmayan, toplumdan ve toplumun değer yargılarından uzak yaşamayı tercih eden bir adamdır.
 
Romanın neredeyse tamamı bu konuyla ilgili olduğu için, C.’nin karakterinin farklı boyutlarını çeşitli alt maddelere ayırmadan incelemek neredeyse olanaksızdır. Ancak onunla ilgili bazı temel bilgiler, bu alt maddelere geçmeden verilebilir.
 
C., etrafındaki insanlar tarafından asla çalışmayacak bir adam olarak sunulur. Romanın ikinci bölümünde, sanat atölyesine bir süre uğramadığını söyleyen arkadaşları, onun neden gelmediğine dair teoriler ürettiklerini açıklarlar.
 
Bir süre önce dayak yediği terzileri aralıksız olarak dövüyor olması ilk, otomobil kazasında ölmüş olması ikinci “akla yatkın” fikir olarak görülürken, C.’nin “tutup bir işe girmiş olması”, en olmayacak ihtimal olarak tanımlanır.1
 
C.’nin hayatta yapacak bir şeyi olmaması, onu aşağıda detaylı olarak okuyabileceğiniz uğraşlara yönlendirir. Ancak hayatında “sıkıntı” ve ilerleyen bölümlerde tanımlandığı şekilde bir tutamak arayışı, romanın merkezindeki konuların başındadır. Öyle ki, aynı sanat atölyesine, gece kimse oradan yokken giren ve daha sonra bir polis tarafından sorgulanan C., kendi kendisine “Keşke polis kuşkulanıp karakola götürseydi beni. Değişik bir gece olurdu,” diyecek kadar “sıkıcı” bir hayat sürmektedir.2
 
Toplumun değerlerini kabul etmeyen, insanların yaşayış şekillerini, biraz da tepeden bakarak, fazla sıradan ve anlamsız bulan, zorunda olmadığı sürece insanlarla konuşmak istemeyen3 C.’nin, romanda bahsedilen her şeyin merkezinde olduğu söylenebilir. Bu nedenle, aşağıdaki maddeleri hem C.’yi daha iyi “anlamak”, hem de romanın tema ve toplumsal eleştirilerini daha yakından görmek için kullanabilirsiniz. 
 
Romanın isminden de anlaşılacağı gibi, C.’nin “aylaklığı” kitapta önemli bir rol oynar. Aylaklığını çoğu zaman gururla duyuran ve bunu “zor bir iş” olarak tanımlayan C., hayatı boyunca herhangi bir işte çalışmamış, herhangi bir şey üretmemiştir.
 
Bu kavramla ilgili dikkat edilmesi gereken bir nokta, Yusuf Atılgan’ın C.’yi “boş” bir adam olarak değil, “aylak” bir adam olarak kurgulamasıdır. Arka Plan bölümünde daha detaylı okuyabileceğiniz gibi, C.’nin bir karakter olarak var olabilmesi için, onun aslında iyi eğitimli, kültürlü, aydın bir kişi olması gerekir. Bu özellikler olmadan, onun toplumun değer yargılarını sorgulayabilmesi, herkesin kabul ettiği doğrulara karşı çıkabilmesi mümkün değildir.
 
Roman boyunca sahip olduğu uğraşlar, C.’nin bu durumunu açıkça ortaya koyar. Günlerini bir sanat atölyesinde geçiren, resimlerle ilgilenen C., evinin kapısını kapamadığını ve hırsız girebileceğini düşündüğünde yalnızca kitaplarını düşünecek bir kişi olarak gösterilir:
 
“Hırsız girse bile kitapları çalmazdı. Ötekiler umurunda değildi.”1

Benzer şekilde, Kadıköy İskelesi’nde kitabını okurken, şehrin en gürültülü yerinde olduğu, denizin üstünün bile dolu olduğu, ama onun okumaya başlayınca hiçbir şeyi duymadığı belirtilir.2
 
Fethi Naci, romanın eleştirisinde, Yusuf Atılgan’ın kullandığı Aylak Adam profilinin, “avareliği sevimli gösteriyor (…), çalışmaya, aileye akıl dışı nedenlerden saldırıyor (…), aylaklığı bir yaşama biçimi olarak övüyor” şeklinde eleştirilebileceğini, ancak bu romanda önemli olanın bunlar olmadığını söyler.3 Ona göre, romandaki bu yabancılaşmış aydın portresi, “çalışmak istemeyen, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü” gören bir adamın mutluluk için “boşa” kürek çekişinden ibarettir. 4
Dipnotlar

s. 37
2  s. 61
Naci, Fethi. Yüz Yılın 100 Türk Romanı. İş Bankası Yayınları, 2. Baskı. s. 354 - 355)
Naci, Fethi. Yüz Yılın 100 Türk Romanı. İş Bankası Yayınları, 2. Baskı. s. 354 - 355)

 
Roman boyunca, C.’nin kadınlar ile yaşadığı ilişkiler hikayenin merkezinde yer alır. Ayşe ve Güler ile yaşanan ilişkiler romanın en önemli boyutları arasında yer aldığı gibi, romanın başlangıcından önce öptüğü Rum kızı, Amerikalı Laura, Sacide ve sokakta gördüğü kadınlarla yaşadığı kısa süreli ilişikler de, C.’nin kadınlara olan “düşkünlüğünü” gözler önüne serer.
 
Burada “düşkünlük” kelimesini tırnak içinde kullanmamızın temel sebebi, C.’nin kadınlara yaklaşımının roman içinde de aynı kavramla açıklanmasıdır. Arka Plan bilgilerinde detaylı olarak okuyabileceğiniz “Lüzumsuz Adam” portresine uygun bir şekilde, kadınlarla kurduğu anlamsız ve yüzeysel ilişkiler, C.’nin kendisini sıkan hayattaki temel kaçışlardan bir tanesi olarak yorumlanabilir.
 
Özellikle Ayşe’ye babası ile olan anılarını anlattığında, C.’nin aslında kadınlara karşı olan bu düşkünlüğünden bir ölçüde utandığı, çünkü bu tavrın kendisine babasından geçtiğini hissettiği de görülebilir.1 Bunun C. için neden bir utanç kaynağı olduğunu, en alttaki bölümden okuyabilirsiniz.
 
C.’nin kadınlara karşı bu yaklaşımını karmaşık hale getiren unsurlardan bir tanesi, kadınlara karşı yüzeysel ve geçici ilgisinin haricinde, hayatındaki en merkezi arayışı da yine bir “kadın” üzerine kurmasıdır.
 
Roman boyunca aşamadığı bir sıkıntı çeken, hayatını adayacak bir şey bulamayan ve sürekli olarak bir arayış içinde resmedilen C., romanın ilerleyen bölümlerinde aradığı şeyin “gerçek sevgi” olduğunu açıkça dile getirir.
 
Bunu ilk olarak, İlkyaz bölümünde Güler ile ilişkisi sırasında söyleyen C., romanın sonunda arkadaşı Sadık’a  “toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü” gördüğü günden beri, gülünç olmayan tek tutamağı, “gerçek sevgiyi” aradığını ifade eder.C., aradığı kadını, “birbirlerine yetecek, onunla birlik düşünen, duyan, seven bir kadın” şeklinde tanımlar ve bu kadının B. olduğunun ima edilmesi dışında, romanda aranan aşk hakkında çok kapsamlı bilgiler verilmez.
 
Buna karşın, Güler ve Ayşe ile yaşadığı ilişkilerde “eksik” olan şeylerin değerlendirilmesi, C.’nin aradığı aşkın insana başka her türlü gerçeği unutturacak, birbirlerine yeten, birbiri için yaratılmış iki insanın arasında yaşanabilecek bir aşk olduğu anlaşılabilir. Güler’in hayalini kurduğu “üç oda, bir mutfak, iki çocuk” düşüncesiyle ortak bir yanı olmayan ve Ayşe’nin “aşkını” da samimi bulmayan bu arayışın boyutunu, Alıntılar bölümündeki üçüncü örnekten daha iyi okuyabilirsiniz. 
 
Dipnotlar

 s. 126
2  s. 153


 
Bir önceki bölümden hatırlayacağınız gibi, kendisini “toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü” gören bir karakter olarak tanımlayan C., romanda bu eleştirilerin altını da doldurur.
 
Romanda dile getirilen toplumsal eleştirilerin başında, insanlar üzerinde yaratılan anlamsız ve sert beklentiler gelir.
 
C.; insanların toplum baskısı altında, sürekli bir şeylerden korkarak yaşamasını1, sokakta gülmek gibi basit ve masum bir davranışın bile sertçe yargılanmasını2, büyük şehrin insanları belli ölçüler içinde davranmaya zorlamasınıeleştirir.
 
Bunların yanı sıra, hayatta yapabileceği işlerin, - ne kadar farklı yapmaya çalışırsa çalışsın-sonuçta aynı şeyleri tekrar tekrar yapmaktan ibaret olacağının da farkındadır. “Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamak” istemeyen C., toplumun belirlediği alışkanlık ve rahatlık düzenine uyum sağlamaktan adeta korkarcasına kaçar.
 
Romanın gidişatında rol oynayan bazı özel toplumsal eleştiriler, aşağıdaki bölümden okunabilir. 
 
Her türlü alışkanlık ve rutinden, adeta kaçarcasına uzaklaşması, C.’nin karakterinin temel unsurlarından biri olarak gösterilebilir. Bu, belki toplumsal bir eleştiri olarak görülemeyecek olsa da, C.’nin topluma yaklaşımı ile ilgili önemli ipuçları veren ve roman genelinde tekrarlanan bir temadır.
 
Bu konuda, karakterin pek çoğumuza “anlamsız” gelebilecek bazı davranışları, iyi örnekler olarak gösterilebilir.
 
C., romanın 40. Sayfasında tatlıcıda bir kadınla tanışır. Onun sık sık burnunu çekişini “kadınsı” bulduğu için onunla birlikte olmaya başlar, ancak üç gün süren bu ilişki, C.’nin onu “sık sık burnunu çekiyor diye” bırakması ile sonuçlanır.
 
İlerleyen sayfalarda, C. düzenli olarak geldiği bir kahvede, sipariş vermeden çay getirildiği için bozulur. Ne içeceğinin artık önceden bilinmesi, bu kahvenin bir “müşterisi” haline gelmesi, onun için kabul edilemeyecek bir şeydir ve C. bir daha bu kahveye gelmemeye karar verir.1
 
Aynı şekilde, Güler ile ilişkisi başladığında, sürekli aynı pastaneye gelmeleri ve burada kendilerine ait bir yerleri olması, “alışmaktan korktuğu için” onu rahatsız eder.2
 
C.’nin bu tuhaflıklarını, toplumsal bir eleştiri olarak değerlendirmeyi mümkün kılan ve roman tarafından oluşturulan kavramlardan bir tanesi, “eli paketliler” kavramıdır.
 
C., romanın başından itibaren sürekli aynı hayatı yaşayan, sabah evden çıkan, işe giden, eve dönerken ellerinde paketlerle bir şeyler getiren insanlardan nefret eder.Bunlardan birine dönüşme ve onlar gibi sıradan, rutinlere dayalı hayatlar yaşama korkusu, onun “Aylak Adam”lığının temelindeki unsurlardan bir tanesidir. 
   
Dipnotlar

 s. 59
2  s. 72
s. 72, s. 78


 

Dipnotlar

1 s. 15
2 s. 18
3 s. 64
C.’nin karakterini oluşturan temel unsurlardan bir diğeri, onun babasıyla olan ilişkisidir. Yusuf Atılgan, C. ile “komisyoncu” olan babası arasındaki ilişkiyi, açık şekilde Freudyen bir rekabet olarak kurgular.
 
Bunun “açık bir şekilde” kurgulanması, durumu anlamak için roman dışında hiçbir kaynağa ve analize ihtiyaç duyulmamasıdır. C., kendisi hakkında sakladığı şeyleri Ayşe’ye anlatırken, “Önce babamı anlatmam gerek (…) Bende gördüğün her şey babamda başlar.” der.1
 
Annesini bir yaşındayken kaybeden C., Zehra Teyzesi tarafından büyütülür. Kendisini sık sık döven, çok belirli kriterler içinde yetiştirmek isteyen babası ile, Zehra Teyzesi arasında, C.’nin daha sonradan farkına vardığı romantik bir ilişki vardır. Bu durum, Yusuf Atılgan’ın Zehra Teyze, C. ve C.’nin babası arasında tipik bir Oedipus Kompleksi şablonu yaratmasını mümkün kılar.
 
C.’nin Zehra Teyzesi’ne karşı, büyük bir sevgiyle birlikte belli bir cinsel arzu da hissettiği, romanın sonunda kendisine onu hatırlatan şaşı hayat kadınını evine götürmesi ile somut şekilde okuyucuya sunulmuş olur. Babasının diğer kadınlarla sürekli olarak ilgilenmesini kabullenen C., onu Zehra Teyzesi ile birlikte görünce babasına saldırır ve babasından yediği dayak sonucunda kulağı yırtılır.
 
Romanın başından beri devam eden kulağını kaşıma motifini de açıklayan bu durum, C.’nin babasından tamamen uzak bir halde büyümesini sağlar. Ondan sürekli olarak dayak yemek, bu durumu kötüleştireceği yerde, C.’yi “babasını sevmeme azabından kurtardığı” için onu mutlu eden bir olay halini alır.2
 
Tüm bunların sonucunda, C.’yi romanda gördüğümüz “Aylak Adam”a dönüştüren şey, babasının temsil ettiği her şeye karşı duyduğu büyük bir nefretle başlar. 126. Sayfada yer alan “Babam adamsa ben olmayacaktım.” cümlesi, bir anlamda bu durumun göstergesidir. 
     
Dipnotlar

 s. 125
2  s. 126
 

Dipnotlar

s. 14
2  s. 39 
s. 54 - 55


Güler, Ayşe ve B.'yi bu bölümde ele alsak da, bunların hiçbiri romanda C. kadar büyük bir rol oynamaz. 

Romanda C. ile ilişki yaşayan kadınlardan en önemlisi Ayşe’dir. Daha önceden C. ile birlikte olan, fakat ondan ayrılan Ayşe, İstanbul’un yazlık bölgelerinde bir kez daha karşılaştıklarında yeniden onunla birlikte olur.
 
Bu ilişki tekrar başladıktan sonra, C. ve Ayşe keyifli bir süreç geçirirler. Hatta, C. Ayşe ile ilişkisi sayesinde oldukça kalabalık bir grupla birlikte yemek yemeye, eve gelmeden eli paketlilerden birine dönüşüp düzenli olarak üzüm almaya bile başlar.
 
Bir ressam olan Ayşe, hayatında belli bir amacı olan bir sanatçı profiliyle, C. için Güler’e göre daha uygun bir kişiymiş gibi gözükür. Ancak, özellikle “Yaz” bölümünde onun günlüğünden okuduğumuz sayfalar, Ayşe’nin C’nin toplumdan, ailelerden, sosyal baskılardan uzaklığını paylaşmadığını gösterir.
 
Aralarındaki bu yaklaşım farkı, Ayşe’nin kafasında sürekli olarak C. tarafından terk edilme korkusunun bulunmasına yol açar. C.’nin babası ile ilgili anılarını onunla paylaşabilmesi, Ayşe ile C. arasındaki ilişkinin basit ve yüzeysel bir ilişki olmadığını kanıtlayan bir olaydır. Ancak bu paylaşımdan sonra ilişkinin gerginleşmesi ve Ayşe’nin ayrılık kararından sonra C.’nin rahatlaması, onun aradığı gerçek sevgilinin Ayşe de olmadığını gösterir. 
 


Güler, Ayşe ve B.'yi bu bölümde ele alsak da, bunların hiçbiri romanda C. kadar büyük bir rol oynamaz.
   


 
Romanın ikinci bölümü “İlkyaz”da önemli rol oynayan Güler, C.’nin bu aylardaki sevgilisi olarak karşımıza çıkar. Fiziksel olarak güzel, koyu mavi gözlü bir kız olan Güler ile, C. arasında mutlu bir ilişki vardır. Ancak bir üniversite öğrencisi olan Güler’in gelecek ile ilgili hayalleri, C.’nin hayalleriyle uyuşmaz.
 
Güler’in hayattan beklentisi, “üç oda, bir mutfak, sevdiği adam, biri kız biri oğlan iki çocuk”tan ibarettir.1 C.’nin hayat anlayışına göre olabilecek en korkunç hayal bu olsa da, ilişkinin ilk günlerinde C. Güler’in kendisini eli paketlilerden biri yapmak istemesine aldırmaz.2 Ancak ikili arasındaki yaklaşım farkı, uzun süreli bir ilişki kurmalarını engelleyecek düzeydedir.
 
Yusuf Atılgan, B.’ye yazdığı mektuplar vesilesiyle Güler’in C. ile ilişkisini kendi gözünden de anlatır. Bu mektuplardan birinde, Güler, C.’nin hayat tarzını kesinlikle anlamadığını ortaya koyan cümleler kurar:
 
“Nasıl olur da bir insan, küçük bir evi, bir eşi, iki çocuğu olsun istemez?”3
 
Bunlardan başka bir hayali olmaması, ailesinin ve toplumun kendisinden beklediklerine karşı çıkamaması ve C. ile tamamen farklı bakış açılarına sahip olması, Güler’i C.’nin aslında “karşı olduğu” bir insan profiline, dahil eder. Bu nedenle, ilişkilerinin uzun sürmemesi de, aslında rahatlıkla anlaşılabilecek bir durumdur. 
 
Dipnotlar

1 s. 72
2 s. 72
3 s. 80

 


Güler, Ayşe ve B.'yi bu bölümde ele alsak da, bunların hiçbiri romanda C. kadar büyük bir rol oynamaz.
 
Romanda görece az karşımıza çıkan bir karakter olan B., pek çok açıdan C.’nin kadın hali, onun roman boyunca aradığı “gerçek sevgi”yi paylaşabileceği birisidir.
 
B.’nin romanda ilk gözüktüğü sahne olan Taksim’de yola tükürme sahnesi, daha sonra kendi bakış açısından bir kez daha anlatılır. B.’nin Erhan adlı bir adamla yaşadıkları ve onun sıradan soruları karşısında iğrenerek yanından ayrıldığı an, bu karakterin belli açılardan C.’ye yakınlığını ortaya koyar.
 
B.’yi daha iyi anlamamızı sağlayan temel olay Güler ile arkadaşlığı olur. Güler, 80. Sayfadaki mektubunda, B.’ye şu cümleleri yazar:
 
“Nasıl olur da bir insan, küçük bir evi, bir eşi, iki çocuğu olsun istemez? Ah, buldum işte: Bu bakımdan o da sana benziyor. Sen “Yetmez bunlar!” demez miydin?”
 
Bu cümleler, C.’nin daha önceden sıradan insanlara uymak ve onlar gibi yaşamak konusunda söyledikleriyle büyük ölçüde paraleldir.1
 
Romanın gidişatı içinde, B.’nin C.’nin aradığı kişi olduğu yazar tarafından da ima edilir. İki karakterin isimlerinin sunuluş şeklinin benzerliği, bu durumu okuyucuya bir nebze gösterdiği gibi, romanın anlatıcısının yaptığı şu yorum da, C. ile B. arasındaki bu “gerçekleşemeyen” ilişkiyi gösterir niteliktedir:
 
(…) Köşede bir an durdu. Sonra devetüyünün arkasından gitti. Her şey o bir anlık duruşta olup bitmişti. Gene yanıldı. Açık mavili B. İdi. Onun arkasından gitseydi hikaye bitecekti. Ama o Güler’le gitti. (…) 2
 
Romanın sonunda, C.’nin B.’yi bir kez daha görmesi, bu sefer onun aradığı kişi olduğunu anlaması ve ikilinin yine de “kavuşamaması,” romanın birbiri için yaratılmış gibi gözüken bu iki karaktere karşı ironik yaklaşımının son örneği olarak gösterilebilir.
 
Elbette, romanın bize vermekle yetindiği bilgilerin çok az olması nedeniyle, bu olası ilişkide de Ayşe ve Güler’le yaşananlardan farklı bir şey getireceğini veya C.’nin B. İle “anlamlı” bir ilişki kurmasının kesin bir bilgi olduğu da söylenemez. 
 
Dipnotlar

1 s. 41
2 s. 50
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon