Aylak Adam Yusuf Atılgan

Zaman ve Mekan
Temalar
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu
Aylak Adam için zaman ve mekan, fazla önemli olmayan ancak gerekli bir arka plan olarak tanımlanabilir.
 
Roman, sık sık tekrarlanan semt adlarından rahatlıkla anlaşılabileceği gibi İstanbul’da, 1950’li yıllarda geçer.1 Romanın ana karakteri C.’nin evi, uğradığı meyhaneler ve yazın gittiği yerler açıkça belirtilir ve bunlar romanın gidişatı içinde yer tutar.
 
Bu mekanların, özellikle 1950’li yıllardan bugüne değişen şeyleri görmek açısından, önemli unsurlar olduğu söylenebilir. Örneğin, C.’nin günümüzde şehir merkezi denebilecek bölgeler olan Caddebostan ve Suadiye gibi semtlere, denize girilecek, bisikletle gezilecek yazlık yerler olarak gitmesi pek çok okur için ilgi çekici olacaktır.
 

Romanda zamanın önemli bir kullanımı, eserin dört ana bölümünün mevsimler üzerinden isimlendirilmiş olmasıdır. Yazar, “Kış” bölümüyle başladığı hikayesini, “İlkyaz”, “Yaz” ve “Güz”den oluşacak şekilde, dört kısım halinde sunar.
 
Bu detaylar haricinde, romanda zaman ve mekanın belirleyici bir rol oynadığı söylenemez. Romanda anlatılan konuların çoğu, bir insan olarak C.’nin yapısı üzerine kuruludur, ve dönemin koşulları romanda fazla dile getirilmez.
 
Elbette, yukarıda da belirtildiği gibi, 1950’li yıllarda İstanbul’un böyle bir hikayeyi anlatmayı mümkün kılacak bir zaman ve mekan tercihi olduğu da unutulmamalıdır. C.’nin yaşadığı sorunlar içinde bulundukları zaman ve mekana bağımlı olmasa da, böyle bir karakterin ancak modern bir toplumda, büyük bir şehir kurgusu içinde yaratılabileceği gerçeği, önemli bir detaydır.
 
Bu şehrin, özel olarak İstanbul olması gerekmese de, C. gibi bir karakter türü, modern bir büyük şehir haricinde herhangi bir mekanda anlamlı şekilde kurgulanamaz. 
 
Dipnotlar

s. 106

 
C.
 
Roman, neredeyse tamamen ana karakter C. etrafında kurgulandığı için, konu alınan tema ve toplumsal analizlerin pek çoğu C.’nin bakış açısından değerlendirilir.
 
Daha sağlıklı bir değerlendirme için, Aylak Adam’a özel olarak tema ve toplumsal eleştirileri romana ismini veren karakter etrafında inceliyoruz. Bunları okumak için, Önemli Karakterler bölümünden C. sekmesine göz atabilirsiniz.
 
Büyük ölçüde C.’den bağımsız, hatta belli açılardan, C.’ye rağmen getirilen bir toplumsal eleştiri için, aşağıdaki bölüme göz atabilirsiniz.
 
Yandaki sekmeden daha detaylı okuyabileceğiniz gibi, romanın odak noktasındaki karakter C. olsa da, anlatıcısı C. değildir. İlginç bir anlatıcı yapısı kullanan Yusuf Atılgan, zaman zaman C.’nin düşünce ve yorumlarıyla çelişen bir anlatıcı kullanır. Romanın belli bölümlerinde, onun “dışarıdan” nasıl gözüktüğünü göstermek için başka karakterlerin yazdıkları da okuyucuya sunulur.
 
Bu “başka karakterlerin” ortak noktası, hepsinin kadın olmasıdır. Ayşe, Güler ve - tek bölüm olsa da - B.’nin bakış açısından okuyucuya sunulan kısımların varlığı, romanın “kadın” bakış açısını da yansıtmaya çalıştığını açık bir şekilde ortaya koyar.
 
Bu anlatıcılar, sık sık 1950’li yıllarda, toplumda kadın olmanın çeşitli zorluklarını ortaya koyarlar. Kadınların; laf atılma, toplum baskısı altında yaşama, hatta tecavüze uğrama tehdidi altında yaşamalarının belki de en güzel örneği, C. de yanındayken iki adamın Güler’e saldırmaya yeltenmesidir.
 
Güler, yalnızca sahilde oturup kitap okuduğunda bile başına gelenleri şu şekilde yorumlar:
 
(…) Bazen elimde bir kitap bir sıraya otururum. Ama rahat bırakmazlar. Ne çok delikanlı vardır burda (sic) bilseniz. Laf atarlar. O zaman insana dünyada en kötü şey kadın yaratılmakmış gibi gelir. 1
 
Bu eleştirilerin bir anlamda C.’ye rağmen yapıldığını ifade etmemizin bir sebebi, zaman zaman romanın anlatıcısının C. ile çelişmesidir. Kadınlara olan düşkünlüğünü Önemli Karakterler bölümünden okuyabileceğiniz C., yaz aylarını geçirdiği pansiyonda Semra adlı genç bir kızın sürekli kendisi ile ilgilenmesini, “kadının erkeğe hizmetten hoşlanma içgüdüsü” olarak yorumlar.2
 
C.’nin düşüncesi daha sunulmadan devreye giren anlatıcı ise, “Onun bu olayı kabaca, erkekçe, bilgisizce bir açıklamayla” değerlendirdiğini söyler. (s. 110) Dolayısıyla, C.’nin bir anlamda cinsiyetçi yaklaşımlara sahip olduğu, fakat bu yaklaşımın romanın anlatıcısı tarafından paylaşılmadığı rahatlıkla söylenebilir.3
 
Dipnotlar

s.63
s. 110
s. 110

 
Aylak Adam romanının en dikkate değer özelliklerinden bir tanesi, romanın biçim açısından oldukça farklı ve deneysel bir yöntem denediği gerçeğidir. Yusuf Atılgan, romanını dört ana bölüm ve bunların alt bölümleri olarak kurgular. Aşağı yukarı bir yıllık süreyi konu alan eser, “Kış” – “İlkyaz” – “Yaz” ve “Güz” bölümlerinden oluşur.
 
Bu bölümlerin hepsinin, farklı yapıları ve farklı amaçları vardır. Yazar, odak noktasına yerleştirdiği C.’yi daha kapsamlı bir şekilde değerlendirebilmek için, onu farklı bakış açılarından, farklı anlatıcılar kullanarak değerlendirir. Bunların bir listesini aşağıdaki tablodan okuyabilirsiniz. 

  Tablodan da görebileceğiniz gibi, romanın odağındaki temel karakter C.’dir. Yusuf Atılgan, bilinç akışı tekniğini kullanarak, C.’yi yalnızca odak noktasına koymaz, aynı zamanda bu karakterin iç dünyasını olabildiğince net bir şekilde okuyucuya sunmuş olur. Bilinç Akışı tekniğinin detayları hakkında daha fazla bilgiyi, ilgili yazı ve videomuzdan alabileceğiniz gibi, Aylak Adam’dan gelen aşağıdaki alıntıya da göz atabilirsiniz:
 
Sol ayağını her basamağa atışında paltosunun sol cebindeki şarap şişesi “klik” diye bir ses çıkarıyordu. Cepte unutulmuş bir gümüş lira olacaktı (…) karşı kapının aralığında duran bir kadın onu görünce çekildi. Kadın yarı çıplakmış gibi geldi ona, oysa giyinik olduğunu apaçık görmüştü. Yalnız baldırları çıplaktı. Akpak, dolgun. ”Ayak seslerini duyunca aralamış kapıyı. Kocasını bekliyor bu.” Klik! “Başkası olamaz mı? Ya evli değilse.” Klik! “Öyleyse geleceğim deyip gelmeyen birisidir beklediği.” Az sonra “Vefasız diye başlayan bir mektubun önüne oturur”. Klik!1
 
Ayşe ve Güler gibi karakterlerin yazdıkları vasıtasıyla bize ulaştırılanlar ise, C.’nin yalnızca “iç dünyasını” değil, onun gibi tuhaf ve farklı bir adamın çevresindeki insanlar tarafından nasıl görüldüğünü de görebilmemizi sağlar.
 
Bu kurgu yapısı ve kullanılan bilinç akışı tekniği, romanın biçim açısından geleneksel romanlara göre daha deneysel bir yapıda olması anlamına gelir. Fakat, bunlar dışında yazarın temiz, akıcı bir Türkçe kullanması, çoğu durumda fiilleri konuşma dilinde kullanıldığı gibi yazması, kitabın dil ve üslup açısından rahat okunmasını sağlar.
 
Roman boyunca farklı anlatı yöntemlerinin yanı sıra, başta C.’nin sürekli kulağını kaşıması gibi motifler de kullanan yazar, bu motiflere anlam veren pek çok şeyi, romanın son bölümlerinde, C.’nin Ayşe’ye çocukluğunu ve babası ile arasındaki ilişkiyi anlatmasıyla açıklar.
 
Bu nedenle, romandaki belli noktaların geri dönülüp  tekrar okunması faydalı olabilir.
 
Romanın kurgusu ile ilgili enteresan noktalardan bir tanesi, Yusuf Atılgan’ın kullandığı anlatıcı ve bu anlatıcının zaman zaman kendini ifade ettiği parantezlerdir. Yusuf Atılgan, C.’ye odaklanan bölümlerde bilinç akışı tekniği kullanıp, bu karakterin iç dünyasını okuyucuya mümkün olduğunca açık bir şekilde sunmaya çalışsa da, birinci şahıs değil, üçüncü şahıs anlatıcı kullanır.
 
Bu durum, romanın merkezindeki C. lle, romanın anlatıcısının aynı kişi olmadığı anlamına gelir. Zaten romanın anlatıcısı, belli noktalarda parantez içinde kendi kendisini de ifade eder.
 
Örneğin, Güler’in B.’ye yazdığı mektuplardan oluşan bölümlerde, Güler bazen C. ile yaşadıkları konusunda yalan söyler: 70. Sayfada, C’nin kendisini arabada öptüğünü söylemesi, bu yalanlardan bir tanesidir. Mektup normal şekilde devam ederken anlatıcı araya girer, ve "(Bunun yalan olduğunu biliyoruz. Neden yazdı acaba bunu?)"1 şeklinde bir yorum yapar. Benzer bir durum, Güler’in sonraki mektubunda da karşımıza çıkacaktır.2
 
Romanın ilerleyen noktalarında, C. ile Anlatıcının doğrudan birbirlerine karşıt olduğu bile görülebilir. Pansiyonda yemek yerken, on altı yaşındaki Semra’nın kendisine sürekli yardımcı olmasını, “kadının erkeğe hizmetten hoşlanma içgüdüsü” olarak tanımlayan C., anlatıcı tarafından “kabaca, erkekçe ve bilgisizce” bir yorum yaptığı için eleştirilir.3 Bir sonraki sayfada, Anlatıcı yine parantez içinde C. ile dalga geçer:
 
“((…) Yok “kadının erkeğe hizmetten hoşlanma içgüdüsü”ymüş!” Bir de kalkar, kadınları tanıdığından söz eder.)4
 
Anlatıcı ile C.’nin birbirinden farklı, hatta birbirine karşı bile gelebilen ögeler olarak değerlendirmesi, ilginç bir durum olsa da, belli bir anlatı tekniği olarak değerlendirilebilir. Fakat, bu parantez içindeki kullanımlar konusunda bir tutarsızlık olduğu da belirtilmelidir.
 
Yukarıda örneklenen durumlarda, parantez içinde konuşan kişi, bariz şekilde C.’den farklı, ve hatta ona karşı çıkan biridir. Oysa, 29. Sayfada, parantezler çok daha farklı şekilde kullanılır. C.’nin ilgisizce avukat ile konuşması sırasında, avukatın “İşte anlaşmamızı dinlediniz.” cümlesi, hemen “(Neyi dinledik?”) gibi bir ifade tarafından takip edilir.  Burada parantez içindeki “düşünce”, C.’den başka birisini değil, onun bilinç akışının bir uzantısını ifade ediyor gibidir.
 
Bu “farklı” anlatıcı kullanma yöntemi, romanın deneysel kullanımlarından bir başkası olarak görülebilir. Romanı eleştirisinde Fethi Naci ise, bunu bir “zayıflık” olarak yorumlar ve parantez içinde sunulan bu açıklamaların, “Atılgan gibi romanın her cümlesi üzerinde düşündüğü belli olan bir yazara yakışmadığını” ifade eder.5
Dipnotlar

s. 70
s. 81
3 s. 110
s. 111
5 Naci, Fethi. Yüz Yılın 100 Türk Romanı. İş Bankası Yayınları, 2. Baskı. s. 353
 
 

Dipnotlar

s. 36
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon