Hep O Şarkı Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Zaman ve Mekan
 
Osmanlı Devleti’nde "Üst Sınıflar"
Münire ve Cemil
 
Dil, Kurgu ve Roman Tekniği
 
Toplumsal Eleştiriler


Romanda ismi geçen önemli yerlerden bazıları, yukarıdaki haritada işaretlenmiştir. 
 
Roman, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, İstanbul’da geçer ve İstanbul’un varlıklı paşa ailelerini konu alır.
 
Romanda zaman son derece net bir şekilde, bazen belli sonuçlara ulaşmamızı sağlayacak şekilde, bazen de doğrudan verilen tarihlerle net şekilde anlaşılabilir.
 
Romanın ana karakteri ve “yazarı” Münire, üç padişah devri gördüğünü, bir tanesini de yirmi yıldır yaşamakta olduğunu, doğumunun rahmetli Sultan Abdülmecit’in onuncu Cülus şenliğine denk geldiğini söyler (s.15). Buradan yapacağımız basit hesaplarla, romandaki karakterlerin yaşları ve olayların geçtiği dönem rahatlıkla tespit edilebilir.
 
Abdülmecit, tahta 1839’da çıktığına göre, Münire 1849 yılında doğmuş olmalıdır. Abdülmecit’ten sonra Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamit devirlerini yaşamıştır. Dördüncü padişahın yirminci yılını yaşamakta olduğuna göre, romanını yazdığı sırada sene 1896, kendisi de kırk yedi yaşında olmalıdır. Otuz ikinci sayfada, bu satırları 1310 yılında yazdığını belirtir, ki bu romanın kendi içinde verilen bilgiye göre Hicri 1892, Rumi 1894 yıllarına denk gelir. Bu durumda, ya Abdülhamit’in devrinde “yirmi sene” henüz yaşamamıştır, ya da romanın belli bölümlerini farklı zamanlarda kaleme almıştır.
 
Bu ufak “çelişki” bir yana, romanın 1800’lerin son yıllarında yazıldığı, romandaki olayların da aşağı yukarı bu dönemde geçtiği rahatlıkla anlaşılmaktadır.
 
Osmanlı Devleti’nin bu devirde yaşadığı pek çok çalkantı, romanda kendisine yer bulur. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, 93 Harbi’nde (1876) Rusların İstanbul sınırları içine Ayestefanos’a (Bugünkü Yeşilköy’e) kadar ilerlemesi, hep romanda gündeme gelen ve Münire’nin hayatını etkileyen faktörlerdir. Ancak romanda bu olaylar ve etkileri fazla detaylı bir şekilde işlenmez. Dönemin ve mekanın roman üzerinde etkisi olsa da, bu etki Cemil Bey ile Münire Hanım’ın birbirleri üzerinde sahip olduğu kişisel etki kadar detaylı bir şekilde incelenmez.
 
Romandaki mekanlar da, tamamen İstanbul’da, soylu ailelerin kaldığı yerlerle sınırlıdır.
 
Dönemin Paşalarının adeti olduğu üzere, Münire ve ailesi kışın bir konakta, yazın da deniz kenarındaki yalılarında yaşarlar. Münire yazları Emirgan’daki yalısında ve halasının Kanlıca’daki evinde geçirir. Halasıyla birlikte yaşamaya başladığında, yazları Kanlıca’da, kışları ise Fazlıpaşa’da kalmaya başlar.
 
Romanda “soylu ailelerin” kendilerine yakışan yerler dışında bahsi geçen en önemli yer, halasının etrafındakilerin dedikodularına karşın gitmeye devam ettiği Sütlüce bölgesidir. Romanın sonunda, Şahende Hanım’ın buradaki Bektaşi tarikatına üye olduğu ve bu bölgeye bu yüzden sürekli gittiği anlaşılır.
 
Romanda adı geçen yerler, sayfanın başındaki haritadan daha net olarak görülebilir.

 
Hep O Şarkı’nın ana karakterlerinin tamamı İstanbul’un soylu kesiminden, Osmanlı Devleti’nin en ileri gelen ailelerinden gelir. Cemil ve Münire’nin babaları Faik ve Hakkı Paşalar, doğrudan padişah ile konuşacak kadar yüksek konumlarda bulunurlar. Rüknettin Bey’in babası Naif Molla ise romanın başlarında Osmanlı Devleti’nin en önemli makamlarından birine, şeyhülislamlığa getirilir.
 
Dolayısıyla, kitapta konu alınan ailelerin tamamı, Osmanlı’da hanedan ailesinden sonra gelen en üst zümreden kişilerdir.
 
Bu durum, romandaki karakterlerin maddi durumları, eğlence anlayışları ve sosyal çevreleri açısından pek çok olumlu unsur yaratır. Ancak bu “soylu” ve “göz önünde” ailelere mensup olmaları, özellikle Münire’nin ve Cemil’in hayatında oldukça kötü sonuçlara da yol açar.
 
Bu ailelerin güç ve makam sahibi kişiler olmaları, evlenebilecekleri kişilerin de yine bu kesimden gelmelerini gerektirir. Bu evlilikler çoğu zaman iki aile arasında çıkar ilişkileri olarak planlanır, “aşk” ikinci planda kalır.
 
Örneğin, Ruknettin Bey ile evliliği babası tarafından ayarlanan ve sevmediği halde onunla evlenmek zorunda bırakılan Münire, babasının bu evliliği Molla Naif’in şeyhülislam olacağını bildiği için yaptığı fikrini düşünür.1 Daha sonra bu fikri kafasından uzaklaştırsa da, aklında böyle bir şüphe olması bile bu aileler arasında olası ilişkileri net bir şekilde ortaya koyar.
 
Bu konuda çok daha somut bir örnek Cemil’in başına gelenlerdir. Hakkı Paşa’nın oğlu olan ve Osmanlı “sosyetesi” içinde tanınan Cemil, bir sultan tarafından beğenilir, ancak Münire’ye olan aşkından dolayı evlenme isteğine karşı çıkar. Ancak, bu sultanla evlenmesi Padişah tarafından emredildiği ve kendisi bu emre karşı geldiği için, sürgüne gönderilir ve “gerçek aşk”ını da kaybetmiş olur.2
 
Rüknettin Munire’yi aldattıktan, hatta başka bir kadını hamile bıraktıktan sonra boşanma konularının uzaması da bu konuyla alakalıdır. Aralarında neredeyse hiçbir şey olmamasına ve boşanma isteği son derece meşru olmasına rağmen, bu evlilik padişahın bilgisi dahilinde yapıldığı ve masraflarının hazineden karşılandığı için, bu ilişkinin resmi bir şekilde sonlanması da güçleşir.3
                                                                                                  
Aynı şekilde, Osmanlı Devleti’nin en üst yöneticileriyle bu kadar yakın olmaları, bu aileleri politik durumlara fazlasıyla bağımlı hale getirir. Yakın oldukları padişahların tahttan indirilmesi, savaşların çıkması, politik durumun değişmesi, onlar üzerinde de ciddi etkilere sahip olur. Bu koşulların değişmesi ile, prestijli, zengin ailelerin durumu da bir anda değişip, tamamen farklı noktalara gelebilir.
 
Nüfuzlu ailelere mensup olmanın bir etkisi de, karakterlerin dünya görüşünün buna göre şekillenmesidir. Romanı kendi bakış açısından anlatan Münire’de bile, bu durumun çeşitli etkileri görülebilir. Örneğin, Ruknettin ile mutsuz bir evliliği olan Münire, Rüknettin’in soylu bir aileden gelen babası için son derece pozitif yorumlar yaparken, halktan gelen kaynanasından hoşlanmaz.
 
Görgü, incelik ve kibarlık gibi açılardan, önüne iki – üç sahan yemek alıp, bunları azar azar yiyen Naim Molla ile önüne tepsiler yığılıp uyuyakalana kadar yemek yiyen karısını karşılaştırır. Kaynanasını sevmemesinin tek nedeni bu olmasa da, farklı sosyal kökenlerden gelmeleri önemli bir neden olarak sunulabilir, zira Münire, kaynanasının geldiği sosyal sınıfı (“çarşı esnafından zengin bir adamın yetim kızı”) açıkça vurgular.4

1s. 45
2s.128
3s. 45
4s. 49

 
Hep O Şarkı’da, ilk bakışta dikkat çeken iki temel unsur vardır. Bunlardan bir tanesi, romanın diğer Yakup Kadri romanlarına göre taşıdığı üslup farkları, diğeri ise Münire ve Cemil arasındaki aşktır. Teknik ve üslup özellikleri bir tarafa bırakılırsa, romanın baştan sona “Münire ve Cemil’in mutsuz aşkını” konu aldığı söylenebilir. Romanın ismi “Hep O Şarkı” da, Cemil Bey’in yıllar önce Münire için söylediği; her söylendiğinde onların aşkını daha da güçlendiren, aşklarının sembolü haline gelen şarkıdan gelir.
 
Yan yana yaşadıkları yalılarda, henüz çocukluk yıllarında başlayan bu aşk, gençlik yıllarında resmileşmeyen bir ilişkiye dönüşür, ancak hayatlarının en önemli unsuru haline gelmesi, Münire’nin evliliğinden sonra olur.
 
Münire evlendikten sonra onu göremeyen Cemil Bey, acısını alkolle, türlü maceralarla, hatta intiharla bastırmayı dener, ama başarılı olamayıp çözümü Münire ile gizli gizli buluşmakta bulur.1 Romanın sonunda, kesin olarak ayrıldıkları belli olduktan sonra Münire de intihar etmeyi düşünür, ancak Cemil Bey’i dünya gözüyle son bir kez görme umudu, onu hayata bağlamaya yeterli olur.2 Yıllar sonra Cemil Bey’in kendisi ile aynı saz dinletisinde olduğunu, hatta “kendi şarkılarını” söylediğini duyunca, aradan geçen zamana rağmen dayanamayıp baygınlık geçirir.3
 
Ancak, Cemil Bey ile son görüşmeleri hep hayal kırıklığı içinde geçer. Yılların fazlasıyla yıprattığı Cemil Bey’i görünce, artık onun hatırasını, anısını bile sevemeyecek hale gelir, hayatının tek olumlu yanı olan bu hayali de kaybeder. Cemil Bey ise evlenip çoluk çocuğa karışmış, farklı bir adam haline gelmiştir; oğullarını Galatasaray Lisesi’ne yazdırmaya çalışan, maddi sorunlarla boğuşan Cemil Bey, Münire Hanım’la yalnızca bir kere içten şekilde konuşmaya çalışır, bu çabası da yarıda kesilir. Şahende Hanım’a sürekli olarak yazdığı mektuplarda, Münire Hanım’a yalnızca resmi ve soğuk bir dille selam gönderir.4
 
Böylece, büyük bir aşk olarak başlayan, hatta iki karakteri birbirine bağlayan bu aşk, hayatın koşulları nedeniyle hayallerde bile yaşayamayacak kadar mutsuz bir sonla tamamlanmış olur.

1s.69
2s.134
3s.160
4s.171
Hep O Şarkı’da dikkat çeken en önemli unsur, romanın farklı bir tarzda, çeşitli yenilikçi teknikler kullanılarak yazılmış olmasıdır. Bu durum, daha ilk cümleden belli edilir:
 
“Meğer roman yazmak ne güç bir işmiş!”
 
Yakup Kadri, bir üstkurmaca tekniği kullanarak kitabını, roman yazmaya çalışan bir insanın roman denemesi olarak kurgular. Roman çerçevesine göre, olayların ana karakteri olan Münire, yalnızca bir karakter değil, aynı zamanda okuduğumuz şeyleri yazan kişinin ta kendisidir.1
 
Bu, romanın “birinci şahıs anlatıcı” ağzından yazılmış olması anlamına gelmez. Geleneksel romanlar, ya üçüncü şahıs anlatıcı ile (Münire geldi, gitti, şunu yaptı, şöyle hissetti vs.) ya da birinci şahıs anlatıcı ile yazılır (Geldim, gittim, şunu yaptım, şöyle hissettim, vs.). Buradaki durumda ise, anlatıcı birinci şahıs olmasına karşın, geleneksel anlamda bir “anlatı” yaratmamakta, bilinçli ve somut bir şekilde, oturup bir roman yazmaya çalışmaktadır.

 
Üstelik, romanını yazarken okuyucuya doğrudan ilham aldığı yazarlardan, okuduğu romanlardan, romanların kendisi üzerinde sahip olduğu etkilerden de sık sık bahsetmektedir. Yeri geldiğinde, kendi eserini de bunlarla karşılaştırır, bunlardan ne gibi farkları olduğunu sorgular.2
 
Yakup Kadri, bu deneysel üslubunu ilerleyen sayfalarda da sürdürür. Çok okumasına karşın, roman yazma konusunda “acemi” olan Münire, hikayesinin yazıp beğenmediği kısımlarını da okuyucuya aktarır,3 okurun okumakta olduğu satırları yazmanın ne derece önemli olduğunu, yaşadıkları olayların bir roman olarak yazılmaya değer olup olmadığını tartışır.
 
Romanı yazan Münire, “acemi bir yazar” olduğu için zaman zaman gayri ihtiyari olarak “bilinç akışı” şeklinde nitelendirebileceğimiz bir üsluba doğru kayar. Daha açık bir deyişle, “yazar” hikayeyi aklına geldiği gibi, olaydan olaya atlayarak, aklına ne geldiyse kaleme alarak oluşturur. Ancak, yapmak istediği şey bu değildir: Özellikle ilk bölümlerde sık sık kendisini durdurur, henüz bu olayları anlatmak istemediğini belirtir ve asıl akışına geri döner. Örneğin, çocukluklarında Cemil Bey’le körebe oynamalarını anlatırken, başka bir konuya geçip, sonra “hatasını” fark eder.
 
Her neyse; sırası gelince belki bu maceradan da daha uzun bahsederim. Şimdi tekrar körebe hikayesine gelelim. Evet; bu halde Sıdıka  ile Cemil Bey’in fıstık ağacı dibindeki halleri bana neden o kadar büyük bir ayıp gibi göründüydü?4
 
Kırk beşinci sayfada ise, yazar adeta kendi kendine sinirlenerek konuşur:
 
“Lakin, bütün bunlardan bahsetmenin şimdi sırası mı? Hey acemi romancı: hikayenin sonunda söyleyeceğin  şeyleri gene başa aldın. Hele dur: şu cehennem dediğin Nafi Mollaların konağında neler gördün, neler geçirdin onları anlatmağa başla bakalım (…)5
 
Bu doğrultuda, on bölümden oluşan romanın bölümleri de doğrusal bir şekilde ilerlemez. Zaman genellikle kronolojik ve ileriye doğru aksa da, “yazar” sık sık anılarını birbirinin üstüne binecek şekilde anlatır, hatta zaman zaman romanı yazdığı dönemden eski olaylar ile ilgili bakış açısını bildirir.
 
Hep O Şarkı’nın, kendi anılarını anlatan bir karakter tarafından yazılıyor olması, zaman zaman romanda iki farklı Münire profili görmemize yol açar. Bir taraftan kendi yaşadıklarını, hissettiklerini anlatan anlatıcı, diğer taraftan yaşının verdiği olgunlukla bu durumlara karşı nasıl tepki vereceğini belirtmekte, örneğin, belli konularda kendi kendisini ayıplamaktadır.

1s.11
2s. 53
3s. 13
4s. 19

5s.45
Yakup Kadri’nin romanlarındaki genel mantığın aksine, Hep O Şarkı’da toplumsal konulara görece daha az değinilir. Romanın temel “konusu” Münire ile Cemil Bey arasındaki aşk, yazarın temel ilgi alanı ise romanın teknik özellikleri ve deneysel kurgusudur.
 
Bu açıdan, romanda toplumsal konulara fazla değinilmez, pek çok önemli tarihi olayın sözü geçse de, bunlar Cemil Bey ve Münire’nin aşkına verilen yirmi beş senelik ara içinde hızlıca geçiştirilir. Zaten, Yakup Kadri’nin 1950’li yıllarda bir roman yazıp, kurgu zamanını 1840 – 1890 arası olarak belirlemesi, birinci önceliği ve niyetinin toplumsal konulara değinmek olmadığını da gösterir niteliktedir.
 
Buna karşın, yazar belli noktalarda toplumsal konulara elbette değinir, hatta önceki çalışmalarına da çeşitli göndermeler yapar. Meşhur Kiralık Konak romanının açılışında, konağın sahibi Naim Efendi’nin rahatsızlıkla karşıladığı “redingot devri”, bu romanın sonuna denk gelir. Kendisi de bir konak ailesinde büyüyen, bir paşa kızı olan Münire, bu yenilikleri hoşnutsuzlukla karşılar:
 
Zaten, az zaman içinde İstanbul öylesine değişmiş, öyle bambaşka bir şehir olmuştu ki, annemle ben eski halimizde kalsaydık bile buna ayak uydurmağa imkan bulamıyacaktık. (…) Beyleri, paşaları redingot denilen çifte düğmeli, arkadan cepli setreleriyle kapımızdaki ağalardan, uşaklardan ayırt etmek mümkün olmuyor (…)1
 


Yakup Kadri, Kiralık Konak'ın başında getirdiği "redingot devri" eleştirilerini, bu romanın da sonunda getirir.

Bir toplumsal gözlem, hatta eleştiri de, romanın sonunda Şahende Hanım’ın Bektaşilik tarikatına üye olmasıyla ortaya çıkar. Cemil Bey’den ayrıldıktan sonra büyük bir boşluğun içine düşmüş olan Münire, halasıyla birlikte bir toplantıya katılır, ancak aklında kalan iki mısra:
 
Uzak sanıp bağırma
O sendedir çağırma
 
olunca, bu durumda tarikatlara, ayinlere ne gerek olduğunu sorgular.

1s. 142
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon