Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali

Zaman / Mekan
Kurgu
Temalar
Anlatı Üslubu ve Dil Kullanımı


 
Kürk Mantolu Madonna, 1920’li ve 1930’lu yıllarda, Berlin ve Ankara’da geçer, fakat romanın ana hikayesinin büyük kısmı Almanya’da yer almaktadır. Roman neredeyse tamamen Raif Efendi ile Maria Puder arasındaki aşka yoğunlaştığından, zaman ve mekan roman üzerinde fazla etki sahibi değildir. Fakat Sabahattin Ali, hikayesinin içinde geçtiği yer ve dönemin çeşitli özelliklerini kullanır. Raif Efendi’nin Almanya’ya gitmesi buna güzel bir örnek olarak gösterilebilir: I. Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya’da, paranın değeri ciddi bir kayıp yaşamaktadır ve Raif Efendi’nin babası, oğlunun Berlin’de eğitim alması ile İstanbul’da eğitim alması arasında fazla bir fark olmadığını fark eder. Raif Efendi’nin Almanya’ya gidip, Maria Puder ile tanışmasına vesile olan süreç bu durum sayesinde başlar.
 
Raif Efendi Almanya’ya gittiğinde de savaşın etkilerini görmeye devam eder. Kaldığı pansiyondaki zengin ailelerden tüccarlara, pansiyon sahibinden odaları temizleyen hizmetçilere kadar herkes savaşın etkilerinden, bir kurtarıcı ihtiyacından ve siyasetten bahsetmektedir. Bu durum bir süre sonra Raif Efendi’yi yorar ve o da zamanını onlarla sohbet etmek yerine odasında kitap okuyarak geçirmeye başlar.
 
Raif Efendi’nin Almanya’da bulunmasının kendisi için pozitif sonuçlarından bir tanesi, Türkiye’de geçirdiği çocukluk yıllarından beri meraklı olduğu sanat ve edebiyatı daha yakından görme fırsatı olur. Avrupa’da edebiyatı güncel olarak takip edebildiği gibi, Berlin’de düzenli olarak müze ve galerilere gider ve Maria Puder’i de ilk olarak böyle bir galeride görür.

 
Kürk Mantolu Madonna, roman kurgusu açısından farklı bir yapıya sahiptir. Romanın ilk kırk beş sayfalık bölümü isimsiz bir anlatıcı tarafından anlatılır. Anlatıcı, okul arkadaşı Hamdi sayesinde bulduğu işte Raif Efendi ile tanışır ve onunla arkadaş olur. Daha sonra, Raif Efendi ölüm döşeğindeyken yazdığı bir defteri okumak için ondan izin ister ve bundan sonra anlatı tamamen farklı bir bakış açısına, Raif Efendi’nin anlatısına dönüşür.
 
Hem sayfa sayısı bakımından, hem de odak noktası bakımından, romanın asıl anlatıcısının Raif Efendi olduğu, hikayenin “onun” hikayesi olduğu rahatlıkla söylenebilir.
 
Peki, Sabahattin Ali bu durumda neden ikinci bir anlatıcıya ihtiyaç duymuştur? Neden romanın dörtte birlik bir bölümü, tamamen farklı, ismi okuyucuyla paylaşılmayan, gerçek anlamda tanıtılmayan ve hikayenin gidişatında fazla rolü olmayan bir karakter tarafından anlatılır?
 
Bu soruya kesin bir cevap vermek - elbette - mümkün olmamakla beraber, “iki anlatıcı”lı durumun yarattığı sonuçlara bakılarak belli varsayımlarda bulunulabilir.
 
Romanın ikinci kısmı, doğrudan Raif Efendi tarafından okuyucuya aktarıldığı için, bu karakterin hisleri, düşünceleri ve iç dünyası hakkında fazlasıyla bilgi verir. Fakat Sabahattin Ali, romana ikinci bir anlatıcı ekleyerek, Raif Efendi’nin dışarıdan nasıl gözüktüğünü de değerlendirme şansı bulur. Bu sayede, Raif Bey’in naif, içine kapalı, kimseyle yakın ilişkiler kurmayan, etrafı tarafından hor görülen hali de okuyucuya ulaştırılmış olur. Bir başka deyişle, Sabahattin Ali’nin romanı iki anlatıcı üzerinden kurgulaması, Raif Efendi’nin hem “içeriden” neler yaşadığını, hem “dışarıdan” nasıl gözüktüğünü aktarmış olur.
 
Anlatıcı görevi Raif Efendi’ye geçmeden yalnızca birkaç sayfa önce yazılan bir olay, bu durumu daha iyi ifade eder. Romanın ilk bölümlerinde Raif Efendi’yi dışarıdan mümkün olduğu kadar tanımaya, etraftaki insanların ve iş arkadaşlarının onunla ilgili görüşlerini almaya çalışan anlatıcı, otuz altıncı sayfada kendisini Ankara sokaklarında anlamsızca yürürken bulur.
 
Bir anda kendine gelen ve neden bulunduğu yerde sebepsizce yürüdüğünü sorgulayan Anlatıcı, daha sonra bu yolun Raif Efendi’nin bazı geceler yürüdüğü yol olduğunu hatırlar – ve bunu hatırladığı anda, yürüyüşünün aslında o kadar da sebepsiz olmadığını fark eder:
 
“Buraya neden geldiğimi şimdi anlamıştım: Onu ve onun kafasının içinden geçenleri burada daha iyi göreceğimi zannediyordum. Fakat işte ben, şapkamı uçurmak isteyen rüzgardan, uğuldayan ağaçlardan ve koşup giderken birçok şekillere giren bulutlardan başka bir şey görmüyordum. Onun yaşadığı yerde yaşamak, onun gibi yaşamak demek değildi… Bunu zannetmek için pek saf ve ancak benim kadar gafil olmak lazımdı.”1


Kürk Mantolu Madonna, genelde klasik bir anlatı tarzı kullansa da, Raif Bey'in günlüğü uzun bir "anlatı içinde anlatı" yaratır. 
 
Bu durum, aslında Sabahattin Ali’nin romanı içinde yaptığı bir yorum olarak düşünülebilir. Artık Raif Efendi ile ilgili “dışarıdan” söylenebilecek her şey söylenmiş, onun gözünden bakmadan karakteri hakkında çıkarılabilecek her türlü sonuç çıkarılmıştır. Bundan sonra, Raif Efendi’yi daha yakından tanıyabilmek ve onu gerçekten anlayabilmek için, artık hikayeye onun gözünden bakmak gerekmektedir. Nitekim sekiz sayfa içinde, Raif Efendi’nin hastalığı ciddileşir ve romanın anlatısı onun yazdığı defter üzerinden ilerlemeye başlar.
 
Üstelik, hayattan hiçbir beklentisi yokmuş ve yaşadığı hiçbir andan keyif almıyormuş gibi hareket eden bu Raif Efendi portresi romanın başına yerleştirilmiştir. Bu sayede Sabahattin Ali, daha ilk sayfadan romanın en önemli karakteri olacağını ifade ettiği Raif Efendi üzerinde bir merak yaratmayı başarır: Raif Efendi nasıl bir hayat yaşayıp bu hale gelmiştir? Kimseyle yakın bir ilişkisi olmayan, herkesin hor gördüğü, kendi halinde, naif bir adam olan Raif Efendi, neden anlatıcının “şimdiye kadar tesadüf ettiği insanlar içinde üzerinde belki en büyük tesiri yapmıştır”?
 
Raif Efendi’nin Maria Puder’le ilişkisi sona erdikten sonra yaşadığı hayatın romanın başına konulması, bu soruların sorulmasına vesile olur ve okuyucunun bu karakteri merak etmesini, onun yazdığı defteri daha büyük bir ilgi ile okumasını amaçlar.
 
Benzer bir yöntem, romanın sonunda da kullanılacaktır. Maria Puder, Raif Efendi’ye  gönderdiği son mektuplarda, ona çok iyi bir haberi olduğunu, fakat bunu Türkiye’ye geldikten sonra paylaşacağını söyler2. Raif Efendi daha sonra bu haberi öğrenmiştir – fakat Sabahattin Ali, roman kurgusu açısından bu bilgiyi hemen paylaşmaz. Raif Efendi, Maria Puder’in bu mektuplarında söylediklerini yazar yazmaz bu mutlu haberin ne olduğunu öğrendiğini söyler3 fakat bu haberin Maria’nın hamileliği olduğu romanın sonuna kadar okuyucuyla paylaşılmaz.

1 s. 37
2 s. 143
3 s. 144

 
Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna'nın büyük kısmını Maria Puder lie Raif Efendi arasındaki ilişkiye ayırır. Bu doğrultuda, romandaki temaların pek çoğunun bireysel temalar olduğu söylenebilir. Ancak yazar, kendisini yalnızca bu temayla sınırlamaz, aynı zamanda çeşitli toplumsal konulara da değinir. Romandaki başlıca temaları, aşağıdaki başlıklar altında daha detaylı bir şekilde inceleyebilirsiniz. 
 
Kürk Mantolu Madonna’nın sadece Raif Bey – Maria Puder ilişkisiyle ilgili olduğuve romanın basit bir aşk hikayesi olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Fakat romanda bundan daha merkezi bir konu olduğu da iddia edilemez – Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’da pek çok konuya değinmekle beraber, hiçbirinin Raif Efendi ile Maria Puder arasındaki ilişkinin önüne geçmesine izin vermez.
 
Bu iki karakter arasındaki iletişim, Raif Efendi’nin karşılıksız sevgisi ve aşk üzerine yaptığı yorumlar, muhtemelen romanın bugün hala çok okunan bir eser olmasının da temelinde yatan sebeptir. Dolayısıyla, Sabahattin Ali’nin yazdığı bu aşk hikayesinin pek çok açıdan sıra dışı bir hikaye olduğu tahmin edilebilir.
 
Gerçekten de, Maria Puder ile Raif Efendi’nin ilişkisi sıradan, romantik bir ilişki olarak başlamaz. Maria Puder’i ilk olarak bir tabloda gören Raif Efendi, ilk olarak bu kadının soyut bir tanımından etkilenir. Öyle ki, Maria Puder pek çok kez Raif Efendi’nin yanına gelip, portresini takıntıyla seyreden adamla yan yana dursa da, Raif Efendi bunu fark etmez.
 
Bu ilişkiyi ve ilişkinin bitimini bu kadar dramatik yapan öğelerden bir tanesi, Raif Efendi’nin yalnızlığı ve çevresinden uzaklığıdır. Bir insanı sevmeye ve güçlü bir bağ kurmaya muhtaç olan, ama bunu herhangi biriyle yapabilecek birisi olmayan Raif Efendi, Maria Puder’e büyük bir tutku ve aşk ile bağlanır. Raif Efendi, bu durumu kendi sözleriyle şöyle ifade eder:
 
“Ben hayatta yalnız başına yürüyebilecek bir insan değildim. Daima onun gibi bir desteğe muhtaçtım. Bunlardan mahrum olarak yaşamam mümkün olmazdı.” 1

 
Maria Puder ise, Raif Efendi’nin tam zıttı bir görüntü çizer. O her zaman kendi benliğini ön plana koyan, kişiliğinden ödün vermeyen, “hayatta yalnız yürümeyi” fazlasıyla göze almış bir karakterdir. Özellikle ilişkilerinin ilk dönemlerinde, Raif Efendi’ye her zaman bir soğuklukla yaklaşır, ne yaparsa yapsın onu sevemediğini ve muhtemelen hiçbir zaman sevmeyeceğini ifade eder – ne kadar iyi anlaşırlarsa anlaşsınlar, birbirlerine ne kadar destek olurlarsa olsunlar, Maria Puder içinde daima bir boşluk hissetmektedir.
 
Ancak Raif Efendi hastalığı sırasında onun yanından bir an için bile ayrılmadığında, bu boşluğun bir inanç eksikliği olduğu anlaşılır: Maria Puder Raif Efendi’nin kendisini gerçekten sevdiğine inanmadığı için, onunla gerçek anlamda bir ilişki yaşama fikrine hep soğuk bakar. Bu konuyu aştıkları zaman ise, aralarında büyük bir aşk başlar.
 
Bu durum - ve bu iki karakterin birbirine bu kadar sıkı sıkıya bağlanması - belki de iki karakterin ihtiyaçları ile açıklanabilir. İnsanlardan uzak, yalnız bir hayat seçen Raif Efendi, birini gerçekten sevmeye, biriyle gerçek bir ilişki kurmaya muhtaçtır ve böyle birini bulduğunda, onu hiçbir karşılık beklemeden, hiçbir art niyeti olmadan sever. Babası olmadan büyümüş, zor bir hayat yaşamış ve parasını bir kabarede şarkı söyleyerek kazanmakta olan Maria Puder ise, gerçekten sevilmeye ihtiyaç duymakta, fakat herhangi birinin kendisini gerçekten sevebileceğine inanmamaktadır.
 
Maria Puder ve Raif Efendi’nin tuhaf zıtlıklar üzerinden ilerleyen ilişkilerinin tek boyutu bu değildir. Sabahattin Ali, romanın çeşitli noktalarında Raif Efendi’ye kadınsı, Maria Puder’e ise erkeksi özellikler ekler – hatta karakterler bu durumları doğrudan dile getirir:
 
“Şimdi anlıyor musunuz, sizi neden sevmiyorum? Zaten sevecek kadar da zaman geçmedi, fakat siz de benim aradığım değilsiniz… Gerçi biraz evvel bahsettiğim o manasız nahvet sizde yok. Fakat pek çocuk, daha doğrusu pek kadın gibisiniz…” 2 

Maria Puder’in ölümünden sonra bu ilişkinin sona ermesi, Raif Efendi’nin hayatında büyük bir şok etkisi yaratır. Bu noktada önemli olan, Raif Efendi’nin Maria Puder’in öldüğünü bilmemesi, kendi tercihi ile onunla iletişimi kestiğini düşünmesidir. Kendisini hayatta anlayan ve seven tek insanın da, bilerek ve isteyerek iletişimi kesmiş olduğu düşüncesi, Raif Efendi’nin insanlara olan yaklaşımını olduğundan da daha karamsar hale getirir:
 
“Belki bu da kafiydi. Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca? Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tam bir vehim olduğu meydana çıkınca ne yapılabilirdi? Bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. İçimde insanlara karşı öyle bir itimatsızlık, öyle  bir acılık peyda olmuştu ki, bundan zaman zaman kendim de korkuyordum. Kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman, hiç değilse muzır bir varlık olarak telakki ediyordum. Seneler geçtikçe bu his kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. İnsanlara karşı duyduğum şüphe, kin derecesine çıktı.”
 
Maria Puder’in aslında kendisini terk etmediğini, öldüğünü öğrendiğinde, sevdiği kadının ölmüş olduğu gerçeğinden çok, onu aslında terk etmemiş olduğu gerçeğinden etkilenir, fakat bu noktada insanlardan, artık geri dönemeyeceği kadar uzaklaşmıştır.

1 s. 146
2 s. 98


 


Raif Efendi'nin romanda Maria Puder'e karşı duyduğu masum aşk, romanın en temel özelliklerinden bir tanesi olarak tanımlanabilir.
 

Sabahattin Ali, spesifik olarak Maria Puder – Raif Efendi arasındaki ilişkiye yoğunlaşırken, bir yandan da genel olarak “aşk” ve aşkın doğasını bir tema olarak kullanır. Zaman zaman Raif Efendi’nin Maria Puder’e duyduğu sevgiyi betimleyerek, zaman zaman da doğrudan bu iki karakteri birbirleriyle bu konu hakkında konuşturarak bu kavram hakkındaki fikirlerini paylaşır.
 
Raif Efendi’nin Maria Puder’e karşı duyduğu aşk, bu duygunun idealize edilmiş, romantik hale getirilmiş bir halidir. Raif Efendi, Maria Puder’i, hiçbir karşılık beklemeden, kendini ona adayarak, hatta neredeyse cinsellikten bile arınmış olarak, saf bir şekilde sever. Hikayelerinin başlangıcında Raif Efendi’nin kendisini gerçekten sevdiğine inanamayan Maria Puder, onun duygularının ne kadar içten olduğunu anladığında, benzer bir şekilde cevap verir ve Almanya’daki tüm hayatını bir kenara bırakarak, onunla Türkiye’ye dönmeyi bile kabul eder.
 
Raif Efendi ile Maria Puder arasındaki aşkı daha detaylı tartışmak için, romandan çok kapsamlı alıntılar yapmak gerekecektir: Ancak burada anlatılan fikirlerin, Sabahattin Ali’nin hayatıyla nasıl örtüştüğünü ve yazarın aşka yaklaşımıyla neden doğru orantılı olduğunu anlamak için, Arka Plan bölümüne göz atabilirsiniz.
Romanın Füsun Akatlı tarafından kaleme alınan giriş yazısı, Sabahattin Ali’nin “toplumcu yazar” etiketi ile özetlenmesini eleştirir ve Kürk Mantolu Madonna’nın bu etiketin “temelsizliğini” ortaya koyan bir eser olduğu ifade eder. Kürk Mantolu Madonna’nın konusu neredeyse tamamen Raif Efendi – Maria Puder ilişkisi üzerine kurulu olduğu ve Raif Efendi’nin iç dünyasına yoğunlaştığı için, bu tespitin isabetli olduğu söylenebilir. Fakat Akatlı’nın da altını çizdiği gibi, Sabahattin Ali’nin toplumcu yanı bu romanda tamamen görünmez değildir.
 
Özellikle iki ana karakter arasındaki ilişki başlayana kadar, Sabahattin Ali çeşitli noktalarda toplumsal eleştiriler yapmaktan çekinmez. Bu konular, özellikle İsimsiz Anlatıcı’nın gözünden anlatılan sahnelerde oldukça ön plandadır.


Kürk Mantolu Madonna, pek çok noktada, Sabahattin Ali'nin diğer eserlerinden farklı bir romandır.

Analtıcı ile Raif Efendi’nin tanışmasına vesile olan Hamdi, neredeyse tamamen bu amaçla yaratılmış bir karakterdir. Anlatıcı ile okul arkadaşı olmalarına karşın, iyi bir pozisyon sahibi olduğu için ona hep tepeden bakar, misafirlikte bile ona çeşitli kabalıklar yapar. Raif Efendi ise sürekli Hamdi tarafından hor görülür.
 
Yazar bu durumlar üzerinden başarı kavramını, “başarılı” olarak kabul edilen insanların nasıl değişebildiğini ve kültürel olarak çok yüksek seviyede olsalar bile insanların yaratılan sistem tarafından hor görülebildiğini anlatmaya çalışır.
 
Bazı eleştiriler ise daha gizli, daha üstü kapalı olarak yapılır. Etrafındaki insanların Raif Efendi’nin yabancı dil bilmediğini düşünmesi bu duruma iyi bir örnek olarak sunulabilir. Raif Efendi, yıllarca Almanya’da kalmış, Almanca romanlar okuyan,  teknik terimlerle dolu mektupları rahatlıkla çevirebilen bir adamdır.
 
Fakat konuşurken sürekli yabancı kelimeler kullanmadığı, dil bildiğini tekrar tekrar söylemediği, yanında yabancı dilde gazetelerle gezmediği; yazarın ifadesiyle “Bütün varlığıyla “Biz Frenkçe biliriz!” diye haykıran tavırlarla” hareket etmediği için etrafındakiler kendisini ciddiye almaz. Sabahattin Ali burada hem bir şeyi gerçekten bilmenin, toplum içinde biliyormuş gibi gözükmek ya da bildiğini herkesin gözüne sokmak kadar anlam ifade etmemesini, hem de batılılaşmanın, yabancı dil bilmenin veya biliyormuş gibi gözükmenin bu kadar fazla şey ifade etmesini eleştirmektedir.
 
Benzer eleştiriler, yine İsimsiz Anlatıcı’nın gözünden Raif Efendi’nin ev hayatı tanımlanırken de getirilir. Aile fertlerinin Raif Efendi’yi sadece bir para kaynağı olarak görmesi, “Hamdi’nin bir başka türlüsü” olan Nurettin Bey’in bütün maaşını kendisinin ve karısının giyimine harcaması, kendisini herkesten üstün görmesi ve bilip bilmediği her türlü konuda fikir yürütmesi, Sabahattin Ali’nin dönemin Ankara toplumuna getirdiği eleştirilerden bazıları olarak ön plana çıkarılabilir.
 
Bu duruma güzel bir örnek, Nazım Hikmet’in Kürk Mantolu Madonna hakkında yaptığı yorumlardır. Sabahattin Ali gibi solcu olan ve eserlerinde çoğu zaman toplumla alakalı konuları ele alan Nazım Hikmet, bir mektubunda Kürk Mantolu Madonna’yı hem sevdiğini, hem de romanı okuyunca kızdığını söyler. Ona göre “kitabın birinci kısmı harikadır” – bu kısmın kendi içinde gelişimi, bir küçük burjuva ailesinin iç yüzünü başarıyla tahlil edişi “orijinal” ve “mükemmel” bir başlangıçtır – fakat ikinci kısma, yani Berlin’deki kısma geçtiğinde, bütün bu toplumsal konular bir kenara bırakılır. Nazım Hikmet, burada elinde olmayarak “bu orijinal, mükemmel başlangıca yazık olduğunu” düşünmüştür.1
 
Sabahattin Ali ise, romanın toplumsal boyutunun yeteri kadar ön planda olmadığı ve bu eserin “anlamsız” bir eser olduğu yönündeki eleştirilere, bunun uzun  süreden beri kafasında olan ve yazıya dökülmesi kaçınılmaz bir eser olduğunu söyleyerek cevap vermiştir.

1 A’dan Z’ye Sabahattin Ali, 335
 
 
Sabahattin Ali, roman boyunca oldukça sade, akıcı ve okuması rahat bir üslup kullanır. Elbette, Kürk Mantolu Madonna bundan yaklaşık yetmiş sene önce yazılmış bir romandır. Bu nedenle, metin içinde günümüzde kullanılmayan kelimeler ve kavramlar, Arapça ve Farsça yapılı tamlamalar yer alır. Örneğin Raif Efendi’nin defterinde, ay isimleri genellikle eski isimleriyle (Teşrinievvel, İkinci Teşrin vs. gibi) yazılmıştır.
 
Buna karşın, romanın güncel baskıları okuyuculara yabancı gelebilecek kelime ve kavramları açıklar ve bu şekilde kullanılan eski kelimelerin metnin akıcı ve sade yapısını fazla etkilememiş olur.
 
Sabahattin Ali’nin üslubuyla ilgili ilginç bir nokta, yazarın iki anlatıcısının dil açısından birbirinden fazla ayrılmamasıdır. Bir başka deyişle, romanın ilk kırk beş sayfasını anlatan “İsimsiz Anlatıcı” ile Raif Efendi’nin kullandıkları dil arasında kolaylıkla fark edilen, bu metinlerin iki farklı kişinin elinden çıktığını anlamamızı sağlayacak değişiklikler görülmez.
 
Bu durum, karakter bölümünde ifade edildiği gibi, anlatıcı ve Raif Efendi’nin birbirine karakter olarak benzeyen insanlar olması ile bir nebze açıklanabilir. Fakat daha makul bir açıklama, Sabahattin Ali’nin romanda aktarmak istediği olayları ve duyguları daha ön plana koymak için, dili her durumda mümkün olduğu kadar sade ve akıcı bir şekilde bırakmak istemiş olmasıdır. Sabahattin Ali dil ve üslubunun romanda anlatmaya çalıştığı hissiyatın önüne geçmesini istemez, dolayısıyla iki karakterin yazım tarzını mümkün olduğu kadar basit ve akıcı tutar.
 
Füsun Akatlı, bu dili ,”süslerden uzak, yalın, ama yine de anlatının özünü yansıtmaya çok elverişli görünen şiirli” ve “sürükleyici” bir dil olarak tanımlar.

 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon