Kıskanmak Nahid Sırrı Örik

Zaman ve Mekan
Güzellik – Çirkinlik
Kıskançlık
Kadın
Şehir ve Taşra
Gösteriş ve Özentilik
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu
 

Kıskanmak romanının temel özelliklerinden bir tanesi, zaman ve mekan açısından “tekil” bir yapıda olmamasıdır. Roman, ağırlıklı olarak Zonguldak’ta geçmesine rağmen İstanbul ve Ankara’yı da çeşitli bölümlerde merkeze koyar, hatta çok üstünkörü olmakla beraber Amasra ve Trabzon civarı da ele alınır.
 
Romanda geçen mekanların bir listesini, kısa açıklamalarla birlikte yukarıdaki haritadan görebilirsiniz.
 
Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra geçen ve şehirli bir aileyi konu alan eserin ağırlıklı olarak Zonguldak’ta geçmesi romanın arka planındaki konulardan birine de yol açmış olur. Nahid Sırrı Örik, Zonguldak’ta ve hatta gerçek anlamda bir şehir olma sürecinin henüz başında olan Ankara’da yaşayan karakterleri üzerinden, taşra – şehir ilişkisine de değinmiş olur. Bu konuda daha fazlası için, “Toplumsal Eleştiriler” sekmesine  göz atabilirsiniz.
 
Romanın geçtiği dönem, yazar tarafından çok açık ve net bir şekilde ifade edilmese de, belli noktalarda verilen tarihlerden yola çıkılarak zamanı kestirmek mümkün olabilir. daha kesin bir şekilde ifade edilebilir.
 
Yazar, 68. sayfada Halit’in Avrupa’dan döndüğü tarihin “cihan harbinin henüz başladığı” dönemde olduğunu ifade eder. Bundan yola çıkarak, Halit’in İstanbul’a 1914 yılında döndüğü, yetmiş yedinci sayfadaki bilgiden ise 1923 – 24 yıllarında Mükerrem ile birlikte Ankara’da yaşadığı ifade edilebilir. Romanın 1947 yılında yayımlandığı düşünülürse, Nahid Sırrı’nın büyük ölçüde bizzat tanıklık ettiği bir dönemi konu almakta olduğu söylenebilir.
 
Tıpkı mekan konusunda olduğu gibi, yazar zaman konusunda da farklı dönemleri ele alır. Romanın bölümleri ve bu bölümlerin hangi “dönemleri” konu aldığını görmek için aşağıdaki tabloyu kullanabilirsiniz.
 
Bölüm “Zaman” Yer Açıklama
1 – 4 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler Zonguldak Seniha, Mükerrem ve Halit’in Zonguldak’taki hayatı, Mükerrem ve Nüzhet arasındaki ilişkinin başlangıcı
5 Zonguldak’taki ilk günler Zonguldak Balo, Nüzhet ve Mükerrem’in ilk tanışması
6-8 Geçmiş, Halit ve Seniha’nın çocukluğu, gençlik yılları İstanbul Halit ve Seniha’nın gençlik yılları, Seniha’nın kıskançlığının kökleri
9 Geçmiş, Mükerrem’in gençliği İstanbul Evde kalma korkusu
10 – 14 Geçmiş, Mükerrem – Halit evliliğinin ilk günleri Ankara Evlilik, Ankara’ya taşınma, Zonguldak’a yerleşme
 
15 – 25 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler Zonguldak Mükerrem ve Nüzhet’in ilişkisi
26 – 27 – 28 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler. Bu bölümlerde: Tek gece, Nüzhet’in öldürülmesi Zonguldak, Kapuz Her bölüm, Kapuz’daki geceyi farklı bir karakterin gözünden anlatır:
 
26 – Seniha
27 – Halit
28 – Mükerrem
29 – 33 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler Zonguldak Halit’in sorgulanma süreci
34 – 36 Aradan geçen 7 yıl Amasra – Trabzon Halit’in cezasının bitmesini beklerken Seniha’nın yaptıkları
37 – 40 Halit’in hapisten çıktığı günler Zonguldak Seniha’nın Halit’i görme isteği
 

Kıskanmak’ın merkezindeki çatışmalardan bir tanesi, “güzellik” ve “çirkinlik” arasındadır. Hikayedeki olaylara sebep olan karakter Seniha, çirkin bir kadın olarak tanımlanır. Çocukluk yıllarından beri etrafındakiler tarafından bu şekilde görülen, hatta belli noktalarda ailesi tarafından çirkinliği yüksek sesle bile ifade edilen Seniha[1], bu fiziksel özelliği nedeniyle, mutsuz, kıskançlıklarla dolu, dışarıya karşı çok sert bir kişi olarak yetişir. Bu doğrultuda, Nahid Sırrı’nın bu ikilemi “estetik” bir anlamda değil, fiziksel açıdan çekici olmayan bir insana karşı oluşan önyargılar ve bu insanların yaşadıkları zorluklar açısından toplumsal bir bağlamda ele aldığı söylenebilir:
 
Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkûm bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı.[2]
 
Seniha’nın çirkinliğinin karşısına yerleştirilen “güzellik” kavramı, romanın en ilginç boyutlarından birini oluşturur. Nahid Sırrı, romanda güzellik kavramını, genellikle erkek karakterler üzerinden, ancak kadınsı bir doğa üzerinden değerlendirir. Bu noktada verilebilecek en yüzeysel örnek, Halit ve Nüzhet gibi erkek karakterler için çekici, yakışıklı, etkileyici gibi kavramların değil, daha çok kadınlarla özdeşleştirilen “güzel” kelimesinin kullanılmasıdır.
 
Daha spesifik örnekler, bu durumu anlamayı kolaylaştırabilir. Nahid Sırrı, güzelliğini Seniha’nın “çirkinliği” karşısına koyduğu Halit’i şu şekilde tanımlar:
 
“Delikanlı zaten pek az ve sarı olan bıyık ve sakalını her sabah itina ile tıraş ettiği için, mavi gözleri, sarı saçları ve pembe teni ile hala bir genç kızı andırıyordu”[3]
 

Halit, daha sonra Belçika’da katıldığı bir baloya kadın kılığında gittiğini anlatır ve çevresindekilerin ısrarıyla, onların da görebilmesi için İstanbul’da bir kez daha kadın kılığına girer. Anneleri Mahide Hanım’ın, Seniha’ya karşı kurduğu “Ah benim güzel evladım! Ne olurdu, zavallı Seniha da sana benzeseydi!” cümlesi de, bu durum üzerine söylenir.[4]
 
Benzer bir durum, Halit yaşlanıp bu “güzelliğinin” büyük bölümünü kaybettikten sonra ortaya çıkan Nüzhet için de geçerlidir. Pek çok noktada, tıpkı Halit gibi, yakışıklı veya başka bir kavramla değil, “güzel” kelimesiyle tanımlanan Nüzhet, kendi güzelliğini şu şekilde tanımlar:
 
“Fakat Allah beni her suçtan münezzeh, pek çok kadından da güzel yaratmışsa, kendileri genç ve güzel görünmek için ne yapacaklarını bilemeyen kadınlara karşı bu neden bana gurur hakkı vermesin?”[5]
 
Güzelliği erkek karakterler üzerinden, kadınsı bir nitelik olarak değerlendirmeye verilebilecek belki de en güzel örnek ise, Nüzhet’in betimlendiği şu bölümdür:
 
“Bembeyaz göğsünün, boynunun ve çenesinin beyazlıkları üzerinde biraz çıkık ağzının kan sürülmüş kadar kızıl dudakları gülüyor, bu gülüş parlak, beyaz ve kusursuz, sade biraz irice dişleri gösteriyordu. İstediği ücreti koparmak için bütün güzelliklerini seren ve işvesini kullanan bir fahişe gibi o bembeyaz, geniş ve en hafif tüyle kirlenmemiş göğsünü gerip perişan saçlı başını salladı, iri gözlerini yarı yarıya kaparken süzdü.”[6]
 
Güzelliğini yaşla kaybeden Halit’in aksine, Nüzhet’in fiziksel özelliklerini yok eden suratına isabet eden iki kurşun olur. Seniha, onun cesedini tanımlarken “yüzünün tanınmayacak bir hal aldığını, korkunç ve iğrenç bir şey olduğunu” söyler.[7]
 
Fethi Naci, Kıskanmak üzerine yazdığı eleştiri yazısında, bu cümleleri kuran “çirkin” Seniha’nın bir anlamda “güzel “den öç aldığını ifade eder. [8]
 
[1] s. 60
[2] s. 58
[3] s. 59
[4] s. 60
[5] s.115
[6] s. 134
[7] s.165
[8] Naci, Fethi. Yüz Yılın 100 Türk Romanı. İş Bankası Yayınları, 2. Baskı s. 182
Özellikle eserin son bölümlerinde, roman boyunca yaşanan her şeyin Seniha tarafından “planlandığı” anlaşılır. Seniha tüm amaçlarına ulaşamasa ve planının çeşitli yerlerinde işler istediği gibi gitmese de, özellikle Mükerrem ile konuşmalarında, Seniha’nın istediği takdirde tüm bu olayların önüne geçmiş olacağı rahatlıkla görülebilir.
 
Altıncı ve yedinci bölümlerden itibaren, hikayenin geçtiği zamanın öncesine dönerek Seniha ile Halit’in çocukluk – gençlik yıllarını ele alan yazar, burada Seniha’nın ağabeyine karşı asıl hislerini de göstermiş olur. Yandaki sekmede de açıklandığı gibi, roman boyunca sık sık çirkinliği ile gündeme getirilen Seniha, “güzel” olan ağabeyine karşı büyük bir kıskançlık beslemekte, onun hayatta her istediğine sahip olmasından nefret etmektedir.
 
Elbette, romana adını veren bu duygu, iki kardeş arasındaki normal bir kıskançlıktan ibaret değildir. Seniha’nın Halit’e duyduğu kıskançlık ile başlayan duyguları, zamanla bir nefrete dönüşür. Dışarıdan bakıldığında ağabeyine karşı saygılı, seviyeli bir yaklaşımı olan Seniha’nın, hayattaki tek amacı ona acı çektirmek, onun perişan, mutsuz bir hale düştüğünü görmek olmuştur.
 
 
Yukarıdaki görselden, Seniha’nın Halit’e karşı böylesine büyük bir kıskançlık duymasına sebep olan nedenleri çeşitli örnekleriyle birlikte görebilirsiniz.
 

Romanda ön plana çıkarılan toplumsal eleştirilerden bir tanesi, kadın – erkek eşitsizliği ve kadının toplumdaki yeri ile alakalıdır. Öyle ki, bir kadın olmasından kaynaklanan meseleler, Seniha’nın “kötü” bir insana dönüşme sürecinde en az “güzellik – çirkinlik” ikilemi kadar etkili olur.
 
Nahid Sırrı’nın çoğu eserinde olduğu gibi, bu romanda da merkeze kadın karakterlerin yerleştirilmesi, yazarın bu konuyu kadınların bakış açısından inceleyebilmesini sağlar. Bu duruma rağmen, toplumda kadının yeri ile ilgili bazı olumsuz durumlar, ana karakterler tarafından bile kanıksanmıştır.
 
Zonguldak’ta hava karardıktan sonra kadınların dışarıda yürüyememesi, bunun ilk örneği olarak gösterilebilir. Öyle ki, Seniha ve evlerindeki hizmetçi Şerife’nin, Halit’i Mükerrem ve Nüzhet konusunda uyarmak için yazıhanesine gitmeleri bile önemli bir konu haline gelir. Bu konu, yalnızca iki karakter arasında konuşulmaz, aynı zamanda “meyhanelerin, sarhoşların arasından o saatte iki erkeksiz kadının geçişi(nin) biraz garip” olup olmadığı Seniha’ya sorgulanması sırasında da sorulur.[1] Seniha’nın bu yöndeki “savunması”, genç ve güzel olmaması, kendisini tehdit altında hissetmemesi olur.  
 
Günlük hayattaki bu detaylara rağmen, romanda gerçek anlamda kadınlar üzerinden getirilen toplumsal eleştiriler, namus kavramı ile alakalıdır.
 
Romanın ilk bölümlerinde kimseyle evlenmeme kararını kararlı bir şekilde duyuran Seniha’nın, neden böyle bir karar aldığı, eserin sonlarına doğru açıklanır: Kendisine talip olan Cemil Şevket ile gizli bir görüşmelerinde cinsel ilişkiye giren Seniha, bakire değildir. Cemil Şevket ve yıllar sonra Halit’in eve gönderdiği bir hademeyle olmak üzere yalnızca iki kere cinsel ilişki yaşayan Seniha, bu durumun kendisini namuslu bir evlilik yapmaktan alıkoyacağını bilir.[2]
 
Bu durum karşısında Cemil Şevket’in tutumu da, eleştiriyi farklı bir boyuta götürür. Güzel bir kadın olmayan Seniha ile, “ağırbaşlı, vakur, ciddi” olduğu için evlenmek isteyen Cemil Şevket, bu gecenin ardından “hükmünde aldandığına emin” olur.[3] Kendisinin de içinde bulunduğu bir eylemin, Seniha’nın bütün bu karakter özelliklerini “ortadan kaldırması”, kendisiyle olsa bile evlilikten önce ilişkiye girmesinin evlilikten vazgeçilecek bir sebep olarak görülmesi, aynı olayda rol oynayan kadın ve erkeklere gösterilen yaklaşım farkına da iyi bir örnektir.
 
Seniha, “namus” ve “bekaret” meselesinin yalnızca bir seferlik bir olay olması hakkında da düşünür. Bir kere evlendikten sonra, her türlü macerayı yaşayabilen, eşlerinden ayrılmaları durumunda istedikleri gibi davranıp, bir daha evlenmek isterlerse yıllar boyunca yalnız kaldıklarını iddia edebilen kadınların aksine, o evlenmeden önce cinsel ilişkiye girdiği için “tek hakkını" da kaybetmiş durumdadır.[4]
 
Seniha’nın herhangi biriyle, örneğin Cemil Şevket ile veya daha sonra Amasra’da kendisine talip olan kişiyle evlenmesi durumunda, en azından bazı açılardan daha mutlu olacağı, kardeşinin hayatını bu kadar kıskanarak ondan öç olmakla takıntılı hale gelmeyeceği düşünülürse, onun karakterinin “kötülüğünü” belli açılardan toplumun bu yargılarının yarattığı söylenebilir.
 
[1] s. 175
[2] s. 194
[3] s.195
[4] s. 194


Günümüzde çok daha şehirleşmiş bir yer olan Zonguldak, romanın geçtiği dönemde Mükerrem gibi İstanbul'a alışık bir karakter için çok "sıkıcı" bir yer olarak sunulur. 

Romanın anlatısında fazla detaylı olmasa da değinilen konulardan bir tanesi, şehir ile taşrada yaşamak arasındaki fark ve şehirli insanların buna tepkisidir. Romandaki ana karakterlerin pek çoğu İstanbullu olsa da, hikaye ağırlıklı olarak Zonguldak’ta geçer. Yeni başkent olan Ankara’nın bile yeni yeni şehirleştiği bu dönemde, Zonguldak’ta yaşama fikri Halit ile karısı Mükerrem’in ciddi bir kavga etmesine sebep olur, hatta kısa bir bölüm olan on üçüncü bölüm baştan sona bu kavgaya ayrılır.
 
Mükerrem, daha sonra bu taşınma fikrine razı olsa da, özellikle kötü havalarda, evde yapacak bir şey bulamayıp sıkıldığı için, “İstanbul varken Zonguldak’ta yaşamayı pek acı bulur.”[1]
 
Ancak taşrada yaşamanın, şehirli karakterler için bazı “avantajları” da vardır. Nüzhet’in ailesi, Zonguldak’ın en zengin ailelerinden bir tanesidir ve Hayrettin Bey ile karısı Nuriye Hanım, rahatlıkla istedikleri şehirde yaşama imkanına sahiptir. Bu karakterlerin, böyle bir imkanları varken sürekli olarak Zonguldak’a dönmeleri, Nahid Sırrı tarafından Jül Sezar’ın “Roma’da ikinci olmaktansa bir köyde birinci olmak” cümlesiyle açıklanır: Gösterişe ve kendisine ilgi gösterilmesine fazlasıyla meraklı olan Nuriye Hanım, İstanbul’da hiçbir zaman böyle bir etki yaratamayacağını bildiği için, şehrin belki de en önemli insanı olduğu Zonguldak’ta yaşamayı tercih eder.[2]
 
[1] s. 18
[2] s. 54
Özellikle soldaki sekmede adı geçen Nuriye Hanım üzerinden, yine çok detaylı olmasa da getirilen bir toplumsal eleştiri, gösterişe verilen önemdir. Misafirlerini ağırlarken ucuz, bayat şeyler ikram eden, gümüş taklidi tepsiler kullanan Nuriye Hanım, buna karşın hiçbir gösteriş yapma fırsatını kaçırmaz.
 
Öyle ki, etrafındaki insanlardan duyarak tamamen yanlış anladığı, aslında rezil olmasına sebep olan şeyler bile onun için vazgeçilmez gösteriş unsurları haline gelir. Avrupa’da insanların operalarda bile sık sık konuştuğunu, en önemli sahnelerde bile konuşmayı kesmemenin kibarlık olduğunu duymuş olan Nuriye Hanım, ilk bölümlerde gidilen şirket sinemasında insanlar film izlemeye çalışırken bu şekilde davranır. Avrupa’ya bizzat kendisi de gitmiş, orada bu şekilde davrandığı için açıkça uyarılmış olsa da, bu davranışından vazgeçmemiştir. [1]
 
Gösteriş konusunda ikinci bir örnek de, Mükerrem’in ailesidir. Maddi durumları kötü olmasına karşın, etrafındakilere karşı “üstün” çıkma çabası, onların Mükerrem – Halit evliliğini de olduğundan önemli ve güzel bir olay olarak yansıtmasına sebep olur. Mükerrem’in annesi, Halit’in aldığı maaşı çevresindekilere duyururken, buna kendisi de yüz lira ilave eder.[2]
 
Benzer bir durum, Mükerrem’in hali vakti yerinde birisiyle evleniyor olmasını çekemeyen komşuların, onun yüzüne gülerken alttan alta Halit ile evliliğin olumsuz yanlarına işaret etmesinde de görülebilir.[3]
 
[1] s. 36
[2] s. 80
[3] s. 80 
İki yüz sayfadan biraz uzun bir roman olan Kıskanmak, oldukça kısa kırk bölümden oluşur. Yaşanan olayın ilerleyişi ve hikayenin kurgulanışı açısından, Kıskanmak klasik bir roman yapısından fazla ayrılmaz. Ancak eseri oluşturan kırk bölüm birbirini tam doğrusal bir sırayla takip etmez. Yazar, çeşitli bölümlerde geçmişe dönerek hikayedeki koşulları oluşturan unsurları değerlendirdiği gibi, son bölümlerde önemsiz gördüğü yedi yılı da yalnızca birkaç sayfayla aradan çıkarır.
 
Romanın zamansal açıdan nasıl kurgulandığını görmek için, aşağıdaki tablo faydalı olabilir:
 
Bölüm “Zaman” Yer Açıklama
1 – 4 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler Zonguldak Seniha, Mükerrem ve Halit’in Zonguldak’taki hayatı, Mükerrem ve Nüzhet arasındaki ilişkinin başlangıcı
5 Zonguldak’taki ilk günler Zonguldak Balo, Nüzhet ve Mükerrem’in ilk tanışması
6-8 Geçmiş, Halit ve Seniha’nın çocukluğu, gençlik yılları İstanbul Halit ve Seniha’nın gençlik yılları, Seniha’nın kıskançlığının kökleri
9 Geçmiş, Mükerrem’in gençliği İstanbul Evde kalma korkusu
10 – 14 Geçmiş, Mükerrem – Halit evliliğinin ilk günleri Ankara Evlilik, Ankara’ya taşınma, Zonguldak’a yerleşme
 
15 – 25 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler Zonguldak Mükerrem ve Nüzhet’in ilişkisi
26 – 27 – 28 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler. Bu bölümlerde: Tek gece, Nüzhet’in öldürülmesi Zonguldak, Kapuz Her bölüm, Kapuz’daki geceyi farklı bir karakterin gözünden anlatır:
 
26 – Seniha
27 – Halit
28 – Mükerrem
29 – 33 Romanın ana hikayesi, romandaki olayların yaşandığı günler Zonguldak Halit’in sorgulanma süreci
34 – 36 Aradan geçen 7 yıl Amasra – Trabzon Halit’in cezasının bitmesini beklerken Seniha’nın yaptıkları
37 – 40 Halit’in hapisten çıktığı günler Zonguldak Seniha’nın Halit’i görme isteği
 
Nahid Sırrı, romanda fazla ağdalı, fazla süslü olmayan akıcı bir dil kullanır. Yazarın üslubunun, örneğin bir başka eseri olan Sultan Hamid Düşerken’de kullandığı üsluba göre, günlük hayata daha yakın olduğu söylenebilecek olsa da, çeşitli yerlerde uzun ve karmaşık cümle yapılarını tercih etmesi bu romanın üslubunu da çok “sade” olarak tanımlamayı imkansız hale getirir.
 
Aynı zamanda, eserin 1947 yılında yayımlandığı ve Arapça – Farsça kökenli çeşitli kelimeler kullandığı düşünüldüğünde, günümüz standartlarına göre “sade bir dil” ifadesini kullanmanın neden riskli olduğu da görülebilir.
 
Yazar, roman genelinde tüm karakterlerin iç dünyasına, düşünce ve duygularına hakim bir üçüncü şahıs anlatıcı kullanır. Yeri geldiğinde Nüzhet, Mükerrem ve hatta Nuriye Hanım gibi karakterlerin tam olarak ne düşündüğünü, neler planladığını okuyuculara sunsa da, yazarın odak noktasına yerleştirdiği asıl karakter Seniha’dır. Hikayeyi Seniha üzerinden geliştiren ve onun bakış açısıyla sunan yazar, Arka Plan ve Önemli Karakterler bölümlerinde değindiğimiz gibi, merkezinde “kötü” bir karakter bulunması açısından kayda değer bir anlatı oluşturmuş olur.
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon