Nur Baba Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Zaman ve Mekan
Bektaşi Dergahları
Yakup Kadri'nin Diğer Eserleriyle Bağlantılar
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu


Kanlıca'daki yalıların günümüzdeki konumunu görmek, romanda yaşanan bazı sahneleri daha iyi hayal etmeyi sağlayabilir. 
 
Yakup Kadri, romanda zaman ve mekan konusunda fazla detaylı bir açıklama yapmaz. Ziba Hanımefendi ile Nigar’ın evlerinin bulunduğu bölgenin Kanlıca olduğu, Nigar’ın kışın Nişantaşı’nda, Nur Baba’nın Üsküdar’da yaşadığı, romandaki olayların Abdülaziz devrinden sonra geçtiği1 açıkça belirtilse de, yazar bu bilgileri çok ön plana çıkarmaz.
 
Buna karşın, romandaki olayların tamamen toplumsal nitelikte olduğu ve bunların Yakup Kadri’nin eserini yazdığı dönemin koşullarını yansıttığı rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda, romanın yazılış amacı, Bektaşi dergahlarının bazılarında görülen yozlaşmaya dikkat çekmek, bu durumun düzeltilebilmesi için bazı önlemlerin alınmasını sağlamaktır.2 Dolayısıyla romanın içinde zaman ve mekan açıkça belirtilen unsurlar olmasa da, oldukça önemli hale gelirler. Biraz serbest bir yorum yapılarak, Yakup Kadri’nin romanını yazıldığı dönemde okuyacak kişiler için yazdığı, bu nedenle bunların üzerinde fazla durmaya gerek duymadığı söylenebilir.
 
Yakup Kadri’nin, romanını 1921 – 22 yıllarında yayımladığı düşünüldüğünde, eleştirmek istediği dönemin de aşağı yukarı bu yollar olduğu sonucu rahatlıkla çıkarılabilir. 
Dipnotlar

s. 42
s. 14
 
Yakup Kadri’nin romancılığı içindeki “farklı” boyutunu Arka Plan bölümümüzden daha detaylı olarak okuyabileceğiniz Nur Baba, tek temaya yoğunlaşan bir eser olarak okunabilir. Bir karakter olarak Nigar’ın işlenmesi ve Nur Baba’nın aşkının onun karakteri üzerinde yarattığı değişiklikler haricinde, roman sadece dönemin bazı Bektaşi dergahlarındaki yozlaşmış yapıya yoğunlaşır.
 
Bu eleştirilerin pek çoğu, romana adını veren ana karakter Nur Baba üzerinden yürütülür. Kadınlara düşkün olan ve bu “düşkünlüğünü” Bektaşilik içinde sahip olduğu konum ile gideren Nur Baba’nın, roman içinde nasıl değerlendirildiğini önemli karakterler bölümümüzden daha detaylı olarak okuyabilirsiniz.
 
Yakup Kadri, eleştirilerin bir bölümünü Nur Baba üzerinden getirse de, dergahın farklı boyutları da roman içinde eleştirilir. Üstelik, durumun böyle olacağı henüz ilk sayfadan bellidir: Aslen dergahın Nur Baba’dan önceki lideri Afif Baba’nın eşi olan Celile Bacı, bu olumsuz durumu fark eden sayılı karakterlerden biri olarak kullanılır, memnun olmadığı bir ayin sırasında şu sözleri söyler:
 
“Allah’ı severseniz, siz bari böyle demeyin Beyefendi. Siz ki dergah nedir bilirsiniz, tarikatın erkanına benden ziyade vakıfsınız. Bana söyleyin, böyle meydan, böyle muhabbet nerede gördünüz? Baba kendinden geçmiş, evlatlar her istediğini yapar. Rapt yok, zapt yok, lokma zamanı ise hiç belli değil. Bunun sonu nereye varır böyle?”1
 
Celile Bacı’nın bu şikayetleri, Nur Baba yönetimindeki Bektaşi dergahının pek çok sorununu bir arada ortaya koyar. Romandaki karakterler, normal şartlarda bir ibadet alanı olması gereken dergahı, adeta bir eğlence mekanına dönüştürürler. Bunun en önemli boyutu, Ayin-i Cem sırasında ikram edilen içkinin oynadığı roldür. Tarikata aslında Nur Baba ile yaşadığı ilişki nedeniyle bağlı olan Ziba Hanımefendi bile, pek çok noktada bu tavrı eleştirir.
 
“Dem alınır, fakat göbek atmak, kalkıp şakır şakır oynamak için değil… Dem dergahların mehenk (sic) taşıdır.2
 
İçkinin fazla ve amacı dışında tüketilmesi, Ziba Hanımefendi’ye göre şimdiki hanımların dergahları “sadece birer “muaşaka [sevişme] yeri” zannetmeleri ile alakalıdır. Rauf Bey ile ilişkisi nedeniyle, Ziba Hanımefendi’nin bu eleştirilerinin tamamının hedefi olan Nasib Hanım, ona göre Bektaşiliği bir çocuk eğlencesine, bir randevu mahalline dönüştürmektedir.3
 
Ziba Hanımefendi’nin Nasib Hanım hakkında yaptığı bu yorumlar; Nur Baba’nın kişiliği, dergahı yönetim biçimi ve kadınlara düşkünlüğü haricinde, insanların Bektaşiliğe yaklaşımının da bu sorunların temelinde yatan meselelerden biri olduğunu gösterir. Nigar’ın ilk günlerde, Macid’in de Bektaşilik ile kısa süreli ilişkisinde görülebileceği gibi, zengin ailelerden gelen, Batılılaşmış bu kişiler, hayatlarında bir macera arayışı olarak Bektaşi dergahlarına gider.
 
Bektaşiliği dini bir deneyim olarak değil, bir eğlence olarak gören bu yaklaşım, Ziba Hanımefendi’nin Nasib Hanım’a karşı yaptığı yorumlardan da görülebilir. Nigar’ın aksine Bektaşi dergahına girdikten sonra da bunu tuhaf bir macera olarak görmekten vazgeçmeyen Macid, bu konuyla ilgili anlatılanları ilk duyduğunda, duruma neredeyse oryantalist bir şekilde yaklaşır:
 
Asyai bir emirin kasrında gibi…”4
 
Ancak, Macid’in Bektaşiliğe karşı duyduğu bu ilgi kısa süreli olur. Ayine katıldığı geceyi sarhoş olarak tamamlayan, yaşadıklarını manasız ve çirkin şeyler olarak tanımlayan Macid, Bektaşi dergahında gördüklerinden sonra bunların “muhakkak aile hayatı aleyhine kurulmuş müesseseler olacağını” düşünür.5

Arka Plan bölümünde de ifade edildiği gibi, bu romanının asıl amacı Bektaşiliğe karşı eleştiriler getirmek değil, yalnızca bazı dergahlarda bu inanç sisteminin amacına tamamen aykırı şekilde “kullanılıyor” olmasını eleştirmektir. Yakup Kadri, “Birinci İzah” bölümünde detaylı olarak açıkladığı bu amacı, romanın içine de yedirir.
 
Tuhaf bir şekilde, Nur Baba dergahı bütün kış “kapalı” kalır ve Nur Baba “vazifelerini tatil eder.”6 Ancak, başka dergahlara gidip ibadet etmek isteyenler, bu fırsatı bulamaz. Çünkü “Nur Baba evlatları”, diğer dergahlarda fazla hoş karşılanmaz, “Hele Sütllüce postuna oturan bir ihtiyar mürşid, Nur Baba’yı adeta bir mülhid [dinsiz]” olarak görür.7
 
Bu alıntı, Nur Baba ve dergahında yaşananların, bütün Bektaşilik ile eşdeğer tutulmaması gerektiğini roman içinde net bir şekilde gösteren bir durumdur.
 
Dipnotlar

s. 23
s. 50
3 s. 49 - 50
s. 73
5 s. 93 - s. 95
s. 137
7 s. 137
 
Tanıtım bölümünde ifade edildiği gibi, Yakup Kadri’nin romanları genellikle toplumun daha “geniş çaplı” sorunları ile ilgilenir. Temel olarak bir Bektaşi tarikatının eleştirisini içeren Nur Baba, bu açıdan yazarın diğer eserlerinden farklı bir noktada bulunur.
 
Ancak, bu Nur Baba’nın Yakup Kadri’nin diğer romanlarından tamamen bağımsız olduğu anlamına gelmez.
 
Yazarın Nur Baba’dan otuz dört yıl sonra yayımladığı son romanı Hep O Şarkı’nın önemli karakterlerinden Şahende Hanım’ın, kendi toplumsal statüsüne aykırı olarak sık sık Sütlüce’yi ziyaret ettiği ifade edilir. Romanın sonlarına doğru, Şahende Hanım’ın burada bir Bektaşi dergahına gittiği ortaya çıkar. Hatta, eserin ana karakteri Münire de bu toplantılardan birine katılır, ancak bu romandaki Macid gibi, toplantıyı anlamsız bulur.
 
Bu tematik bağlantı, Nur Baba’da yer alan şu alıntıyla daha somut olarak da gösterilebilir:
 
“Hele Sütlüce postuna oturan bir ihtiyar mürşid Nur Baba’ya adeta bir mülhid [dinsiz] narazile bakıyor ve onun evlatlarına her yerde her tesadüfte türlü türlü hakaretler etmekten kendini alamıyordu.”1
 
Dipnotlar

s. 137
 


Bazı noktalarda anlatının çok hızlı ilerlemesi ve olaylar arasında büyük boşluklar bırakması dışında, Nur Baba geleneksel bir roman olarak tanımlanabilir. 

Yakup Kadri’nin erken dönem romanlarından biri olan Nur Baba, kurgu, dil ve anlatı üslubu açısından kayda değer çeşitli özellikler taşır. Dokuz bölümlük ana metin ve tefrika edilirken gelen tepkiler sonrasında yarım kalan metne dahil edilen üç bölümlük “ekten” oluşan Nur Baba, büyük ölçüde doğrusal olarak ilerleyen bir kurgu şeklinde tanımlanabilir.
 
Eserin akışında bu doğrusallığı bozan tek nokta, Nur Baba’nın dergahın başına geçişini anlatan ve Ziba Hanımefendi’yi tanıtan ikinci bölümdür. Ancak bu, romanın tam anlamıyla lineer bir zaman kullandığı anlamına da gelmez. Yakup Kadri, hikayesini anlatırken arada boşluklar bırakan, geniş zaman dilimlerini hikayesine dahil etmeyen bir yapı kullanır. Hikayenin “yalnızca önemli gördüğü” bölümlerini okuyucuya ulaştıran yazarın, romanda fazla “düzenli” bir anlatı yaratma çabasında olduğu söylenemez.
 
Yakup Kadri, romanını ağırlıklı olarak üçüncü şahıs anlatıcı üzerinden kurgular, ancak anlatıcı yapısında da dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Eserin bir tanesi hariç tüm bölümleri bu yapıda devam ederken, yedinci bölüm Nur Baba dergahında yaşananları dışarıdan, “sağlıklı” bir bakış açısıyla göstermek amacıyla Macid’in gözünden, birinci şahıs anlatıcıyla aktarılır.
 
Romanda, Tanzimat döneminin olaylara dahil olan, sık sık kendi görüşlerini ifade ede anlatıcı yapısı bulunmasa da, Yakup Kadri belli noktalarda üçüncü şahıs anlatıcının geleneksel yapısından ayrılır. Hikaye boyunca kendine ait bir sesi olmayan anlatıcı, 133. Sayfada, İstanbul’un mevsimlerinde aşıkların durumunu anlatırken bir anda “kendi sesiyle” konuşmaya başlar:
 
“İstanbul’un kış mevsimi, sevişenler için ayrılık ve hasret zamanıdır. Tevekkeli, güfteyi söyliyen (sic) “Kış geldi firak açmadılar sineme yâre dememiş”. Fakat tamamen İstanbullu olan bu mısra zannetmem ki İstanbullu olmıyan (sic) sevişenlere büyük bir şey ifade etsin.”1
 
Bu anlatıcı yapısı, ek bölümlerinde, Nigar’ın “düştüğü” hali tanımlarken bir kez daha kullanılır. Anlatıcı, 154. Sayfada bir anlamda anlatıyı bölerek, bir anlamda da anlatılan şeyi güçlendirerek, doğrudan Nigar’a hitap eder:
 
“Nigar Hanım, Nigar Hanım, ey bundan altı yıl evvelki beyaz güvercin! Ey genç Macid’in yüzüne bakmağa kıyamadığı nermin ve taravetli kadın, sana ne oldu? Sana ne oldu? (…) Saçların ne kadar bakımsız, ne kadar karmakarışık! Onları artık hiç taramıyor musun? Eyvah, saçlarının rengine de bir hal olmuş, güzel Nigar! (…)”
 
Bu alıntılardan da bir ölçüde görülebileceği gibi, romanın dili edebi, yoğun bir dildir. Eserin bundan neredeyse yüz yıl önce yazıldığı, günümüzde artık kullanılmayan Arapça – Farsça kökenli kelimeleri de sıklıkla kullandığı düşünüldüğünde, belli noktalarda eseri anlamanın güç olabileceği belirtilmelidir. Bu konuda olumlu bir durum, romanın İletişim Yayınları’ndan çıkan güncel baskılarının, eski kelimelerin açıklamalarını metnin içinde veriyor olmasıdır.


Yakup Kadri'nin "isfenks" olarak yazdığı kelime, günümüzde Sfenks olarak yazdığımız ve özellikle Giza Piramitlerinin yakınlarındaki heykellerden tanıdığımız mitolojik yaratığı ifade eder.
 
Yakup Kadri’nin kullandığı dil ile ilgili bir başka dikkate değer nokta, yazarın anlatısında adeta bir “Doğu – Batı” sentezi yaratmasıdır. Ele aldığı temel konu Bektaşilik olduğundan, Yakup Kadri sık sık metni bölerek, çoğu zaman Nur Baba tarafından okunan şiirlere, gazellere, ilahilere yer verir. 2 Öte yandan, Yakup Kadri’nin kendi anlatısı klasik Batı Edebiyatı’nın pek çok öğesine gönderme yapar. Yazar, karakterlerini konuşturur, iç dünyalarını yansıtır ve hikayesini anlatırken, sık sık “Moloh Ateşi”3 “İsfenks”4 gibi kavramları kullanır.


İsmi İncil'de geçen antik tanrılardan biri olan Moloch, insanların adına yakılarak kurban edildiği bir tanrı olarak bilinir. Yakup Kadri, bu nedenle, Moloh "Ateşi"nden söz eder. 
 
Bunun ilginç boyutlarından bir tanesi, Nigar’ın Bektaşi ayinlerini “adeta bir Neron’un, bir Petrone’nin, bir Trimalkiyo’nun safahat alemlerine” benzetmesidir.Bektaşilik gibi Doğulu bir ögenin, Roma döneminin “maceralarıyla” karşılaştırılması, hikayedeki zengin, Batılılaşmış karakterlerin, Bektaşiliğe merak sarma sürecini anlatının kendisi üzerindeki yansımaları olarak okunabilir. 
 
Dipnotlar

Vurgu bize ait
Örneğin s. 26, s. 68, s. 122
3 s. 139
s. 165
5 s. 57
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon