Pinhan Elif Şafak

Zaman ve Mekan
Tasavvuf
“İkibaşlılık” ve Kendini Bulmak
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu


 
Elif Şafak’ın ilk romanı, zaman ve mekan açısından çok somut bilgiler veren bir kitap değildir.
 
Romanın mistik doğası ve kendini arama teması bir arada düşünüldüğünde, yazarın ele aldığı konuların pek çok açıdan “zamansız” konular olduğu söylenebilir. Bu nedenle, romanın okuyucuya mantıklı gelmesi için, özel bir zamanda geçmesi veya konu aldığı dönemin belirli özelliklerini bilinçli olarak öne çıkartması gerektiği söylenemez.
 
Bununla birlikte, romandaki zaman bazı “ipuçlarından” yola çıkarak genel anlamda belirlenebilir. Elif Şafak, birkaç noktada romanın Osmanlı devrinde geçtiğini ifade eder.[1] Romanın atmosferindeki “bariz” detaylardan, örneğin İstanbul’un uzun süredir Osmanlı kontrolünde olduğunun rahatlıkla anlaşılabilmesinden veya Mısırlı bir Paşa’nın  Osmanlı Devleti içinde önemli bir konumda olmasından kitaptaki olayların Osmanlı Devleti’nin görece “geç” dönemlerinde yaşandığı da ifade edilebilir.
 
Her koşulda, romanda zamanla ilgili asıl dikkat çekenin romanın “geçtiği zaman” değil, zamanın bir kurgu ögesi olarak kullanılması olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Bu konuda daha detaylı bilgiler için, yandaki “Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu” bölümüne göz atabilirsiniz.
 
Elif Şafak, romanda, mekan konusunda biraz daha “açık” bir tavır sergiler. Romanın ana mekanları, İstanbul’daki Nakş-ı Nigar mahallesi ve Dürri Baba Tekkesi olur. Kurmaca bir mahalle olan Nakş-ı Nigar mahallesi, özet bölümümüzden de okuyabileceğiniz gibi, romandaki en önemli unsurlardan biri haline gelir.


Nakş-ı Nigar mahallesinin rüzgarları 
 
Romanın özellikle ilk bölümünde büyük rol oynayan Dürri Baba tekkesinin nerede olduğu bu bölümde okuyucuya sunulmasa da, Hezarpare Horoz Baba Tekkesi’nin lideri Mehmed Mühür Efendi etrafında kurgulanan bölüm, 132. sayfada bu tekkenin Denizli civarında yer aldığını öğrenmemizi sağlar.
 
Romanda adı geçen diğer önemli mekanlar için, yukarıdaki haritayı kullanabilirsiniz.
 
[1] s. 91, 121, 124
 
Arka Plan bölümünde de okuyabileceğiniz gibi, Pinhan’da karşımıza çıkan temaların pek çoğu tasavvufa bağlanabilir. Özellikle romanın ilk bölümünde Dürri Baba Tekkesi’nde, ilerleyen sayfalarda da Hezarpare Horoz Baba Tekkesi’nde karşımıza çıkan karakterlerin yaşam tarzları, bu konuya rahatlıkla bağlanabilir.
 
Arka Plan bölümünde de değindiğimiz gibi, tasavvuf çok farklı anlamlar taşıyabilecek bir kavramdır ve ortaya çıktığı dönemden beri farklı coğrafyalarda, farklı tekkelerde, farklı din adamları önderliğinde çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Burada vereceğimiz örneklerin bütün tasavvuf anlayışlarını karşılamıyor veya bazı anlayışlara doğrudan ters düşüyor olabilir.


Pinhan'da da karşımıza çıkan ve tasavvufla özdeşleştirilen bazı temel inançlar
 
Romanın ilk bölümlerinde, Pinhan ve Dürri Baba Tekkesi’ndeki diğer dervişlerin davranışları ve hayata yaklaşımları, tasavvufun yaşam tarzı olarak nasıl bir anlayıştan beslendiğini görmemizi sağlayabilir. Aşağıdaki alıntı, bu yaklaşımın iyi bir örneğidir:
 
Neyi ya da kimi beklediğini bilmeden, bilmeyi dahi istemeden, sadece ve sadece orada, o anda bulunmanın tadına varıyordu.[1]
 
Dergahtaki diğer dervişler, örneğin  eski bir kabadayı olan Dülhani de benzer şekillerde yaşar, “tek bir kadehten, tek bir nefesten, tek bir gülüşten” büyük tatlar alır.[2]
 
Tasavvufun temel yapı taşlarından biri olan Allah sevgisi de, romanda sık sık karşımıza çıkan bir tema olur. Dervişlerin Allah sevgisini merkeze koyması, Allah’ın kullarına olan sevgisine inancı ve onun merhametinin öfkesinden büyük olduğu düşüncesi de romanda açık bir şekilde dile getirilir:
 
(…) rahman ve rahim olandır o dostun ismi / o sever / o gözetir / onun merhameti hudutsuzdur / onun merhameti öfkesinden büyüktür[3]
 
 Yine Arka Plan bölümünde değindiğimiz “vahded-i vücud”, yani yaradan ile yaratılanın bir olduğu; Allah, kainat ve insan arasında bir bütünlük bulunabileceği fikri de romanda önemli rol oynar. Pinhan ile Akrep Arif / Nakş-ı Nigar Mahallesi arasındaki benzerlik, kainattaki dört unsurun insan vücudunda da bulunması[4] ve aşağıdaki alıntı gibi örnekler, bunu daha iyi açıklamayı sağlayabilir:
 
Ademde dahi dört od mevcuttur. Mide odu, şehvet odu, soğukluk odu ve muhabbet odu. Hem dünyada dahi dört od vardır. Taş odu, ağaç odu, yıldırım odu, Tamu odu. Nasıl ki yedi kat gök var, ten dahi yedi kattır. Et, kan, damar, sinir, süğük, ilik, yedi kat göğe benzer. Hem dünyada ırmaklar var. Amma gözyaşı ırmaklara benzer. Ve hem dünyada dört türlü su var. Evvel safi; ikinci acı, üçüncü koyu, dördüncü yer suyu. Amma tende dahi var: evvel ağız suyu, tatlı… ikinci göz suyu, acı… üçüncü kulak suyu… dördüncü burun suyu koyu (sic)…
 
Bu konuların haricinde, romanın iki önemli boyutu da tasavvuf teması ile ilişkili olarak incelenebilir. Bunlar hakkında daha fazla bilgi için, yandaki sekmeye göz atabilirsiniz.
 
[1] s. 11
[2] s. 32
[3] s. 128
[4] s. 214 (bkz: Arka Plan bölümü, Anasır-ı Erbaa) 
Romanın belki de merkezi teması olan “kendini bulma” fikri, yine tasavvufi konular etrafında değerlendirilebilir.  Zira romandaki olaylar zinciri, aslında her şeyden önce Pinhan’ın kendisini tanıma macerasıdır.  
 
Henüz açılış sayfasında, Pinhan’ın “kendini bulmaktan, bulduğundan korkmaktan korkması”, bu maceranın da bir ipucunu verir.[1] Doğuştan hem erkek, hem de kadın olduğu ifade edilen ana karakter, roman boyunca bu iki kimlik arasında bocalar ve bu sorununa bir çözüm bulmayı hayal eder. Dürri Baba Tekkesi’nde geçirdiği yıllar, ona belli açılardan huzur verse de, onun kendini tanıma yolculuğu Nakş-ı Nigar Mahallesi’nde sonuçlanır. Pinhan’ın iki cinsiyete aynı anda sahip olmasını, iki isme sahip olarak yansıtan bu mahalle, Pinhan’ın kendisini feda etmesi sayesinde kurtulur.
 
Kendini tanıma ve kendinle barışma fikirleri, tasavvufun önemli boyutları arasında yer alır. Dürri Baba, kendisinin yanından ayrılan Pinhan’a verdiği tavsiyelerde, vücuduyla, benliğiyle barışmasını, kendisini olduğu gibi kabul etmesini tavsiye eder:
 
Her ne yöne gidersen git, kaç menzil tüketirsen tüket sakın ola kendinden utanma. Vücudun şehrine gir Pinhan; onu seyreyle. Hem de doya doya seyreyle. Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız, unutma.[2]
 
[1] s. 9
[2] s. 63

Kurgu

 
Pinhan, kullandığı kurgu, dil ve anlatı yapısı açısından sıra dışı bir roman olarak tanımlanabilir: Eser, anlattığı konu kadar bu konuyu anlatış şekliyle de dikkat çeker. Bu durumu detaylı bir şekilde inceleyebilmek için, romanın temel kurgu yapısını görmek faydalı olacaktır.
 
Romanda da karşımıza çıkan dört unsuru; ateş, su toprak ve havayı temsil eden dört ana bölümden oluşan Pinhan, bu bölümler içinde de “alt bölümlere” ayrılır. Elif Şafak, Pinhan’ın hikayesini anlatarak başladığı hikayeye, Nakş-ı Nigar mahallesinde yaşananlara yoğunlaşarak devam eder ve bu iki konuyu iki başlılık teması üzerinden bir araya getirir.
 
 
 
Ancak romanın kurgusunu ortaya koymak için, bu şema yetersiz kalacaktır. Elif Şafak, bu iki “temel” hikayenin içinde farklı karakterlerin hikayelerini de anlatır. Romanı “postmodern edebiyat” içinde değerlendirirken üstkurmaca kavramıyla açıklanabilecek bu durum, aynı zamanda Binbir Gece Masalları nedeniyle Doğu Edebiyatı’nın da önemli geleneklerinden biri olarak gösterilebilir.
 

Yukarıdaki basit şema, romanın ana temaları içinde karşımıza çıkan bazı “alt” hikayeleri gösterir. Elbette, bunun romandaki tüm alt hikayeleri kapsayan bir görsel odluğu söylenemez. Örneğin, romanın sonunda Dürri Baba Tekkesi’nin yıkılmasına sebep olan kitabın hikayesi, Hezarpare Horoz Baba Tekkesi’nin lideri Mehmet Mühür Efendi’ye ayrılan bölümde detaylandırılır. Elif Şafak, bu bölümün içinde de tekkenin kuruluşunu ve kitabın bu tekkeye gelişini ayrı hikayeler olarak anlatır.
 
Bu çok katmanlı kurgu yapısı, romandaki doğaüstü olaylarla bir arada düşünülünce, farklı kullanımlara da imkan tanır. Bunun en bariz örneklerinden bir tanesi, romanın zamanı ile alakalıdır.
 
Pinhan’da olaylar rahatlıkla temel bir sıraya konulabilse de, eserin anlatısı doğrusal bir zaman yapısını takip etmez. Roman, Pinhan’ın İstanbul’a gelişiyle başlar, daha sonra Dürri Baba ile son konuşmasını gösterir ve ancak bundan sonra Pinhan’ın tekkeye katılma hikayesini okuyucuya sunar. Roman, 61 – 62. sayfalara geldiğinde, 12. sayfadaki sahne yeniden yazılarak okuyucuya gösterilir.
 
Doğrusal yapıda olmayan bu zaman yapısı, Elif Şafak tarafından belli amaçlarla kullanılır. Pinhan’ın sırrı, bunun “kurgu açısından” temel bir örneği olarak gösterilebilir. Pinhan’ın bir sırrı olduğu, yaşadığı hüznün bir sebebi olduğu daha ilk sayfalardan hissedilir. Yazar, 29. sayfada açık bir şekilde onun “doğduğu günden bu yana taşıdığı sırdan” bahseder. Ancak bu sırrın ne olduğu, kitabın ilerleyen sayfalarında açıklanır.

Pinhan, kullandığı çeşitli anlatı yöntemleri nedeniyle postmodern bir roman olarak tanımlanabilir. 
 
Dervişler, cinler ve büyülü güçlere sahip kocakarılar üzerinden oluşturulan kurgu, yazarın bu zaman yapısını daha “mistik” şekillerde kullanmasına da olanak tanır. Pinhan, sırrı okuyucuyla paylaşıldıktan sonra tekkede bir mezarlığı incelemeye başlar. Burada üzerinde bir şiir yazılmış mezar taşını görür. Elif Şafak, mezar taşının üzerindeki oyuğu betimlerken, bunun romanın sonunda oynayacağı rolle ilgili ipuçları da verir:
 
Belki de eskiden oyukta saklı olan şeyi birileri çekip çıkartmıştı; yahut tam aksine, o şey henüz yerine konmamıştı.[1]
 

Özellikle cümlenin ikinci kısmının vurguladığı ihtimal, bu mezar taşı ile ilgili bir şüphe uyandırır. Gerçekten de, romanın sonunda, Pinhan’ın kendi mezar taşını gördüğü, mezar taşının üzerindeki şiirin kendisi için Karanfil Yorgaki tarafından yazıldığı, oyuğun da Pinhan’ın incisi için boş bırakıldığı anlaşılır.
 

Dil ve Anlatı Üslubu

 
Elif Şafak, romanındaki ilginç kurgu yapısını farklı dil ve anlatı üsluplarıyla destekler. Romanda kullanılan dil, yazıldığı değil, geçtiği dönemi yansıtan bir dil olarak tanımlanabilir. 1998 yılında yazılan romanda, ilkbahar yerine “evvelbahar”[2], dönmek yerine “avdet etmek”[3] başkaları veya yabancılar yerine “ağyar” gibi pek çok eski kelime kullanılır.

Romanı, içinde geçtiği döneme ve ele aldığı tasavvufi konulara uygun bir dille yazmaya çalışan Elif Şafak, romandaki dilin kitabın en önemli unsurlarından biri olduğunu ifade eder. Yazar, dilin yanı sıra kullandığı farklı edebi tekniklerle de eserin anlatısını zenginleştirir.
 
Bunun en bariz örnekleri, romandaki temel anlatının oldukça sık bölünmesi ve şiir formunda yazılmış bölümler üzerinden devam etmesidir.[4] Aynı zamanda, bazı bölümler birbiri ardına sıralanan ve taksim işareti (“/”) ile ayrılan ifadeler üzerinden ilerler:[5]
 
Emanet dediğin kutsaldır/ hem kutsal hem de nazlıdır/ kudreti kendinden menkul/ zehri isminde saklıdır/ bir kez olsun bilinmese kadrin/ hemencicik küser, kırılır/ gider bir kuytuda soluklanır/göz ister görmeye/ yürek ister geri getirmeye (…  )[6]
 
Romandaki bu bölümlerden bazıları, Pinhan için Elif Şafak tarafından yazılmış olsa da, yazar zaman zaman Metinlerarasılık olarak adlandırılan bir tekniği kullanarak farklı yazarlardan da alıntılar yapar. Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş ve Aşık Cevlani gibi düşünür ve yazarların kaleme aldığı satırlar, romanda sık sık karşımıza çıkar.[7]
 
Yine kayda değer bir edebi teknik, yazarın sık sık kullandığı motiflerdir. Pinhan ve Nevres’te gördüğümüz, dertlerini, sıkıntılarını suya anlatmak ve suyun bu dertlerini taşıyıp onlardan uzaklaştırmasını seyretmek[8]; veya bazılarının açıklamalarını “Sözlük” bölümünde görebileceğiniz isimlerin önemini, etkisini ve büyüsünü ifade etmek, romanın sık kullanılan motifleri olarak karşımıza çıkar.
 
[1] s. 55
[2] s. 35
[3] s. 82
[4] s. 13, 43, 47, 50, 51, 68 gibi
[5] s. 59, s. 115
[6] s. 115
[7] s. 49, 54, 75 - 77
[8] s.101, 175
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon