Hayır... Adalet Ağaoğlu

Aysel
Engin

Hayır'da Engin'e odaklanan bir bölüm olsa da, romanın asıl odak noktası her zaman Aysel etrafında gelişir. 

Hayır…’ın en önemli karakteri, bütün olayların etrafında şekillendiği Aysel Dereli’dir. Dar Zamanlar serisinin ilk kitabı Ölmeye Yatmak’ın da ana karakteri olan, öğrencisi Engin ile yattığı için bir otel odasında “ölmeye” yatan Aysel, serinin ikinci kitabında neredeyse hiç gözükmedikten sonra Hayır… ile bir kez daha merkeze döner.
 
Hayır…’da karşımıza çıktığı şekilde, Aysel’i serinin diğer kitaplarından bağımsız olarak düşünmek zor olabilir. Zira onun bu romanda yaşadığı sorunlar, kafasına takılan konular ve geçmişinden gelen insanlar, serinin önceki romanlarına bağlanır.
 
Ölmeye Yatmak’ın kurgusu, Aysel’i Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilkokulu bitiren, hayatının ilk dönemlerini “ideal bir Atatürk çocuğu” olmaya çalışarak geçiren bir karakter olarak tanıtır. Üzerine büyük bir baskıyla yerleştirilen bu kimlik, Aysel büyüdükçe, “ideal bir kadın, ideal bir eş olmak” ve “ideal bir öğretim görevlisi olmak” gibi farklı yansımaların da ortaya çıkmasına sebep olur.
 
Ölmeye Yatmak’ın temelindeki konu, Aysel’in öğrencisi ile yatarak, bir anlamda bütün bu “beklentilere” karşı çıkmasını gösterir. Romanın ilk sayfalarında yaptığı şeyden dolayı intihar etmeyi düşünen ana karakter, hikayenin sonunda, “Her şeyde haklı ve doğru olmak için her şeyin haklı ve doğru olması gerektiğine”[1] inanarak otel odasını terk eder.
 
Ölmeye Yatmak’tan yirmi yıl kadar sonra geçen Hayır…, okuyucuya her şeyden önce bu romanda gördüğümüz olayların, Aysel açısından gözüktüğü kadar önemli olmadığını gösterir. İlk romanın sonunda kendi özgün kimliğini yaratmaya başladığını hissettiğimiz Aysel, bu yaşadıklarını önemli bir başkaldırı olarak görmez. Bir anlamda, Aysel’in roman içindeki “meselesi” de bundan ibarettir: Toplumun beklentilerine, herkesi aynı hale getirme çabasına, olağan ve sıradan bir insan olmaya “Hayır” diyebilmek.
 
Aysel, romanda büyük yer ayrılan güncel çalışması Aydın İntiharları ve Geleceğin Başkaldırısı’nda, bu durumu açıkça ifade eder. Adalet Ağaoğlu, ana karakterinin yazdığı şu cümleleri, bir anlamda önemlerini vurgulamak ister gibi, kitap boyunca büyük harflerle sunar:
 
HER DURUMDA ÖZGÜR KİMLİĞİMİZİ KORUYABİLMEK ANCAK EDİMLE SÖYLENEBİLECEK ŞU İKİ SÖZCÜĞE BAĞLI: YİNELEMEYE HAYIR…
 
AYNILAŞMAYA HAYIR…AYNILIĞA HAYIR…YİNELEMEYE HAYIR…[2]
 
Romanın ilk ve en uzun bölümü kendisine ayrılan, üçüncü bölümden itibaren de ortadan kaybolduğu anlaşılan Aysel, kurgu açısından da romanın en kritik unsuru olarak tanımlanabilir. İlk bölümde kendisine verilecek plaketi almaya gitmeden yapacakları üzerinde düşünen Aysel, bu anlamda kitapta anlatılacak şeylerin de kaynağı haline gelir.
 
Özellikle Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu bölümünde daha detaylı okuyabileceğiniz gibi, Aysel bu bölümde geçmişini, şimdiki zamanı ve hayalleri, yani aslında yaşanmadığı halde yaşanıyormuş gibi gözüken şeyleri bir arada sunar. Bunlar içinde önemli iki unsur, Yenins ve Layana’dır.
 

 
Romanda yalnızca Aysel’in zihninde gördüğümüz bu karakterlerden Yenins, anlaşıldığı kadarıyla tamamen Aysel’in hayalinde var olan bir karakterdir. Romanın sonundaki imadan, “yeni insan”ın kısa hali olduğunu anladığımız Yenins, sürekli olarak Aysel ile bir diyalog içindedir. Aysel’i kendisi ile birlikte olmaya davet eden ve sık sık suyun üzerindeki bir sandal imgesi ile birlikte karşımıza çıkan Yenins, pek çok farklı şekilde okunup yorumlanabilir.

Bir sandalda Yenins ile oturma imgesi, Aysel tarafından roman boyunca sık sık tekrarlanır. 
 
Bu yorumlardan belki de en yaygını, Yenins – Sandal – Davet üçlüsünün, Aysel’in intihar etme kararını sembolize ettiği yönündeki düşüncedir.
 
Romana yine intihar kavramı üzerinden dahil olan Layana’nın hikayesi, özellikle Aysel’in yurt dışında bulunduğu sırada detaylandırılır. Romanda sunulan bilgilerden anlayabildiğimiz kadarıyla, Layana kendisine yabancı olan bu ülkede kocası Karl tarafından terk edilmiş, yalnızlıktan kurtulmak için Aysel’in arkadaşlığına sığınmak istemiştir. Aysel, kendisiyle konuşmayı sürekli olarak reddedince, Layana kendini asarak intihar eder.[3] Aysel’in bu tavrı, Layana’nın gözünden yazılan cümlelerle belki de en net doksan dokuzuncu sayfadaki şu cümlelerde karşımıza çıkar:
 
İçinde hiç insan olmayan bir aydınlık. O, kimseye duyguyla bağlanmak istemiyor.[4]
 
Layana da tıpkı Yenins gibi, sadece Aysel’in kafasında yarattığı bir karakter midir, yoksa Aysel yurt dışında kaldığı sürede gerçekten böyle bir olay yaşamış mıdır?
 
Durum ne olursa olsun, hem Layana ve Yenins hakkındaki düşüncelerinden, hem aydın intiharları üzerine yaptığı araştırmadan, hem de bu konuyu bir çeşit “başkaldırı” olarak görmesinden, romanın sonunda Aysel’in de intihar edeceği güçlü bir şekilde ima edilir.
 
Romanın son bölümlerine doğru anladığımız temel şeylerden bir tanesi Aysel’in, Ölmeye Yatmak’ın ana kurgusunu oluşturan ve kitabın sonunda kendi özgün kimliğini yarattığını, toplumun üzerinde yarattığı beklentilere karşı ilk kez karşı çıktığını hissettiren durumu (öğrencisiyle yatmış olmasını) fazla ciddiye almadığı gerçeğidir. Hayır’ın sonlarında söylediği şu sözler, Ölmeye Yatmak’ın bu “iyimser” sonunu boşa çıkarır:
 
Hiçbir zaman gerçek bir başkaldırım olmadı. Asla! Hep özgürlüğün kıyılarında dolanıp durdum…[5]
 
Hayır… ile ilgili “Başkaldırı ve Roman” başlıklı bir inceleme kitabı yazan Semih Gümüş, bu cümlenin Aysel’in öğrencisi Engin ile yaşadığı ilişkiyi farklı bir bakışla okumayı gerektirdiğini düşünür. Bu cümle kurulduğuna göre, Aysel Engin ile ilişkisini bir başkaldırı veya özgürlüğün gerçekleşmesi olarak görmez.[6]
 
Buna göre Aysel’in, hayatının en büyük amacına, yani kimsenin beklentilerine göre yaşamayan, kendisi için, “özgün bir birey olarak” var olma hedefine doğru somut bir adım atmamış olduğu söylenebilir. Hayır…’ın genel tonundan anlaşılan, Aysel’in bunu gerçek anlamda başarabileceği tek yolun intihar olduğuna inanmasıdır.
 
Ancak romanın sonu, Aysel’in ortadan kaybolduğunu gösterse de, onun akıbetini okuyucuya sunmaz. Bu nedenle, romanın kurgusunun büyük bir bölümü gibi, Aysel’e de ne olduğunu somut bir şekilde ifade etmek mümkün değildir.
 
[1] Ölmeye Yatmak, s. 398
[2] s. 42
[3] s. 99
[4] s. 99
[5] s. 248
[6] Gümüş, Semih. Başkaldırı ve Roman. Can Yayınları, s.73

Hayır'da Engin'e odaklanan bir bölüm olsa da, romanın asıl odak noktası her zaman Aysel etrafında gelişir. 
 
Ölmeye Yatmak’ta, Aysel’in kocası Ömer’i aldatarak birlikte olduğu öğrencisi olarak karşımıza çıkan Engin, Hayır’ın en uzun ikinci bölümü olan Akşamüstü’nde daha kapsamlı olarak değerlendirilir. Politik görüşleri nedeniyle vatandaşlıktan çıkarılan Engin, Avrupa’da, Danimarka’nın Gentofte kentinde yaşamaktadır.
 
Bir ruh hastalıkları merkezinde gece gözetmeni olarak çalışan Engin, Hayır…’da karşımıza büyük ölçüde geçmişinin bir esiri olarak çıkar. Aysel ile ilişkisini unutamayan, hatta bu ilişkiyi yalnızca cinselliğin ötesine geçirip, Aysel’i hem bir hoca, hem bir dost, hem bir sevgili, hem de bir ana[1] olarak sevmeye başlayan Engin, romanın belki de en trajik karakteridir.
 
Aysel ile ilişkisinin yıllar önce bittiğini, artık onu göremeyeceğini, hatta ülkesine bile dönemeyeceğini kabullenmekte zorlanan Engin, geçmişi içinde hapsolduğunu bile kabul etmeye çekinir:
 
Zaman insanları ayırabilir, ama asıl hayatın da ayırmasına neden izin vermeli? Biz birbirimizin dünü, bugünü, yarını değil miyiz? Dostluğumuz benim tek mülküm, bugüne dek edindiğim en büyük zenginliğim. Seni çok özlüyorum. Seni ben, nasıl desem…[2]
 
Engin, romanda başka bir kadınla çocuk sahibi olsa da, her şeye rağmen onunla arasında yalnızca tensel, kendi ifadesiyle, “mekanik” bir ilişki bulunur. Aysel ise, onun hala sevdiği ve ona bağlandığı gibi kimseye bağlanamadığı kişi olarak aklındaki yerini korur.[3]
 
Engin’in Aysel’e olan tutkusu, yalnızca bir kadına ve bir arkadaşa olan duygunun ötesinde, artık geri dönemediği ülkesine, geride bıraktığı gençliğine ve anılarına karşı duyulan bir özlem olarak da okunabilir. Romanda, bunun ipucunu veren cümleler de yer alır:
 
Seni ülkemin, toprağımın, tarihimin en canlı an’ının yerine koyduğumu ayırt edince, kendi gelişimimden söz açmam bile güçleşti. Hayır, altmış sekizlerin günlerinden daha iyi bir gün yaşamıyorum.[4]
 
Ancak her iki durumda da gerçek olan tek şey, Engin’in artık “kavuşamayacağı” bir geçmişe, bir daha asla geri dönemeyeceği bir hayata büyük bir özlem duyduğu ve hayatının en mutlu günlerinin geride kaldığı izlenimidir.
 
[1] s. 166
[2] s. 173
[3] s. 203
[4] s. 203
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon