Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar

Hayri İrdal
Halit Ayarcı
Doktor Ramiz
Cemal Bey
Muvakkit Nuri Efendi
Emine ve Pakize

Roman, ağırlıklı olarak Hayri İrdal'a yoğunlaşsa da, pek çok karakter detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır. 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ana karakteri ve anlatıcısı olan Hayri İrdal, yalnızca Ahmet Hamdi Tanpınar’ın değil, genel olarak Türk Edebiyatı’nın en tanınmış karakterlerinden biri haline gelmiştir.
 
Hayri İrdal, kendisini “uysal, sade geçim derdi ile meşgul” bir adam olarak tanımlar.[1] Hayatı boyunca topluma tam olarak dahil olamadığını[2], çocukluk yıllarından itibaren kendisinde sosyal açıdan bir takım sorunlar olduğunu anladığımız ana karakterin[3] hayatta gerçekte ilgilendiği tek şey saatlerdir ve bu ilgisi sayesinde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kuruluşunda önemli bir rol oynamıştır.[4]
 
Çocukluk ve gençlik yıllarında sürekli hor görülen, toplumun dışında yer almak zorunda bırakılan İrdal, ilerleyen yıllarda başarılı ve şöhretli bir adam olmayı, örneğin uzaktan aşık olduğu Selma Hanım ile bir ilişki yaşamayı, “geçmişten alınmış bir öç” olarak görecektir.[5]
 
Romanda ufak bir detay olarak gözden kaçabilecek önemli bir nokta, Hayri İrdal’ın karakterini ve hayata yaklaşımını daha iyi anlamayı sağlayabilir. Toplum tarafından sürekli hor görülmeye, geçim sıkıntısı çekmeye, kendisini sürekli “ezdirmeye” alışmış olan İrdal, Halit Ayarcı ile tanıştığı gün onun saatinin tamir edilmesine yardımıc olur. Bu işi kendi yapamayan ve İstanbul’un en meşhur saatçisi olduğu söylenen Agop Saatçiyan’ın, İrdal’a göre saatlerle ilgili çok az şey bildiği, ondan öğrenecek çok şeyi olduğu anlaşılır. Öyle ki Saatçiyan, İrdal’ın söylediklerinden etkilenerek, onun tahsilini İsviçre’de yapıp yapmadığını sorar.
 
Ancak tüm olay yaşanıp bittikten sonra, İrdal Agop Saatçiyan’ı fazla eleştirdiği için üzülür. Zira onun üstüne bu kadar gitmemiş olsa, kendinden daha az şey bilen bu adamın, “belki [kendisini] çıraklığa kabul edeceği”[6] ihtimali aklına gelir.
 
 
Romanın ana karakteri, edebi açıdan farklı şekillerde incelenebilir. Berna Moran, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün hicve dayalı bir eser olduğu düşüncesinden hareket ederek, İrdal’ın rolünü de bu çerçeve içinde değerlendirir.
 
Toplumun farklı boyutlarını hiciv ile ele alınırken kullanan en yaygın yöntemlerden bir tanesi, romanın ana karakterlerini ve bakış açısını “toplum dışından” gelecek şekilde belirlemektir. İçinde yaşadığınız toplumun “saçma” boyutları olsa bile, toplumun “içinde” yer aldığınız için bunları fark etmeyebilir veya bunları günlük hayatın normal şeyleri olarak değerlendirebilirsiniz. Ancak bu toplumun tamamen dışından gelen birisi, “normallik” anlayışı farklı olduğu için bunları rahatlıkla görebilecektir.
 
Berna Moran, Hayri İrdal’ı Montesquieu’nün İran Mektupları eseri üzerinden inceler. Bu eserinde Montesquieu, dönemin Fransa’sını eleştirmek için İran’dan bölgeyi gezmeye gelen karakterleri kullanır. Fransız kültür ve yaşam tarzına aşina olmayan bu kişiler, toplumun absürt boyutlarını komik bir şekilde ortaya koymayı mümkün kılar.
 
Hayri İrdal, Türkiye toplumunun dışından gelen bir karakter değildir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi, her zaman toplumun bir ölçüde dışında kalmış, “insan işlerine uzaktan bakmaya” alışmış bir karakteridir.[7]
 
Bu nedenle Berna Moran, onu hicve dayalı edebiyatın tipik figürlerinden biri olarak görür: Hayri İrdal, toplumun normallerini NORMLARINI, sıradan işleyişini anlamamış, tanımamış bir karakterdir ve Ahmet Hamdi Tanpınar onun üzerinden Türkiye’deki yanlış işleyişleri, günlük hayattaki absürtlükleri ve saçmalıkları incelemektedir.
 
Gerçekten de, Hayri İrdal’ın önemli bir özelliği, hayatı boyunca farklı absürtlükler ile uğraşmış olmasıdır. Bunların bir listesi için, Analiz bölümünden Dil ve Anlatı Üslubu sekmesine göz atabilirsiniz.
 
Berna Moran’ın değerlendirmesinin en önemli noktalarından biri, onun romanı bir hiciv olarak okumasıdır. Ancak bu görüş ve romanın bu okuması, ilerleyen yıllarda tartışılmış , Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün gerçek anlamda bir hiciv olup olmadığı tartışılmıştır.
 
Bunun temelindeki sebeplerden biri, Hayri İrdal’ın yalnızca bir karakter değil, aynı zamanda romanın anlatıcısı, hatta “yazarı” olmasıdır. Süha Oğuzertem, Hasta Saatler, Bozuk Sıhhatler: Enstitü Sorununa Babasız Bir Yaklaşım isimli makalesine hicivle en çok özdeşleştirilen bölümlerden biri olan psikanaliz seansları ile başlar: Bu bölümde, öyle ya da böyle, akli dengesinden şüphe edilerek terapi gören Hayri İrdal, kurmaca açısından okuduğumuz metni yazan kişidir. Bu terapiye ihtiyaç duymuş olan birinin, psikanalize hiciv yöntemiyle yaklaşıyor olması ne kadar “güvenilir” veya anlamlı bir bilgi olabilir?
 
Her şeyi psikanalize bağlayan ve asıl kendisinin “delirmiş” olduğu hissedilen Doktor Ramiz’in psikanaliz seansları nasıl hiciv olmayabilir? Bu konuda daha kapsamlı bilgiler için Dr. Ramiz sekmesine göz atabilirsiniz.
 
Oğuzertem, metni bir hiciv olarak okuyan Berna Moran’ın kendisinin de ifade ettiği bazı çelişkileri tekrar gündeme getirir. Bunlardan bazılarını hatırlatmak, romanı daha derin olarak değerlendirmeyi mümkün kılabilir:
 
  • Hayri İrdal, romanın başında Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü “asrımızın belki en büyük, en faydalı” müessesi olarak tanımlar.[8] Ancak romanın gidişatı içinde, İrdal’ın bu Enstitü’nün saçmalığına, lüzumsuzluğuna ve anlamsızlığına değindiği onlarca yer vardır.
  • Romanın başında, Halit Ayarcı Hayri İrdal tarafından büyük bir sevgi ve saygıyla anılır, onun hayatında iyi olan her şeyden sorumlu olduğu ifade edilir.[9] Ancak özellikle Enstitü’nün kuruluşundan sonra Hayri İrdal’ın onun “mantıksız” önerilerine sık sık karşı çıktığı, hayatı onun değerleriyle yaşamadığı anlaşılır.
  • Romanın ilk bölümlerinde İrdal’ın büyük bir naiflikle, saflıkla yazdığı şeylere gerçekten inandığı düşünülebilir. Yine eserin sonlarına doğru, İrdal bütün bu saçmalıkların farkında, bunları sorgulayan, etrafındaki anlamsızlıkları gören tek kişi olarak değerlendirilir.
 
Berna Moran’ın Hayri İrdal’ı incelerken yazdığı şu paragraf, bu açıdan oldukça kayda değerdir:
 
Eğer İrdal gerçekten tam bir meczup veya delinin teki ise yaptığı gözlemlerin ve eleştirilerin bir anlamı kalmaz. Yok gerçekte meczup ya da safdil değil de işi saflığa vuran bir sahtekâr, Konur Ertop’un deyişiyle “kendi yalanma kendini kuvvetle kaptırmış bir dolandırıcı” ise, ahlak ölçütleri bizimkinden çok farklı olacaktır. Yoksa İrdal, çocuksu saflığı içinde kuvvetli sağduyusu ve temiz yüreğiyle, insanların zaaflarını, kusurlarını önümüze sergileyen bir gözlemci mi? İrdal'ın, bu saydığımız kişiliklerden zaman zaman birine ya da ötekine uyması durumu biraz karıştırmaktadır. Tanpınar en etkin gülmeceyi elde etmek için İrdal'ı bir gereç gibi kullandığından, kişiliğinin tutarlı olmamasına aldırış etmez. Bu tutarsızlık, sonra belirtmeye çalışacağım gibi, bir yerde okurun yapıtı anlamasını güçleştirecek kerteye varır.[10]
 
Oğuzertem’in bu konudaki görüşü ve temel fikir ayrılığı, onun romanı toplumsal bir hiciv olarak görmemesinde yatar. İşe hiciv açısından yaklaşmak, İrdal’ın kişiliğindeki bu çelişkileri ciddi şekilde gündeme getirir: Eğer yazılan bu metin bir hicivse, bunun metni kaleme alan İrdal tarafından bilinçli bir şekilde yapılıyor olması gerekir. Ama, akli dengesi yerinde olmadığı şüphesiyle Adli Tıp’a gönderilen veya etrafındaki bütün saçmalıkların farkında olmasına rağmen bunların içinde yer almayı seçen bir adam, gerçek  anlamda bir hiciv yazmış olabilir mi?
 
(İkon ile birlikte) Romanın çıkışından önce kendisiyle yapılan bir röportajda Ahmet Hamdi Tanpınar Hayri İrdal’ı “neşeli adam, galiba biraz da görmesini biliyor. Kendi aleyhinde olsa bile konuşmakta hoşlanıyor” cümleleriyle tanıtır.[11]
 
Oğuzertem’e göre, romanın bu şekilde “yanlış” anlaşılmasını sağlayan temel şey, araştırmacıların Tanpınar’ın kullandığı simgesel dili ve “alegorik” anlatı üslubunu tam anlamıyla çözümlemeye çalışmamasıdır. Tanpınar’ın “bireyselleşmiş” karakterlerden çok, farklı isimlerle karşımıza çıkan ve yinelenen özelliklere sahip olan kişiler kullandığına dikkat çeken Oğuzertem, Tanpınar’ın toplumsal konulardan uzak olduğunu ifade ettiği diğer romanlarıyla Saatleri Ayarlama Enstitüsü arasında bir bağlantı kurulması gerektiğini söyler. Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler gibi romanlarında, “toplumsal” konulardan uzak duran Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde gerçekten bir hiciv mi yazmaya çalışmıştır?
 
Özellikle Mahur Beste’de kullanılan sembollerle, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndekiler birlikte düşünüldüğünde, bu romanın ana karakteri Behçet Bey ile Hayri İrdal arasındaki benzerlikler dikkate alındığında, bu durum da daha somut bir şekilde görülebilir.
 
Ona göre, Hayri İrdal’ın karakteri, annesinden ve daha sonra onun yerine koyduğu Emine’den “ayrılamayan”, bireyselleşememiş , bağımsız bir kişilik oluşturamamış, insanlarla ilişkilerinde sınır ve mesafeleri ayarlayamamış bir adama işaret eder.[12]
 
Bu konuda biraz daha detaylı bilgiler ve bunların Tanpınar’ın romana yazdığı ek ile ilgisi için aşağıdaki bölüme göz atabilirsiniz.
 
Süha Oğuzertem’in okumasında oldukça önemli yer tutan bir diğer unsur da, romanın güncel baskıları içinde yer almayan, ancak Tanpınar tarafından romana bir ek olarak yazılmış bir mektuptur.
 
Romanda ismi “Halit Ayarcı” şeklinde geçen kişinin Doktor Ramiz’e yazdığı bu mektup, Hayri İrdal’ın anıları şeklinde yazılan kitabı baştan aşağıya farklı bir şekilde değerlendirmeyi gerektirir. Bu adreste okuyabileceğiniz kısa mektup, Hayri İrdal’ın okuyucuya gerçek olarak sunduğu neredeyse her şeyi değiştirir.
 
İlk olarak, mektup Hayri İrdal’ın ölümünden sonra Halit Ayarcı’dan Doktor Ramiz’e gönderilmiştir. Bu durum romanın temel bilgilerinden bir tanesini, yani Halit Ayarcı’nın bir otomobil kazasında hayatını kaybettiği bilgisini, otomatik olarak geçersiz kılar. İkincisi, Halit Ayarcı, Doktor Ramiz ve Hayri İrdal, hayatın bazı tesadüfleri sonucu tanışmış kişiler değildir, bunlar Vefa’da aynı sıralarda okumuş, aynı üniversiteye gitmiş, Ankara’da birlikte bulunmuş kişilerdir. Halit Ayarcı, “zekasını ve kalb kuvvetini” kıskandığı Hayri İrdal’ı üç kişilik yakın bir arkadaş grubunun en önemli parçalarından biri olarak görür.
 
Ancak, son ziyaretinde Hayri İrdal, Doktor Ramiz’in “kliniğin[d]e ya­tağının üzerinde oturmuş, iki eli başında düşünen ve biz­lere alâkasız, kendi kendisiyle konuşan” bir adam haline gelmiştir. Ciddi bir paranoya teşhisi konan Hayri İrdal, fiziksel yeteneklerini kıskandığı Halit Ayarcı’yı sahtekar bir dolandırıcı, kendisine yardım etmeye çalışan Doktor Ramiz’i ise kafasını psikanaliz ile bozmuş bir şarlatan olarak resmetmiştir. Bir başka deyişle, romanda anlatılanların hepsi tamamen delirmiş bir adamın kaleminden çıkmıştır ve kurmaca dünyası içinde bile herhangi bir gerçekliği yoktur.
 
Romanın son haline dahil edilmemiş olduğu için, bu eki ne derecede dikkate almak gerektiği tartışılabilecek bir konudur. Ancak mektup dikkate alınırsa, roman için ne ölçüde kullanılabileceği belli olmayan “güvenilmez anlatıcı” kavramı, romanla ilgili söylenebilecek en net ve en somut bilgi haline gelecektir.
 
Berna Moran, bu mektubun kitaba eklenmemesini “Bereket ki…” ifadesiyle açıklar, çünkü bir de bu mektup düşünülürse, roman iyice içinden çıkılamaz bir hal alacaktır. Berna Moran’ın romandaki hiciv boyutunun kaybolması endişesini taşımayan Süha Oğuzertem ise, bu mektubun araştırmacılar tarafından değerlendirilmemesini bir hata olarak görür ve ilerleyen baskılara eklenmesi gerektiğini savunur.
 
 
[1] s. 16
[2] Hayri İrdal okul yıllarını anlatırken sınıfın en arkasında oturduğunu ve kalabalık sınıfını buradan gözlemlediğini ifade eder. Kendi deyişiyle, “İnsan işlerine uzaktan bakmayı oradan” öğrenmiştir, ki bu ifade, aynı şekilde, onun sınıfındaki olayların, arkadaşlıkların ve eğitimin “uzağında” kaldığını ima eder. İlerleyen sayfalarda da durumun bu olduğu daha açık bir şekilde ifade edilir.
[3] Hayri İrdal, 210. sayfada büyüklerinin kendisini birçok türbelere götürdüğünü, birçok “nefesi keskin zatlara” okuttuğunu söyler. İstanbul’daki tüm evliyaları, keramet sahibi zatları zaman zaman ziyaret etmiş olan bu karakterin, çocukluk yıllarından beri ailesi tarafından düzeltilmeye çalışılan bir “bozukluğu” olduğu söylenebilir.
[4] s. 29
[5] s.301
[6] s. s.195
[7] s. 22
[8] s. 11
[9] s. 8-9
[10] Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I. iletişim Yayınları, 1998 s. 187 s. 174 - 175
[11] Nur, Ayşe. Ahmet Hamdi Tanpınar Yeni Eserini Anlatıyor. Yeni İstanbul, nr. 1646, 19 Haziran 1954, s.5
[12] Oğuzertem, Süha. Hasta Saatler, Bozuk Sıhhatler: Enstitü Sorununa Babasız Bir Yaklaşım”. “Bir Gül Bu Karanlıklarda”: Tanpınar Üzerine Yazılar. 472-89.
 

Roman, ağırlıklı olarak Hayri İrdal'a yoğunlaşsa da, pek çok karakter detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır. 

Romanın anlatıcısı dışındaki en önemli karakterinin, Hayri İrdal’ı hayatı boyunca içinde bulunduğu ezilmiş, unutulmuş ve hor görülmüş durumdan kurtaran Halit Ayarcı olduğu söylenebilir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kuruluşunda başrolü oynayan Halit Ayarcı, romanın anlatısı içinde iki farklı şekilde karşımıza çıkar.
 
İlk iki bölümde hiç gözükmeyen, yalnızca kendisinden “bahsedilen” Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ın hayatındaki etkisi ile ön plana çıkar. Özellikle romanın başındaki yorumlarıyla Hayri İrdal, onu “büyük adam”, “hayatında güze, faydalı ne varsa hepsinin nedeni”, “yüksek meziyeti” “aziz velinimeti” gibi son derece övgü dolu cümlelerle tanıtır.[1]
 
Ancak bu övgülerin içinde, Hayri İrdal romanın başındaki naif tutumuyla onun bazı konularda yalanlar söylediğini, tam anlamıyla “iyi” bir insan olmadığını da ima eder. Örneğin, Ahmet Zamani Efendi ile ilgili yazılan kitabın onun teşvikiyle yazıldığı ve bu yalanların pek çoğunu onun bulduğu, yukarıdaki cümlelerin geçtiği sayfada görülebilir.
 
Halit Ayarcı’nın romana katıldığı noktada ilk dikkat çeken özelliği, Hayri İrdal’a bakışları olur. Diğer insanların aksine, ona “küçültme, yadırgama ve alay” ile bakmayan, onu anlamaya çalışan Ayarcı, bu sayede romanın anlatıcısı üzerinde olumlu bir etki bırakır[2]. Daha sonra ona sürekli olarak ilgi göstermesi, romana ismini veren Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün de temellerini atar.
 
Halit Ayarcı, tek ifade ile, “pragmatik bir realist” olarak tanımlanabilir. Ancak Tanpınar’ın da kullandığı “realizm” ifadesi, Ayarcı için tamamen farklı bir şey ifade eder. “Realist olmanın hiç de hakikati olduğu gibi görmek olmadığını” savunan Ayarcı, yeni neslin realizmini “elimde bulunan bu mal, bu nesne ile ne yapabilirim?” sorusu ile açıklar.[3]
 
Hayata bu şekilde yaklaşan Halit Ayarcı’nın en büyük merakı, “imkansız, insanları şaşırtacak, hatta korkutacak işlere” bulaşmak, bu işlerde başarılı olmaya çalışmaktır. Kendisini tanıyan Sabriye Hanım’a göre, “kutup seyahati, kaçakçılık,” gibi her şey elinden gelmesine rağmen, örneğin devlet memuriyetlerinde fazla uzun süre kalamaz, çünkü bu işler aradığı kadar heyecanlı, “olay yaratacak” işler değildir.[4]
 
Bu hırsını Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü kurmaya adayan Ayarcı, kişisel vasıfları ile anlamsız ve absürt gözüken bu kurumu resmen açmayı, meşhur hale getirmeyi, hatta dünyaya yaymayı başarır. Rahat bir şekilde emir veren,[5] Hayri İrdal’ın halası gibi, romanın en aksi karakterini bile kendi istekleri uğruna çalıştırmayı başaran[6] Ayarcı, insanların kendisine tamamen inanmadığını hissettiği anda da bu işten sıkılır ve her şeyi bırakır.
 
Romanın başında ondan dünyanın en harika insanıymış gibi bahseden İrdal, romanın sonlarına doğru onunla pek çok konuda tartışmaya, özellikle Enstitü’nün kapanışına giden süreçte ondan tamamen uzaklaşmaya başlar. İrdal’ın Ayarcı’da önemli sorunlar gördüğünü gösteren alıntılardan bir tanesi 322. sayfada yer alır:
 
Ne garipti, hepimiz Halit Ayarcı’nın elinde bir kukla gibiydik. O bizi istediği noktaya getiriyor ve orada bırakıyordu. Ve biz o zaman, sanki evvelden rolümüzü ezberlemiş gibi oynuyorduk. İçimizde ona karşı hiddet, kin, isyan ve hayranlık birbirine karışıyordu.[7]
 
Tüm bu özellikleri Halit Ayarcı’yı değerlendirmek için kullanırken belirleyici olması gereken bir nokta, onunla ilgili bildiğimiz her şeyi Hayri İrdal’ın kaleminden okuduğumuz gerçeğidir. Halit Ayarcı, Türkiye’nin yeni döneminde yaşayan, yenileşmeyi ve modernleşmeyi kendi kişisel eğlencesi ve hırslarına alet eden insanların bir eleştirisi, bir hicvi midir? Yoksa asıl “rahatsız” olan Hayri İrdal’ın kendisi midir?
 
Bu konuyla ilgili daha detaylı bir tartışma için, yandaki Hayri İrdal sekmesine göz atabilirsiniz.
 
[1] s. 8 -9
[2] s.184
[3] s.221
[4] s. 253
[5] s. 204
[6] s. 280 - 81
[7] s. 322

Roman, ağırlıklı olarak Hayri İrdal'a yoğunlaşsa da, pek çok karakter detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır. 

Romanın en önemli karakterlerinden bir tanesi olan Doktor Ramiz, aslında hikayenin gidişatı içinde yalnızca bir bölümde büyük rol sahibi olur. Hayri İrdal romanın girişinde ondan bahseder ve daha sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde görev aldığını da belirtir, hatta Hayri İrdal’ı Halit Ayarcı ile tanıştıran da Doktor Ramiz’dir, ancak bu bölümlerin hiçbirinde, bu karakter gerçek anlamda değerlendirilmemektedir.
 
Doktor Ramiz’i gerçekten gördüğümüz ve tanıdığımız yer, romanın ikinci kısmı Küçük Hakikatler’in dördüncü bölümüdür. 94. sayfadan 119. sayfaya kadar devam eden bu uzun bölüm, Hayri İrdal’ın Adli Tıp’a gönderildikten sonra Doktor Ramiz’in “deney tahtası” haline gelmesini konu alır. Avrupa’da psikanaliz üzerine çalışmış olan Doktor Ramiz, bu dönemde yeni bir bilim dalı olan psikanalizin, hayattaki her şeyi açıkladığına inanır.[1] Psikanalizi hayatta bazı konuları aydınlatabilecek bir araç değil, hayatın tek amacı olarak gören bu karakter, “bu yeni ilmin her şey” olduğuna, hayatta “yalnız psikanalizin olduğuna” inanır.[2]
 
Türkiye’ye dönüşünün üzerinden iki sene geçmiş olsa da[3], bir türlü kendisine psikanaliz yapması için uygun bir hasta verilmeyen Doktor Ramiz, ilk hastası Halit Ayarcı’yı yalnızca bu açıdan inceler. Ancak ironik bir şekilde, tüm eşyalarını kullanacak olsa bile çantasına koymak, sürekli tırnaklarını temizlemek gibi, asıl kendisi obsesif – kompulsif bozukluk semptomları gösteren bu genç doktor psikanalizi de tam anlamış gibi gözükmemektedir.
 
Arka Plan bölümünde daha detaylı okuyabileceğiniz gibi, psikanaliz yapan bir doktorun hastasının rüyalarını dinlemesi ve bunlara göre belli çıkarımlar yapması gerekir. Doktor Ramiz ise, Hayri İrdal’a “Baba Kompleksi” teşhisi koyar, ancak onun bu konuyla ilgili hiçbir rüya görmediğini fark eder. Bunun üzerine, tamamen absürt bir şekilde, Hayri İrdal’dan “hastalığına daha uygun rüyalar görmesini” ister,[4] ona “bu hafta görmesi lazım gelen rüyaların listesini” vermeye çalışır.[5]
 
Bütün bunlar, Doktor Ramiz’in okurlar tarafından psikanalize getirilmiş bir eleştiri, bir psikanaliz hicvi olduğu izlenimini yaratır. Ancak bu tartışma biraz daha ileriye götürülebilir. Doktor Ramiz bir psikanaliz hicvi midir, yoksa bu düşünceyi “yanlış” anlayanların, her sorunun bununla çözülebileceğini, her meselenin psikanalize uyarlanabileceğini düşünenlerin mi?
 
Berna Moran, Doktor Ramiz’in Avrupa’da eğitim almış, genç bir aydın olmasından hareketle, onu Avrupa’ya giden, burada bir alanda tahsil yapan ve kendi alanlarında öğrendikleri sistemler ile Türkiye’nin bütün sorunlarını bir anda çözebileceğini düşünen kişileri hatırlattığını da ifade eder.[6]
 
Süha Oğuzertem ise, romanın geneli için olduğu gibi, Doktor Ramiz için de hiciv kavramının kullanılmasını tamamen sorgular.[7] Ona göre, Hayri İrdal öyle ya da böyle Adli Tıpta müşahede altında tutulmuş, “hasta sıfatıyla” Doktor Ramiz’in karşısına çıkmış birisidir. Üstelik, Doktor Ramiz’in onun kendisine sürekli yeni bir baba araması ile ilgili yaptığı çıkarımlar[8], evdeki saat Mübarek’e bir insan gibi yaklaşması ile ilgili tespitler[9] de son derece doğru teşhislerdir.
 

Hayri İrdal'ın Halit Ayarcı'ya kadar "baba arayışları"
 
Romanın bir bütün olarak Hayri İrdal tarafından anlatıldığını, yani “hastanın” doktoru ile ilgili yorumlar yaptığını düşünürsek, bunların bir hiciv olarak değerlendirilmesi de giderek zorlaşır. Eğer Hayri İrdal gerçekten akli dengesi yerinde olmayan bir adamsa, onun kendisini tedavi etmeye çalışan kişi ile ilgili yaptığı yorumlar nasıl objektif gerçekler olarak kabul edilebilir?
 
Özellikle Tanpınar’ın romana bir ek olarak tasarladığı, ancak kitabın son haline dahil etmediği mektup, bu konuda aydınlatıcı olabilir. Bu konuda daha fazla bilgi için, Hayri İrdal sekmesine göz atabilirsiniz.  
 
[1] s. 130
[2] s. 99
[3] s. 100
[4] s. 114
[5] s. 115
[6] Moran, Berna. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I. iletişim Yayınları, 1998 s. 187
 
[7] Oğuzertem, Süha. Hasta Saatler, Bozuk Sıhhatler: Enstitü Sorununa Babasız Bir Yaklaşım”. “Bir Gül Bu Karanlıklarda”: Tanpınar Üzerine Yazılar. 472-89.
 
[8] s. 108
[9] s. 109

Roman, ağırlıklı olarak Hayri İrdal'a yoğunlaşsa da, pek çok karakter detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır. 

Romanın genelinde tipik bir iyi - kötü karşıtlığından bahsetmek mümkün olmasa da, romanda “kötü karakter” rolüne en çok yaklaşan karakter Cemal Bey olur. İlk bölümlerde Cemal Bey’in kendi içinde “kötü” bir insan olduğu söylenemez. İş konusunda Hayri İrdal’a karşı biraz sert olduğu doğru olsa da, onun tepkileri Hayri İrdal’ı gören diğer insanların tepkilerinden çok farklı değildir:
 
Sonra şahsımı gülünç buldu. Yüzüme karşı, “Demek böyle adam olurmuş!” diye açıktan açığa hayret etti ve hemen arkasından hususi işine koşturdu. Ve bu sonuna kadar böyle devam etti.[1]
 
Cemal Bey’n rolünün gerçekten “kötü” bir karaktere dönüşmesi, Hayri İrdal’ın onun eski karısı Selma Hanım ile bir ilişki yaşamasıyla olur. Bundan sonra Cemal Bey, doğrudan Hayri İrdal’a saldırmaya, İrdal ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün girişimlerini baltalamaya başlar. Ahmet Zamani Efendi yalanına karşı Fenni Efendi yalanını uydurması, bunun en iyi örneği olarak gösterilebilir.[2]
 
Cemal Bey’i klasik bir “kötü adam” portresine yaklaştıran ilginç bir detay ise 304 ve 305. sayfalarda verilir. Daha önce bu karakter ile ilgili böyle bir şey söylememiş olan Hayri İrdal, onun beş yaşında misafirliğe gittiği bir evde kavanozdan balıkları tek tek çıkarıp eliyle gözlerini kör ettiğini, daha sonra da acı çekmelerini izlediğini ifade eder. Bu durum da, Cemal Bey’i rahatsız edici,  hırçın bir adam olmanın ötesine, Tanpınar’ın Huzur ve Sahnenin Dışındakiler romanlarındaki gibi “bariz” bir kötü adam olma konumuna taşır.
 
Bunların tümü değerlendirilirken, bu romanı bize sunan bakış açısının, yani Hayri İrdal’ın objektif olmadığı da unutulmamalıdır. Hayri İrdal’ın kendisine kötü davranan, işten çıkaran ve karısına aşık olduğu bir adamı, bilinçli olarak kötü göstermesi de bir ihtimal olabilir.
 
[1] s. 153
[2] s. 299 - 300

Roman, ağırlıklı olarak Hayri İrdal'a yoğunlaşsa da, pek çok karakter detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır. 

Söylediği mecazi sözler ve saat ile insanlar arasında kurduğu paralelliklerle daha sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ve romanda tam olarak ne olduğu açıklanmayan “zaman felsefesi”nin temellerini atan Nuri Efendi, kitaptaki önemli figürlerden bir başkasıdır.
 
Nuri Efendi, Hayri İrdal’ı saatlerle gerçek anlamda tanıştıran kişi olarak romanın olay örgüsünde bariz bir rol oynar. Ancak Nuri Efendi, belli açılardan romandaki diğer karakterlerden ayrılır: Yaptığı işi gerçekten seven, bu işi bilerek ve anlayarak yapan Nuri Efendi, bu yönden romandaki sayılı “mantıklı” insandan biri olarak gösterilebilir. Her şeyden önce, kendisinin yaptığı “saat tamiri” işinin, romandaki diğer karakterlerin uğraştığı alanlara göre en azından “işe yarar” bir boyutu olduğu söylenebilir.
 
Bununla birlikte, belli noktalarda romanın atmosferinde bulunduğunu söyleyebileceğimiz absürtlükler Nuri Efendi’de de gözükür. Modern saat anlayışının muvakkit ve muvakkithaneleri “gereksiz” kılmasının bir yansıması olarak da okunabilecek bir cümleye göre, Nuri Efendi “şehir saatleri çoğalınca ayarsız saat göreceğim korkusuyla” muvakkithaneden çıkamaz hale gelir.[1]
 
[1] s. 34

Roman, ağırlıklı olarak Hayri İrdal'a yoğunlaşsa da, pek çok karakter detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır. 
 
Hayri İrdal’ın iki evliliği, romanın gidişatı içinde önemli rol oynayan ögeler olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar İrdal’ın ikinci eşi Pakize romanda kendisine daha fazla yer bulsa da, Emine’nin ona göre çok daha olumlu bir karakterdir.
 
Hayri İrdal, Abdüsselam Bey’in isteğiyle evlendiği Emine’yi gerçekten sever ve onun hayatını kaybetmesini hayatının en müthiş felaketi olarak tanımlar.[1] Bu ilk evlilik sırasında, aileleri fazla zengin ve rahat bir hayat sürmez, ancak yıllar sonra, Saatleri Ayarlama Enstitüsü sayesinde zengin ve tanınmış biri haline gelse de içinde yaşadığı saçma dünyayı bir türlü kabullenemeyen İrdal, Emine ölmese “bunların hiçbirinin olmayacağını”, birbirine alışmış, hayatı birlikte göğüsleyen, birbirini seven iki insan olarak mutlu bir şekilde yaşayabileceklerini düşünür.[2]
 
Emine’nin bu sevecen ve ayakları yere basan tutumunun aksine, Pakize Hayri İrdal’ın daha sonraki yıllarda yaşadığı hayata uygun bir şekilde oldukça absürt bir figürdür. Birbirlerini hiçbir zaman gerçek anlamda sevmedikleri hissedilen bu iki karakter, ancak Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kuruluşundan ve Hayri İrdal’ın zengin, başarılı birisi olarak kabul edilişinden sonra birbirine tahammül etmeye başlar.
 
Bunun öncesinde Pakize, yalnızca sinemayla ilgilenen, hatta kendisini sinemada izlediği karakterler zannedecek kadar “deli” bir figür olarak resmedilir.[3]
 
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki pek çok karakterin “akli dengeleri”, veya “akıl sıhhatleri” sorgulanabilir. “Sıhhat” ve “saat” kelimeleri üzerinden de farklı bir boyut kazanan bu düşünceyi, Arka Plan bölümümüzden daha detaylı olarak okuyabilirsiniz.
 
Hayatı yalnızca gösteriş için yaşayan ve gösteriş yapabileceği imkanlar tanındığı sürece mutlu olan Pakize, Hayri İrdal’ın hayatının ilerleyen dönemlerindeki önemli mutsuzluk kaynaklarından biri haline gelir.
 
[1] s. 140
[2] s. 287
[3] s. 147
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon