Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat Şemseddin Sami

Zaman ve Mekân
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu
Toplumsal Mesaj
Toplumsal Eleştiriler

Özellikle merkeze koyduğu toplumsal eleştirileri daha iyi değerlendirebilmek açısından Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta zaman ve mekân önemli unsurlardır. 

Şemseddin Sami, romanın geçtiği mekanlar konusunda oldukça detaylı bilgiler verir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da geçen kitapta, olayların geçtiği yerler açık bir şekilde ifade edilir: Talat ve annesinin yaşadığı yerin, Hacı Baba’nın dükkânının ve Ali Bey’in konağının yerleri yazar tarafından net olarak okuyucuya ulaştırılır. 
 
Romanda adı geçen önemli yerleri, yukarıdaki haritadan inceleyebilirsiniz. 
 
Bu önemli mekânların yanında kitapta öne çıkan iki temel mekân Hacı Baba’nın evi ve Ali Bey’in konağı olur. Her iki durumda da bu mekânlar, Fitnat’ın “hapsedildiği” yerledir: Üvey babasının evinden hiç çıkamadığı için aşık olduğu Talat’ı bile kafesten gören Fitnat, daha sonra hileyle evlendirildiği Ali Bey’in konağında yaşamak zorunda kalır. 
 
Bu iki mekânın bu boyutu, Fitnat ile Talat arasındaki aşkın tuhaf gelişimi açısından önemli detaylardır. Talat, bu “mahrem” yerlere kendisi olarak giremeyeceği için kadın kılığına girerek Ragıbe Hanım kimliğini üstlenir. 
 
Şemseddin Sami zaman konusunda eşit ölçüde açık bir tavır sergilemese de kitapta anlatılanların aşağı yukarı kitabın yazıldığı dönemde geçtiği anlaşılabilir. Kitaptaki bazı detaylardan, olay örgüsünün birkaç aylık bir sürede yaşandığı sonucu çıkarılabilir. İlk sayfalarda Talat’ın yaşıyla ilgili konuşurken, annesi onun yaşıyla ilgili şu cümleyi kurar:
 
- İşte şimdi Nisan çıksın Mayıs beşinde on dokuza basar.[1]
 
Kitabın sonuna doğru Fitnat’ın Ali Bey’in konağına götürülürken “yazı orada geçirme” bahanesiyle vapura bindirildiği düşünülürse romanın sonu da yaz aylarında, yani bundan birkaç ay sonra geçiyor olmalıdır. 
 
Elbette, “Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu” sekmesinden daha detaylı olarak okuyabileceğiniz gibi Şemseddin Sami romanda zamanı doğrusal bir şekilde kullanmaz, belli noktalarda geriye gidip Talat’ın annesi Saliha Hanım’ın evlilik hikâyesini ve Ali Bey’in karısından boşanma sürecini de anlatır. 
 
Dipnotlar
[1]S. 6
Türk edebiyatının ilk romanı olarak değerlendirilen Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın kurgu yapısı ve anlatı üslubu edebiyat tarihi açısından önemlidir. Şemseddin Sami, bu kitapta kullandığı üslupla yalnızca kendi romanı için değil genel olarak Türk romanının ilk dönemi için yeni bir yapı ve yeni bir dil oluşturmuş olur. 
 
Kurgu açısından Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat iki farklı yapıda ilerler. Romanın ana karakterleri arasında yaşanan aşk ilişkisi basit bir yapı üzerinden devam eder: Romanın başladığı noktadan bir süre önce Fitnat’ı görüp ona âşık olan Talat, yaptığı plan sayesinde Fitnat'la tanışmayı başarır. Talat ve Fitnat’ın birbirini tanıdığı birkaç aylık sürede yaşananlar, okuyucuya doğrusal bir şekilde anlatılır. 
 
Romanın genel kurgusu ise doğrusal bir akışta değildir – öyle ki Talat ile Fitnat arasındaki aşk ilişkisi kitabın otuz yedinci sayfasına kadar anlatılmaya başlanmaz.
 
Şemseddin Sami, Talat ve Fitnat arasındaki aşkı merkeze koyarken, bu iki karakter dışındaki kişilere de yoğunlaşır ve onların hikâyelerine de kayda değer yer ayırır. Kitabın ilk otuz yedi sayfası, Talat Bey ve Fitnat Hanım ile ilgili değil Talat Bey’in annesi Saliha Hanım ile ilgilidir. Şemseddin Sami ilk sayfalarda Saliha Hanım’ın kocası Rıfat Bey ile nasıl evlendiğini, bu evliliğe giden yolda nasıl sıkıntılar yaşadığını anlatır. Benzer şekilde, ilerleyen bölümlerde Fitnat’ın babası Ali Bey’in başından geçenler de detaylı bir şekilde okuyucuya aktarılır.

Romanın genel anlatısı içinde farklı karakterlerle ait hikayelerin anlatılması, edebiyatta zaman zaman “çerçeve anlatı” olarak adlandırılan bir teknikle açıklanabilir. Yukarıdaki şema bu adlandırmayı daha iyi anlamayı sağlayabilir.
 
Arka Plan bölümünde detaylı olarak değindiğimiz gibi Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat, roman türünün gereklilikleri açısından bazı eksiklikler taşır. Bunların basit bir listesini aşağıda görebilirsiniz. 
 
Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta kullanılan dil de Türk edebiyatında önemli bir geçişi simgeler. Şemseddin Sami, romanında okurların daha önceden alışık olduğuna göre farklı bir dil kullandığı için kitabın sonuna bir “Uyarı” bölümü eklemiş ve kitapta bilinen yazım kurallarına uyulmamış olabileceğini ifade etmiştir. 
 
Bunlar içinde önemli bir detay; başta Ayşe Kadın olmak üzere bazı karakterlerin diyaloglarının gerçekten konuştukları şekilde, şiveyle yazılmış olmasıdır. 
 
Şemseddin Sami; romanda kendi dönemi için akıcı, okuma yazma bilen kitleler tarafından rahat okunabilecek bir dil kullanmıştır. Bununla birlikte; Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın günümüzden yaklaşık yüz elli sene önce, Türkçenin çok farklı olduğu bir dönemde, yazıldığı unutulmamalıdır. Bu sebeple kitabın sadeleştirilmemiş halini okumak zorlayıcı olabilir. 
 
Sitemizden kitabın hem orijinal hem sadeleştirilmiş halini indirip iki metni birbiriyle karşılaştırabilirsiniz:

Ta'aşşuk-ı Talat ve Fitnat Orijinal Metin

Ta'aşşuk-ı Talat ve Fitnat Sadeleştirilmiş Metin

Elbette Şemseddin Sami’nin daha önce edebiyatımızda var olmayan bir türün ilk örneğini yazarken kullandığı dil, bugün Türkçe romanlarda beklediğimiz standartlardan farklıdır. Bunun en bariz örneği, yazarın zaman kullanımı ile ilgilidir. Günümüzde, sadece romanlarda değil, iyi yazılmış herhangi bir metinde belli bir “zaman bütünlüğü” olmasını, farklı zamanların bir arada kullanılmamasını bekleriz. Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta ise yazar, farklı zaman kalıplarını serbestçe bir araya getirmiştir. Aşağıda bu durumu yansıtan basit bir örnek görebilirsiniz:
 
Bir Cuma günü Rıfat Bey bana gelmiş idi. Peder de evde bulundu. Rıfat Bey gitti pederimin elini öpdü. Peder ne okuduğunu ne yazdığını sordu anladı. Onun güzel hareketini, güzel söylemesini pek çok beğendi tahsîn eyledi. Rıfat Bey gitdikden sonra akşam odaya girdim bakdım ki babam anam ile konuşuyorlar idi. Ve bir çocuğu methediyorlar idi. Anladım ki Rıfat Bey’i methediyorlar. Gönlüm tiz tiz vurmağa başladı. Kızardım sarardım nihayet oturdum işitiyordum ki şu mükâlemeyi ederler. Babam diyor ki, (…)[1]
 
Tanzimat dönemi açısından önemli bir detay, Şemseddin Sami’nin kitapta “müdahil”; yani olayların akışını bölerek araya giren bir anlatıcı yapısı kullanmış olmasıdır. Bu durum; belli noktalarda yazarın olay akışını bölüp kendi fikirlerini paylaşmasında[2][3], belli bölümlerde ise geçişlerin tam bir sohbet havasıyla yapılmasında karşımıza çıkar:
 
Şimdi Talat Bey (diğer bir deyişle Ragıbe Hanım) ile Fitnat Hanım görüşmekte, konuşmakta, sevişmekte olsunlar. Biz biraz Üsküdar’a geçelim: 
 
Üsküdar’da Toptaşı’nda bir büyük konak vardı ve belki daha vardır. Bu konağın haremlik selamlık olarak yirmi otuz odası var. Her tarafı güzel, süslü, kıymetli döşemelerle döşenmiş. Gayet geniş bir bahçesi var ki içinde bir iki bahçıvan daima çalışır.[4]
 
Hem müdahil anlatıcı kullanımı ile bir arada düşünülebilecek hem de roman yapısının günümüzdeki roman anlayışından nasıl ayrıldığını gösterebilecek bir başka önemli detay, Şemseddin Sami’nin belli noktalarda romanın “finali” ile ilgili bilgiler vermesidir. Kitabın yetmişinci sayfasında, romanın finalindeki tüm detayları ortaya koyan şu cümle yer alır:
 
İşte Talat ile Fitnat her gün görüşüyorlardı. Her günkü konuşmaları bu anlattığımız konuşmalarının aynısıydı. Talat Bey, her ne kadar ki aklı nakışta değildi; biraz nakış işlemeğe alıştı. Fitnat Hanım biraz okumaya başladı, başladı lakin bu görüşmeleri ne kadar sürdü? ... On gün yalnız on gün! On gün sonunda yukarıda dediğimiz kara gün geldi. Niçin kara gün dedik? Çünkü o gün Talat ile Fitnat’ın saadetine son verdi. Ümitlerini bitirdi. Nihayet ölümlerine sebep oldu! ... Bu türlü bir güne kara gün demeyip de ne diyelim?...[5]
 
Bütün bunlar, Türk edebiyatında ilk kez roman türünde bir eser üreten Şemseddin Sami’nin kullandığı kurgu yapısı ve anlatı üslubu hakkında biraz daha fikir sahibi olmayı sağlayabilir.
 
Dipnotlar
 
[1]S. 15
[2]S.12 
[3]S. 36
[4]S. 71 – Orijinal metinden
[5]S. 70

Talat ve Fitnat arasındaki aşkı konu alan bu eser, çok belirli bir toplumsal mesajın etrafında kurgulanmıştır: Talat ve Fitnat gibi birbirini seven, evlenmek isteyen gençlerin evlenmesi engellenmemeli; aileler farklı sebeplerle çocuklarını başkalarıyla evlenmeye zorlamamalıdır.
 
Şemseddin Sami, roman genelinde bu mesajı hem olay örgüsü vasıtasıyla hem de de doğrudan karakterlerin diyalogları üzerinden verir.
 
Romandaki olayları çok temel bir şekilde incelemek, yazarın mesajını rahat bir şekilde görmeyi mümkün kılar: Talat ve Fitnat, ilk görüşte birbirlerini beğenip âşık olduktan sonra tanışır ve birbirlerini gerçekten sever. Ancak Fitnat, üvey babası Hacı Mustafa’nın isteğiyle zengin Ali Bey ile evlendirilir. Fitnat’ın istediği kişiyle değil ailesinin zorladığı biriyle evlenmesi iki genci büyük bir mutsuzluğa sürükler. Fitnat kitabın sonunda intihar eder; Talat ise mutsuzluktan hasta olur, sevgilisini son kez gördükten sonra o da hayatını kaybeder. 
 
Trajik ve romantik bir “abartı” içermesine rağmen, kitabın mesajı basittir: Çocukların kendi istekleri dışında evlendirilmeleri, onları mutsuz edip pek çok olumsuz sonuca yol açabilir.   
 
Şemseddin Sami, bu mesajı kitap içinde daha açık bir şekilde de dile getirir.
 
Hacı Baba, evlilik kararı verildikten sonra bu kararı Fitnat ile paylaşmaya gider; ama Fitnat’ın yanına gidiş amacı “rızasını istemek” değil “müjde vermek”tir.[1] Evlilik, evlenecek kişiye sorulmadan zaten olup bitmiş bir mesele gibi değerlendirilir. 
 
Fitnat’ın bu haberi aldıktan sonra yaşadıklarını gören ve Talat’ı sevdiğini öğrenen Hacı Mustafa, üvey kızının aşkını ciddiye almaz: 
 
Bir adamı öyle bir defa pencereden görmekle nasıl o kadar sevmiş ki böyle bir mutluluğu onun aşkına feda etsin? O daha çocuktur. Daha dünyadan haberi yok. Şimdi böyle şeylerde ona sormak onun dediğini yapmak hatanın ta kendisidir.[2]
 
Benzer alıntılar, kitabın önceki bölümlerinde de bulunabilir. Saliha Hanım, kendi evlilik hikâyesini anlatırken babasının Rıfat Bey ile evlenmesine izin vermediğini; çünkü Rıfat Bey’in babasını sevmediğini anlatır. Saliha Hanım’ın anne ve babası buna karşın Rıfat Bey’in annesi Kamile Hanım’ı sevmekte, hatta onun böyle bir adamla evlenmek zorunda kalmasına üzülmektedir. Saliha Hanım’ın annesi, bu konudan bahsederken şu cümleleri kurar:
 
Ah zavallı biz karılar! … Bizi hiç insan sırasına koymazlar! Babalarımız istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler. O adamların tabiatını sormazlar, biz o adamlar ile geçinecek miyiz? Orasını hiç düşünmezler. Bize bir defa filan adamı koca ister misin yahut kimi koca istersin diye sormak yok. Bize derler “işte seni filan adama vereceğiz”, biz ses çıkarmayız. Ama gönlümüz ne der? Yarabbi, babamın bu söylediği efendi genç olsun, güzel olsun, iyi huylu olsun. Gerçi bazı defa öyle çıkar, lakin bazı kere de bütün bütün zıddına gider. Bakarız bize koca olacak adam altmış yaşında yahut bir gözden kör yahut burunsuz yahut sarhoş yahut ahmak… Ah siz erkekler ne zalimsiniz! [3]
 
Kitabın hemen başında Talat’ın iyi eğitimli annesi Saliha Hanım ile evdeki dadı Ayşe Kadın arasındaki şu konuşma evlilik konusundaki en kayda değer diyaloglardan bir tanesidir:
 
- Ah! ... Nişün? Heb âlem nasıl yapar; biz de öyle yapar. Sen feraceyi al ben de başörtüsü alır bu gun bir mahalle, yarın bir mahalle gezar, gorur kız beğandi, alır.
 
- Ah! Dadı, şimdi beni kızdırırsın. Yirmi bir sene var beraber yaşıyoruz tabiatımı anlamadın mı? Hiçbir defa sormadın, merhum kocam beni öyle mi almıştır? Ben bir kızı bir kere görmekle ne tanıyacağım? Yüzünü bile anlayamam. Sonra gelin yalnız güzel mi olmak lazım? Ben bir akıllı olmadıkça namuslu olmadıkça, tabiatı iyi olmadıkça, ben hiç onu kendime gelin yapar mıyım? Sonra benim beğendiğimi, senin beğendiğini oğlum beğenir mi bakalım? Hep millet nasıl yaparsa biz de öyle yapalım diyorsun. Lakin görmez misin ki halkın çoğu bugün evlenir yarın kocası karısını yahut karısı kocasını bırakır. Bin türlü rezalet olur. Olacak a. Görmeden bilmeden bir kız alırlar. Hiç sormaksızın bilmediği kocaya verirler. Acaba çocuk o kız ile geçinebilecek mi? Beğenecek mi? Sevecek mi? Kız da onu isteyecek mi? Babası anası buralarını hiç düşünmüyorlar. 
 
- Kız ne bilür, şocuk ne bilur. Onlar cahil. Baba ana onlara nasıl emreder, onlar öyle yapar.[4]
 
Bu diyalogta; gençlerin “cahil” olduğunu, ana - baba nasıl emrettiyse öyle davranması gerektiğini savunan Ayşe Kadın, “eski” ve geleneksel evlilik anlayışını; daha mantıklı açıklamalar yapan Saliha Hanım ise Şemseddin Sami tarafından savunulan modern evlilik anlayışını temsil eder. 

Tanzimat yazarlarının evlilik konusuna bu kadar önem verme sebepleri hakkında daha detaylı bilgiler için sol taraftaki menünün son başlığını inceleyebilirsiniz. 
 
[1]s. 81
[2]S. 84
[3]S. 16
[4]S. 9
Bir önceki sekmede değindiğimiz “evlilik” mesajı dışında, Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta karşımıza bazı toplumsal eleştiriler de çıkar. Bu toplumsal eleştirileri "Yanlış Batılılaşma” ve “Kadın” başlıkları altında değerlendirebiliriz. 
 

Yanlış Batılılaşma

 
Tanzimat Edebiyatı’nın en önemli temalarından bir tanesi olan Yanlış Batılılaşma, Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta çok merkezi bir konumda değildir. Ancak belli noktalarda Şemseddin Sami’nin bu konuya değindiği görülebilir. 
 
Bu kavram altında değerlendirilebilecek örneklerinden bir tanesi, Saliha Hanım’ın kocası Rıfat Bey’in babasıdır. Saliha Hanım Rıfat Bey’i çok sevmesine rağmen, ailesi ilk anda onunla evlenmesini istemez, çünkü babasının çok “fena” bir adam olduğunu düşünür:
 
A çok hayırsız, pek berbat heriftir. Gece gündüz sarhoş, müsrif, kumarbaz... Yani her fenalık üzerinde... Pederinden şu kadar mal buldu, karısından da aldı. Hepsini yedi bozdu. Az bir şey kalmış imiş, o da kadının sayesinde. Dün kahvede işittim, karısı keseyi almış da kocasına her gün belli miktarda bir şey verirmiş. Ama geçmiş ola. Şimdi bir şey kalmadı ki... da... O kadar iyi karısı var a... belli... çocuğa baksana. O terbiye elbette validesindendir... Ah biçare o çocukla teselli olur. Allah bağışlasın![1]
 
Her ne kadar kitapta Rıfat Bey’in babasının bu durumunu yanlış Batılılaşmaya bağlayabilecek daha somut bilgiler verilmese de, sarhoşluk, kumarbazlık, mirasyedilik gibi özellikler, Tanzimat romanlarında genellikle bu kavramla özdeşleştirilir. 
 
Somut olarak yanlış Batılılaşma temasına bağlanabilecek bir konu ise, özellikle Hacı Mustafa tarafından sık sık dile getirilen “seyir yerleri” konusudur. Üvey kızı Fitnat’ın namusu konusunda neredeyse takıntılı olan Hacı Mustafa, onun hiçbir koşulda evden çıkmasına izin vermez. En büyük korkusu, kızının bir şekilde evden çıkıp bu dönemde popüler olan mesire yerlerine gitmesidir. 
 
Batılılaşmanın bir ürünü olarak görülen mesire yerlerinde ahlaka aykırı şeylerin yaşandığı düşüncesi, Tanzimat romanlarında sık sık karşımıza çıkar. Kitabında bu konuya fazla değinmese de, Şemseddin Sami burada Batılılaşma ile “yanlış Batılılaşma” arasındaki çizgiyi çekmeye dikkat eder. 
 
Evine gelen nakış ustası Şerife Kadın ile konuşmasında, Hacı Mustafa bunun alafranga bir adet olduğu görüşüne karşı çıkar – ona göre Fransız bir madame’ın böyle bir yerde görülme olasılığı yoktur; bu sadece Batı’ya ait bir adet değil, yalnızca toplumdaki yozlaşmanın bir sonucudur. [2]
 

Kadın

 
Bir önceki sekmede bahsettiğimiz evlilik konusu ile de bir arada düşünülebilecek bir başka eleştiri, toplumun kadınlara karşı yaklaşımıdır. 
 
Şemseddin Sami, bu konuyu bazen evliliğin bir uzantısı olarak ele alır. Saliha Hanım’ın annesinin evlilik konusunda söylediği sözlerin girişi, bunun iyi bir örneği olarak gösterilebilir:
 
Ah zavallı biz karılar! … Bizi hiç insan sırasına koymazlar! Babalarımız istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler (…)[3]
 
Benzer bir başka örnek ise, Ali Bey’in karısını boşama şeklidir. Birbirlerini çok sevmelerine rağmen, çabuk sinirlenen ve siniri günlerce geçmeyen bir adam olan Ali Bey yaşadıkları bir tartışma sonrasında karısını boşama kararı alır. Daha sonra bu karardan pişman olup hayatı boyunca eski karısının ardından yas tutsa da, Ali Bey’in böyle ani bir kararla karısını boşayabilmesi, kitaptaki önemli toplumsal eleştirilerden bir tanesidir. Şemseddin Sami, Ali Bey’in karısı Zekiye Hanım’ın ağzından yazdıklarında bu düzeni de ciddi şekilde eleştirir:
 
Ah zalim! … Ah hain! … Ben onu o kadar seviyordum! O ise beni aldatmak için severim meverim diyordu. Yalandan bir sevgi gösterirdi. Beni gerçekten sevseydi, böyle sebebsiz kovar mıydı? Ah! … Erkeklerin sevgisine inanmak! Onların sadakatine aldanmak! Ne büyük kabahat! … Ah zavallı biz kadınlar! Biz evlendiğimiz vakit zannederiz ki bir koca bir arkadaş alıyoruz. Halbuki erkekler bize o gözle bakmıyorlar. Onlar, evlendikleri vakit karılarına verdikleri önem, satın alacakları bir beygir yahut bir arabaya verdikleri önemden azdır! … Evet, hakları var a… Çünkü bir beygir alacaklar, eğer iyi çıkmaz ise yine satmaya mecbur olacaklar. Lakin aldıkları fiyat ile belki satamazlar. İşte bir zarar korkusu var. Fakat karıları iyi çıkmaz ise (!), doğalarına uygun değilse (!) hiçbir zarar etmeksizin onları bırakırlar. Başkalarını, daha iyilerini (!) alırlar. İşte bizi hayvan yerine bile tutmazlar. Ne yapalım? Güç onların elinde… Nasıl isterler ise öyle yaparlar! [4]
 
Ta’aşşuk-ı Talat ve Fitnat ile ilgili en ilginç noktalardan bir tanesi, kadınlarla ilgili en önemli toplumsal eleştirilerin yapılmasına vesile olan sahnelerin bir erkeğin başından geçmesidir. Fitnat ile buluşmak için kadın kılığına giren Talat, eve dönüş yolunda kendi bürosunda çalışan bir adam tarafından takip ve taciz edilir:
 
Yüksekkaldırım’dan inerken, bakar ki kendi bürosunun efendilerinden bir adam dahi karşısında yürüyor. Bir de bu efendi buna yanaşır. Baş eğip dikkatle yüzüne bakar, işaretler eder. Talat Bey tarafından “beni tanımasın” diye korkar, bir taraftan da herifin bu rezil hareketi canını sıkar. İster yakasını kurtarsın. Fakat herif ayrılmaz ki... Talat Bey acele gider. O da acele eder. Talat Bey yavaş durur, o da öyle yapar. Talat Bey’in canı sıkılır. İster herife çıkışsın. Fakat cesaret edemez, kendini de ele vermez.[5]
 
Talat, yaşadığı bu durum karşısında kadınların “çektiklerini” daha iyi anlama fırsatı bulur. Bir erkeğin, tanımadığı başka bir erkeğin yüzüne bakmayacak, laf atmayacak olsa da söz konusu bir kadın olduğunda bütün bunları yaptığını gören Talat, kadınlarla ilgili şunları düşünür:
 
Lakin tanımadığı ve hiç başka defa görmediği bir kadına rast geldiği gibi gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeğe başlar. Ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek olur ki biz kadınları insan sırasına koymayız. Kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız. Serbest gezip, dolaşmalarına ve eğlenmelerine mani oluruz ve bir taraftan da kendimizi onlara güldürürüz. Çünkü bazı kurnaz kadınlar bulunur ki “Bu ne budala imiş. Dur bununla biraz eğlenelim” diyerek bizi maymun gibi oynatırlar.[6]
 
Bütün bu olayların bir erkeğin başından geçmesi ve bir erkeğin kadınların yaşadıklarını birebir tecrübe edebilmesi, Şemseddin Sami’nin yaptığı toplumsal eleştirilerin de okuyuculara daha kolay bir şekilde ulaştırılmasını sağlar. 
 
 
Dipnotlar
 
[1]S. 15
[2]S. 47
[3]S. 16
[4]S. 71
[5]S. 54
[6]S. 54
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon