Zavallı Çocuk, Tanzimat Edebiyatı'nın pek çok eseri gibi, Batı Edebiyatı'nın doğrudan etkisi altındadır. Namık Kemal, bu eserin kurgusunu inşa ederken çok orijinal veya daha önceden görülmemiş hikâye ögeleri kullanmak yerine oldukça geleneksel bir konu olan "aşk"ı merkeze koyar ve pek çok açıdan "klasik" bir aşk hikâyesi oluşturur.
Bu eserde sonu mutlu bir şekilde bitmeyen trajik aşk hikâyelerinin pek çok unsuru karşımıza çıkar. Birbirini seven ancak aileleri tarafından birlikte olmalarına izin verilmeyen iki genç, kısa bir süre için mutlu olduktan sonra önlerindeki engelleri aşamaz ve "dış etkenler" nedeniyle birlikte mutlu bir hayat süremez.
Zavallı Çocuk'un klasik aşk hikâyelerinde sıklıkla karşımıza çıkan kurgulara nasıl bağlanabileceğini görmek için bu eseri - belki de tüm zamanların en çok tanınan aşk hikâyesi olan - Romeo ve Juliet ile karşılaştırmak faydalı olabilir.
Romeo ve Juliet, uzun süredir birbirine düşman olan iki aileden gelmelerine rağmen birbirlerine aşık olur. Juliet'in başka birisiyle evlendirilmesi planlansa da, iki genç aşık ailelerinden gizli olarak evlenmeyi başarır. Juliet'in ailesi, Romeo'yla yapılan gizli evlilikten habersiz oldukları için, kızlarını evlendirme çabalarını sürdürür. Juliet tüm çabasına rağmen ailesini ikna edemeyince farklı bir plan yapar, Romeo ile ilişkisine başından beri destek olan birinin yardımıyla, kendisini saatlerce baygın halde bırakacak bir ilaç içer.
Yapılan plana göre, ailesi Juliet'in öldüğünü zannederek evliliği iptal edecektir. Bu sırada Romeo'ya gönderilen bir elçi, bu durumu ona anlatacak, Romeo ilacın etkisi geçtikten sonra Juliet ile bir araya gelerek onunla birlikte olacaktır. Ancak plan ters gider. Juliet'in ailesi onu ilacın etkisinde gördüğünde - planlandığı gibi - öldüğünü düşünür. Fakat gönderilen elçi kendisine ulaşmayınca, Romeo da onun öldüğüne inanır. Büyük bir üzüntüyle sevgilisinin yanına giden ve Juliet’in hareketsiz bedenini gören Romeo, bu acıya dayanamaz ve zehir içerek intihar eder. Kısa süre sonra uyanan Juliet, yanında Romeo'nun cansız bedenini görünce büyük bir üzüntü yaşar, o da karnına bir hançer saplayarak intihar eder.
"Bu dünyada" birlikte olmalarına izin verilmeyen iki genç aşığın, trajik bir şekilde hayatını kaybetmesi Romeo ve Juliet örneğinde de görebileceğiniz gibi, oldukça "tipik" bir senaryodur. Zavallı Çocuk'un finalinde her iki karakterin de hayatını kaybetmesi, hatta Ata'nın - tıpkı Romeo gibi - zehir içerek intihar etmesi, bu tür eserlerde karşımıza çık sık çıkan bir senaryodur.
Bu iki hikâye arasındaki benzerlik, Namık Kemal’in etkisi altında kaldığı edebi geleneği daha iyi anlamayı sağlayabilir.
Zavallı Çocuk'ta kullanılan bu hikâye yapısına çok benzer bir yapı kullanan bir başka önemli eser için, Ta'aşşuk-ı Talat ve Fitnat dosyamıza göz atabilirsiniz.
Sultan Abdülmecid'in isteğiyle Dolmabahçe Sarayı'na yaptırılan ve günümüzde yıkılmış olan Dolmabahçe Tiyatro Binası
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde edebiyat alanında yaşanan en büyük değişimlerden bir tanesi, Batılı bir tür olan tiyatronun Osmanlı Edebiyatı’nda da üretilmeye başlanması olur. Ancak bu türün Osmanlı topraklarındaki tarihi, ilk Türkçe tiyatro olan Şair Evlenmesi’nin yayımlandığı 1860 yılının öncesine dayanır. Hatta, Şair Evlenmesi ile başlayan “Türkçe tiyatroların” bu sürecin üçüncü ve son aşaması olduğu bile söylenebilir.
Türkçe tiyatroların yazılmasını son aşama olarak kabul ettiğimizde, Osmanlı Devleti’nde tiyatro tarihinin şu şekilde ilerlediğini söyleyebiliriz:
1 - Tiyatro eserlerinin sergilenmesi
2 - Tiyatro eserlerinin çevrilmesi
3 - Türkçe tiyatroların yazılması
Tiyatro, Osmanlı Devleti’nin kültüründe varolan bir olgu değildir. Her ne kadar “orta oyunu”, “gölge oyunu” ve “meddah” gibi alanlar zaman zaman tiyatro ile bir arada düşünülseler de; bunlar çok temel bir açıdan Batılı anlamda tiyatrolardan ayrılır. Bunların hepsi tiyatrolarla birlikte “sahne sanatları” gibi bir başlık altında bir arada düşünülebilir; ancak Osmanlı kültürünün geleneksel boyutları olarak gösterebileceğimiz bu türler yazılı değil, sözlü edebiyat ürünleridir.
Yazılı bir edebiyat türü olan tiyatro, 19. yüzyıldaki Batılılaşma hareketleriyle birlikte Osmanlı kültürüne dahil olmaya başlar. Avrupa’da üretilen tiyatro eserlerinin Osmanlı Devleti’ndeki ilk hedef kitlesi de Avrupalılar olur. Farklı sebeplerle Osmanlı topraklarında bulunan yabancılar, kültürlerinin bir parçası olan tiyatroyu Osmanlı Devleti’ne getiren ilk kişiler olur. Bu nedenle; ilk tiyatrolar da çoğu zaman ya yabancı ülkelerin elçiliklerinde ya da yabancıların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kurulur.
Osmanlı Devleti'nde ilk tiyatrolar nerede ve ne amaçla kurulmuştu?
Yabancılar için kurulan tiyatrolar ve elçilikler haricinde, Osmanlı Devleti’nde tiyatroların ilk kez sergilendiği yerlerden bir tanesi de saraylar olur. II. Mahmud’un saltanatından (1808 - 1838) itibaren Batılılaşmayı resmi bir devlet politikası olarak benimseyen Osmanlı padişahları, Avrupa’da da olduğu gibi kendi saraylarına devlet yöneticileri ve onların davetlileri için tiyatro eserleri sergilenebilecek salonlar inşa ettirir. Bunun güzel bir örneği, yapımı 1856 yılında tamamlanan Dolmabahçe Sarayı’dır. Padişah Abdülmecid’in isteğiyle 1859 yılında - henüz hiç Türkçe tiyatro eseri yazılmamış ve sergilenmemişken - buraya bir tiyatro binası yaptırır. II. Abdülhamid tarafından kullanılan Yıldız Sarayı’nda da benzer şekilde tiyatro ve opera eserlerinin sergilenmesi için ayrı bir bölüm bulunur.
Yabancı dilde tiyatroların sergilenmesi ile başlayan bu süreç, Türkçeye çevrilen eserlerle devam eder. 1800’lerin ikinci yarısından itibaren tiyatro, yavaş yavaş sadece yabancılara ve yabancı dil bilenlere hitap eden bir alan olmaktan çıkar. Yabancı eserlerin Türkçeye çevrilmeye başlanması ile tiyatro halkın diğer kesimlerine de ulaşmaya başlar.
Bu dönemin önemli tiyatrolardan bir tanesi, günümüzde hala yaygın olarak tanınan Güllü Agop tarafından kurulur. Güllü Agop’un tiyatrosu, pek çok Türk sanatçının sahneye çıkması ve pek çok önemli eserin Türkçeye çevirilerek sahnelenmesi açısından büyük önem taşır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, doğrudan Türkçe olarak yazılan tiyatroların tarihi 1860 yılında Şinasi tarafından kaleme alınan Şair Evlenmesi ile başlar. Her ne kadar bundan önce yazıldığı düşünülen tiyatro eserleri bulunsa da, Şinasi’nin eseri yayımlanan ve dolayısıyla ne zaman yazıldığını kesin olarak tespit edebileceğimiz ilk eserdir.
Her ne kadar Şinasi, Şair Evlenmesi ile Türk edebiyatının önemli bir ilkini kaleme almış olsa da Türkçe tiyatro eserlerinin sergilenmesi 1873 yılında, bu eserden on üç yıl sonra gerçekleşir. Namık Kemal tarafından yazılan Vatan yahut Silistre, Türkçe olarak yazılıp sahnelenen ilk eser olur.
1870’li yıllardan sonra pek çok Türkçe tiyatro eseri farklı yerlerde sahnelenmeye başlanır ve Avrupa’dan gelen tiyatro Türk edebiyatının ve kültürünün önemli bir parçası haline gelir.