Osmanlı Devleti: 19. Yüzyılda Siyasi Güç

Güç Odakları

“19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni kim yönetiyordu?” gibi bir sorunun cevabını verebilmek için, önce bunu yapabilecek “adayları” tanımamız gerekiyor. Bu yıllarda, Osmanlı Devleti’nde üç temel güç odağı bulunuyordu.

Padişah: Elbette, bunlardan en bariz olanı padişahtı. Eğer Osmanlı tarihinin bu dönemine karşı özel bir ilginiz yoksa, “Osmanlı Devleti’ni kim yönetiyordu?” gibi bir soru bile size tuhaf geliyor olabilir: Osmanlı Devleti’ni tabi ki padişah yönetiyordu, başka kim yönetebilirdi ki?

Yazının başında da ifade ettiğimiz gibi, 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde önemli değişikliklerin yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde devlet yönetimi de modernleştirilmeye çalışılıyor, güçlü Avrupa ülkelerinin siyaset anlayışı Osmanlı Devleti üzerinde de önemli bir etki sahibi oluyordu. Devletin “resmî” yöneticisi, en üst konumu her zaman padişah olsa da, belli noktalarda padişahlık daha “sembolik” bir konuma geçiyor, devletin günlük yönetimini, asıl siyasi yetkiyi başkaları üstleniyordu.

 

Modern bir karşılaştırma

Bunu, günümüzde İngiltere örneği ile karşılaştırabilirsiniz. İngiltere’de hala bir monarşi bulunuyor, ancak ülkeyi gerçekten kraliçe yönetmiyor.

Ama tabi, bu siyasi atmosfer içinde bile, Padişah hala önemli bir konumdaydı. 19. yüzyılın belli dönemlerinde, Osmanlı Devleti doğrudan bir padişah tarafından yönetiliyordu.

Sivil Bürokrasi: Özellikle II. Mahmud döneminin reformları ve Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla, Osmanlı Devleti’nde modern bir devlet yapılanması ve etkili bir bürokrasi ortaya çıkmıştı. Maliye (Ekonomi), Dahiliye (günümüzde İçişleri) ve Hariciye (günümüzde Dışişleri) gibi bakanlıklar kurulmuş, bunlar ülke yönetiminde etkili olmaya başlamıştı.

Osmanlı Devleti sınırları içinde görev yapan memurları kapsayan bu kesimin en üst düzey konumu Sadrazamlık’tı. 19. yüzyılın önemli bir bölümünde, Osmanlı Devleti’ni bu sivil bürokrasiden gelen, dönemin devlet adamları arasında en üst konumda bulunan sadrazamlar yönetiyordu.

Ordu: 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde değişen kurumlar arasında belki de en önemlisi orduydu. Uzun süredir Avrupa’ya karşı askeri üstünlük kuramayan Osmanlı Devleti, 1826 yılında uzun bir sürecin sonunda Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmış, bundan sonra da yavaş yavaş Batılı anlamda bir ordunun temelleri atılmıştı.

Kurulan askeri okullar, yurt dışından Osmanlı Devleti’ne gelen subaylar ve Avrupa’ya gönderilen öğrenciler, kısa sürede ordunun farklı bir yapıya bürünmesini sağladı. 19. yüzyılın sonlarına yaklaştığımızda, Osmanlı Devleti’nde batılılaşma sürecinin arkasındaki en önemli itici güçlerden bir tanesi ordu haline geldi – çünkü yeni oluşturulan bu eğitim sistemi içinde yetişen subaylar bu hayat tarzını da öğreniyor, devletin kurtuluşu için Batılılaşmayı bir çözüm olarak görüyordu.

Ortaya çıkan bu yeni askerî eğitim sisteminin gerçek anlamda yerleşmesi, etkin bir hale gelmesi ve bu sistem içinde yetişen bir neslin ortaya çıkması ile ordu sadece askeri anlamda faaliyet göstermenin ötesine geçti. 1900’lü yıllarda, askerler de Osmanlı Devleti’nin yönetiminde etkili rol oynamaya başlamıştı.

19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde siyasi gücün önemli odakları

Tarih

19. yüzyıldaki siyasi sürecin temelleri; 18. yüzyılın sonlarında, III. Selim’in saltanatında yatıyordu. Modernleşme hareketlerinin de ilk önemli destekçisi olan bu padişahın saltanatı sırasında, yani 1789 – 1807 yılları arasında, siyasi güç padişahtaydı – ancak bu padişahın istediği her şeyi yapabildiği, ülkeyi gerçekten kendi görüşüne göre yönetebildiği anlamına gelmiyordu. Zaten III. Selim’in saltanatının sonu da bunu gösterir nitelikteydi: Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak konusunda başarısız olan padişah önce tahttan indirilmiş, daha sonra da öldürülmüştü.

1808 – 1839 yılları arasında siyasi güç Batılılaşma taraftarı, yenilikçi ama otoriter bir padişah olan II. Mahmud’un elindeydi.

IV. Mustafa’nın bir yıllık kısa saltanatından sonra tahta çıkan II. Mahmud, III. Selim dönemindeki bazı sorunları çözmeyi – örneğin Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmayı – başarmış ve gücü tekrar kendi elinde toplamıştı. Kısacası, 19. yüzyılın ilk döneminde, siyasi güç ağırlıklı olarak padişahın elindeydi.

1839 yılı, bu açıdan bir dönüm noktası oldu. Güçlü bir padişah olan II. Mahmud 1839 yılında hayatını kaybetti ve yerine oğlu Abdülmecid tahta çıktı. 1839, aynı zamanda Tanzimat Fermanı’nın da ilan edildiği yıldı.

Hem II. Mahmud döneminde yapılan reformlar, hem de Tanzimat Fermanı sayesinde, bundan sonra Osmanlı Devleti’nde siyasi gücün asıl sahibi sivil bürokrasi oldu. Elbette Sultan Abdülmecid (1839 – 1861) ve Sultan Abdülaziz (1861 – 1876) devlet yönetiminde tamamen etkisiz değildi – ama bu yıllarda ülkeyi gerçekten yönetenler, Mustafa Reşid Paşa, Keçecizade Fuat Paşa, Mehmet Emin Âli Paşa gibi sadrazamlardı.

1839 – 1876 yılları arasında Osmanlı Devleti’ni yönetenler, padişahlardan çok bu devrin önemli devlet adamlarıydı.

1839 yılından sonraki dönüm noktası, 1876 olacaktı. Bu tarihe kadar siyasi güç sivil bürokrasinin elinde olsa da, devlet yönetiminin daha da modernleştirilmesini, Avrupa’nın gerçek anlamda örnek alınmasını isteyen kişiler de vardı. Bunlar arasında Yeni Osmanlılar Cemiyeti gibi devletin üst kademelerinde yer almayan, fikirlerini gazeteler aracılığıyla paylaşan kişiler olduğu gibi, Midhat Paşa gibi önemli devlet adamları da bulunuyordu. Bu düşünceleri paylaşan kişiler, Osmanlı Devleti’nde bir anayasa ilan etmek, kurulacak bir meclis sayesinde halkın da yönetimde söz sahibi olmasını sağlamak istiyordu.

1876 yılı, tuhaf bir şekilde, hem bu düşüncelerin zirvesi, hem de çöküşü oldu. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra padişah olan V. Murad bu fikirlere yakın kişilere umut veriyordu. Yeni padişah, hem bu modernleşme fikrine açıktı, hem de onun iyi eğitimli, ideal bir lider olabileceği düşünülüyordu.

Ancak süreç beklendiği gibi ilerlemedi. V. Murad’ın padişah olduktan çok kısa süre sonra, akli dengesi yerinde olmadığı için tahttan indirildi ve yerine II. Abdülhamid çıktı. II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yılları, devlet yönetiminin modernleştirilmesi açısından çok önemliydi – 1876 yılında Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası, Kanun-i Esasi ve I. Meşrutiyet ilan edildi.

İşleri tam tersine çeviren, 1877 – 78 yılları arasında yaşanan Osmanlı – Rus Savaşı (’93 Harbi) oldu. Osmanlı Devleti’nin ağır bir yenilgi aldığı bu savaşı gerekçe gösteren II. Abdülhamid, meclisi feshedip anayasayı askıya aldı. Bu şekilde, II. Mahmud’dan beri ilk kez, devlet yönetimi doğrudan padişah tarafından üstlenilmiş oldu.

 

Önemli Dönüm Noktaları


1808
II. Mahmud'un Saltanatı

1839
Tanzimat Fermanı

1876
II. Abdülhamid'in Saltanatı

II. Abdülhamid’in ülkeyi tek başına yönettiği dönem, daha öncekilerle karşılaştırılması zor bir dönemdi. 1839 yılından beri, yani neredeyse elli yıldır giderek değişen bir devlet anlayışı, onun tahta çıkması ile farklı bir yapıya bürünmüş oldu. Bu, Osmanlı Devleti’nde bir padişahın ülke yönetiminde etkili olduğu son dönemdi ve doğal olarak II. Abdülhamid’e karşı ciddi bir muhalefetin oluşmasına neden oldu.


Padişah II. Abdülhamid, 1870’li yılların sonundan 1908 yılına kadar ülkeyi mutlak bir güçle yönetmişti.

Bu muhalefetin sonucu, 1908 yılında İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafından ilan edilen II. Meşrutiyet’ti. Kısa süre sonra II. Abdülhamid’in de tahttan indirilmesiyle sonuçlanan bu dönem, Osmanlı tarihinde siyasi gücün bir kez daha değişmesine neden oldu.

Meclisin kurulması, anayasanın yeniden yürürlüğe konulması ve tahta çıkan V. Mehmed Reşad’ın büyük ölçüde “sembolik” güçlere sahip olması, Osmanlı Devleti’nin II. Abdülhamid ile sekteye uğrayan sürece kaldığı yerden devam edeceği izlenimini yaratmıştı. Fakat 1908’den, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar geçen süreçte siyasi güç konusunda etkin rol oynayan grup farklı oldu.

II. Meşrutiyet’i ilan eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri arasında önemli bir kesim “sivil bürokrasi” olarak adlandırdığımız kesimden gelse de, İttihatçıların otoritelerini sağlamlaştırdıkları dönemde cemiyetin askeri boyutu giderek ön plana çıkmaya başardı. Kendilerine muhalif olan Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti’ni etkisiz hale getiren olayın 1913 yılında düzenlenen Bab-ı Ali Baskını, yani bir askeri darbe olması da, bu durumun iyi bir göstergesiydi.

1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’in ardından siyasi güç yeniden el değiştirdi. Bu yeni sistem içinde, Enver Paşa ve Cemal Paşa gibi askerler oldukça etkiliydi.

Osmanlı Devleti 1918 yılında I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğradığında, devletin varlığı da büyük ölçüde sona ermişti. Son padişah VI. Mehmed Vahideddin’in de gerçek anlamda fazla siyasi gücü bulunmuyordu, çünkü elinde yönetilebilecek bir ülke kalmamıştı.

Bununla birlikte, şemada gösterdiğimiz durum büyük ölçüde devam ediyordu. 1918 – 22 yılları arasında, siyasi gücün odağında hala ordu vardı – çünkü ülkenin yeni merkezi haline gelen Ankara’da yine ordu içinden yetişen Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Kazım Karabekir Paşa gibi kişiler gücü elinde bulunduruyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk iki lideri, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, Cumhuriyet’in ilanından sonra ordudan ayrılıp doğrudan siyasetle ilgilenmişti. Bununla birlikte, yetiştirilme tarzları, aldıkları eğitim ve kariyerleri orduyla yakından alakalı olduğu için, bir bakıma 1900’lü yılların başında ortaya çıkan bu şemanın Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemine kadar devam ettiği de söylenebilir.

Padişah ve Yıllara Göre

Tarih

Padişah

Ülkeyi Gerçekten Kim Yönetiyordu?

Açıklamalar

1789 – 1807 III. Selim Bu yıllarda, Osmanlı Devleti’ndeki modernleşme çabaları yeni yeni başlıyordu. Siyasi güç padişahın elinde olsa da, tahttan indirilip daha sonra öldürülmesinden de anlaşılacağı gibi, III. Selim mutlak bir güce sahip değildi.
1807 – 1808 IV. Mustafa IV. Mustafa dönemi çalkantılı ve çok kısa bir dönemdi.
1808 – 1839 II. Mahmud Padişah II. Mahmud, yaptığı reformlarla Osmanlı Devleti’nin modernleşme sürecini başlattı. Saltanatta kaldığı dönemde, siyasi güç ağırlıklı olarak onun elindeydi.
1839 – 1861 Sultan Abdülmecid  

 

Sivil Bürokrasi

1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile, siyasi güç padişahlardan sivil bürokrasiye doğru kaydı.

Bu yıllarda Mustafa Reşid Paşa, Keçecizade Fuad Paşa, Mehmed Emin Âli Paşa, Mithad Paşa gibi devlet adamları ülke yönetiminde padişahlara göre daha ön plandaydı.

1861 – 1876 Sultan Abdülaziz
1876 – 1876 V. Murad
1876 – 1909 II. Abdülhamid Padişah

II. Abdülhamid tahta çıktığında, I. Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi ilan edilmişti.

Ancak padişah kısa süre içinde bu gelişmeleri tersine çevirdi ve gücü tekrar kendi elinde topladı.

1909 – 1918 V. Mehmed Reşad Sivil Bürokrasi – Modern Ordu

II. Meşrutiyet’in ilanından I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ülkeyi İttihad ve Terakki Cemiyeti yönetti.

Bu grubun içinde sivil bürokrasiden yetişen kişiler vardı, ama ülkeyi gerçek anlamda yönetenler içinde Enver Paşa, Cemal Paşa gibi asker kökenli kişiler de ön plana çıkıyordu.

1918 – 1922 VI. Mehmed Vahideddin Sivil Bürokrasi – Modern Ordu

I. Dünya Savaşı’ndan sonra, artık dağılmanın eşiğinde olan bir Osmanlı Devleti’nin başına geçen yeni padişahın fazla gücü yoktu.

Bu dönemde, siyasi gücün “yeri” İstanbul’dan Ankara’ya kaysa da, Milli Mücadele’ye katılanların çoğu yine asker kökenliydi.

1922 – 1950 Saltanat kaldırıldı Sivil Bürokrasi – Modern Ordu

Milli Mücadele yıllarında ön planda olan iki grup yine sivil bürokrasi ve ordu içinden çıkıyordu.

Cumhuriyet’in ilanından sonra cumhurbaşkanlığı yapan Mustafa Kemal ve İsmet İnönü bu yıllarda askerliği bırakmıştı, ama aldıkları eğitim ve kariyer açısından yine ordudan yetişmiş kişilerdi.

19. Yüzyıl Muhalefet Kavramları


Doğru Batılılaşma


Yanlış Batılılaşma


Tanzimat’ın Edebi Akımları


canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon