Doğru Batılılaşma

Tanzimat döneminden, özellikle de Tanzimat edebiyatından bahsederken “Yanlış Batılılaşma” kavramı sık sık karşımıza çıkar. Hatta bir adım daha ileri giderek, “Yanlış Batılılaşma” veya “Batının kötü yanlarını almak” gibi ifadelerin, Tanzimat edebiyatı ile ilgili en çok akılda kalan ifadeler olduğunu bile söyleyebiliriz.

Fakat ilginç bir şekilde, Yanlış Batılılaşmaya bu kadar vurgu yapılırken bu işin “doğrusunun” ne olduğu o kadar sık dile getirilmez. Batılılaşmanın ne olmaması gerektiği, Yanlış Batılılaşanların olumsuz, hatta komik özellikleri yaygın olarak bilinir ama Batılılaşmanın Osmanlı toplumu için ideal bir şekilde nasıl yürütülebileceğinden fazla bahsedilmez.

Bu yazıda, çok kısa bir şekilde, bu konuyu değerlendirmeye çalışacağız.

 

İki Uyarı

1 – “Doğru” ve “yanlış” gibi ifadelerin çoğu kullanımında olduğu gibi, bu yazımızın da öznel bir boyutu bulunuyor. Bir doğru ve yanlıştan söz ederken, bu yargıların kime göre belirlendiğini de açıkça ifade etmemiz gerekiyor.

Bu yazıda, 1800’lü yılların Osmanlı aydınlarına göre “Doğru Batılılaşmadan” bahsedeceğiz. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin toplumsal ve kültürel hayatı üzerinde etki sahibi olan, edebi eserler üreten, ülkenin kurtuluşu için fikirlerini yazan, gazeteler çıkaran kişiler, Batılılaşma konusu hakkında ne düşünüyordu? Bu kişilere göre, Batılılaşma süreci nasıl ilerlemeliydi?

Tanzimat aydınlarının hepsinin aynı şeyi savunduğunu, Beşir Fuad ile Ahmet Mithat’ın, Namık Kemal ile Recaizade Mahmut Ekrem’in Batılılaşma meselesine tamamen aynı şekilde yaklaştığını söylememiz ve böyle bir “çeşitliliği” yansıtmamız mümkün değil. Bu nedenle bu kişilerin her birinin kişisel görüşlerinin farklı olabileceğinin, burada sadece genel bir yapı oluşturmaya çalıştığımızın, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yaşayan bütün aydınların (tabii ki) tamamen aynı şeyleri düşünmediğinin altını çizmek istiyoruz.

2 – Sitemizde bu yazıyla birlikte okuyabileceğiniz “Yanlış Batılılaşma” isimli bir yazı daha bulunuyor. Başlıklarından dolayı bu iki yazı elbette birbirleriyle alakalı olsa da, iki yazıda konuya aslında oldukça farklı şekilde yaklaşıyoruz. Yanlış Batılılaşma yazımız, alan olarak “edebiyat” ile ilgili bir yazı – bu yazıda “Yanlış Batılılaşma”yı Tanzimat edebiyatının önemli eserlerinde karşımıza çıkan bir kavram olarak değerlendiriyoruz.

Bu yazıda ise, işe biraz daha “tarihi – toplumsal” açıdan yaklaşıyoruz. Doğrudan edebiyat eserleriyle ilgili bilgi vermekten çok, on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı aydınlarının bu konuyla ilgili görüş ve fikirlerini merkeze koyuyoruz. Burada bahsedeceğimiz Osmanlı aydınları edebiyat eserleri de ürettiği için elbette iki yazının önemli bir kesişimi olacak – ancak “Yanlış Batılılaşma” yazımız edebiyat ve eserler ile alakalıyken, burada insanlara ve düşüncelere yoğunlaşacağız.

 

Üç Alıntı

Bunun için, uzun uzun açıklamalar yazıp dolaylı bilgiler vermek yerine, bu dönemde yaşayan insanların kurduğu üç cümleyi kullanacağız. Aşağıda, 1800’lü yılların ikinci yarısında yaşayan kişilerin Batılılaşma konusunda kurduğu üç cümleyi görebilirsiniz.

Bu halk, Avrupa’nın ulum ve sanayice terakkiyatına iştirak eylemiş ise de ahlakça tedenniyatına iştirak etmediklerinden hüsn-i ahlak-ı kadimelerini pek güzel muhafaza eylemişlerdir… Kadınlarında, erkeklerinde iffet ve ismete söz olmayıp Avrupa’nın sair taraflarında görülen rezailden masundurlar.

*

Bu halk, Avrupa’nın bilim ve sanayi konusundaki ilerlemesine ortak olsa da, ahlak konusundaki geriliğine uymadığı için ahlak anlayışlarını pek güzel korumuştur… Kadınlarına, erkeklerine namus ve masumiyet konusunda söyleyecek söz yoktur, Avrupa’nın diğer taraflarında görülen rezaletler burada bulunmaz.

Parla, Jale. Babalar ve Oğullar. Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri. İletişim Yayınları. 2011. s. 83

İlk iki alıntı için özel bir açıklamaya gerek olmasa da, Lord Ponsonby’nin cümleleri biraz daha detaylandırılabilir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde elçi olarak görev yapan Lord Ponsonby, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Palerston’dan bir mektup alır. Bu dönemde İngiltere’de önemli bir kölelik karşıtı hareket başlamış olduğundan, Lord Palerston elçisine bu konudaki endişeleri Osmanlı Devleti’nin yöneticilerine iletme talimatı vermiştir.

Lord Ponsonby’nin verdiği cevap ise, Osmanlı Devleti’nin “Batılılaşma” sürecinde olduğu bir dönemde bile, aslında Batı’yı gerçek anlamda “üstün” kabul etmediğini gösterir. Osmanlılar, Batı’nın çeşitli alanlarda kendilerinden daha iyi olduğunu kabul etse de; Batı medeniyetini, Batı ahlakını, Batı’nın yaşam tarzını hala kendilerine göre daha yozlaşmış, daha zayıf olarak görmektedir.

 

Dört Şema

Yalnızca bu üç alıntıdan yola çıkarak, Osmanlı aydınlarının Batılılaşma konusundaki görüşleri hakkında çok temel iki şey söyleyebiliriz.

Birincisi, Osmanlı aydınları “Osmanlı” kültürünü Batı kültüründen ayrı görüyor, yani Osmanlı Devleti’nin “Batılı” bir kültüre sahip olduğunu (veya olması gerektiğini) düşünmüyordu.

İkincisi, Batı’nın bazı üstün yanları kabul edilmekle beraber, genel olarak Batı’nın Osmanlı Devleti’ne göre üstün olduğu düşünülmüyordu. Özellikle ahlak, etik değerler, yaşam tarzı gibi konularda, Batılılaşma taraftarı olan kişiler bile kendilerini Batı’ya göre daha ileri, daha üstün görüyordu.

Bu bilgilerden yola çıkarak, bu kişilere göre “Doğru Batılılaşma”nın nasıl olması gerektiğini çok basit bir şema yapısı kullanarak gösterebiliriz.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Osmanlı aydınları için Batı ve kendi kültürleri birbirlerinden tamamen farklı kültürlerdi. Bir tarafta Avrupa’nın hayat tarzı, gelenekleri ve ahlak anlayışı bulunuyor; diğer tarafta ise, “Doğu”, “İslam” veya “Osmanlı” kültürü yer alıyordu. Yazıyı fazla uzatmamak ve konudan sapmamak için, bu kavramlar arasındaki “detaylara” fazla yoğunlaşmadan, temel durumu aşağıdaki gibi bir şemayla gösterebiliriz:

Yazımızın kapsamını fazla aşmamak için, “Osmanlı kültürü”, “Doğu kültürü”, “İslam kültürü” gibi ifadeler arasındaki önemli farklılıklara yoğunlaşmıyoruz.

Birbirinden ayrı olarak değerlendirilen bu iki kültür, aynı yerde nasıl bir araya getirilecekti? Bir olasılık, Osmanlı Devleti’nin Batı’nın üstün yanlarını kabul edip, kendi kültüründen uzaklaşarak Batı’nın kültürünü kabul etmesiydi. Bir başka deyişle, Osmanlı Devleti’nin kendisini Batılı bir ülke olarak yeniden tanımlamasıydı.

Yukarıdaki alıntılarda da gördüğümüz gibi, Osmanlı aydınlarının istediği Batılılaşma yolu bu değildi. Pek çok alanda, hala Osmanlı kültürünün Avrupa’ya göre daha üstün olduğunu düşünüyor, Avrupa’daki hayatın pek çok boyutunun kendi ülkelerinde ortaya çıkmasından çekiniyorlardı.

Bir başka çözüm, Osmanlı kültürünün belli boyutlarını koruyup, Batı’yı diğer boyutlarıyla örnek almaktı. Bu Osmanlı aydınları için yukarıdakine göre çok daha kabul edilebilir bir görüntü olsa da burada asıl önemli olan Batı etkisinin derecesiydi. Doğu ve Batı kültürünün bir arada, eşit öneme sahip olarak yaşanması da, Tanzimat döneminin aydınları için olumsuz bir fikirdi. Aşağıdaki gibi bir şema, onlar için en az yukarıdaki kadar sıkıntılı olurdu.

Kısacası, Avrupa’nın Osmanlı kültürü üzerinde gerçek anlamda  etki sahibi olduğu bu senaryoların hiçbirisi, yazımızın başlığında ifade ettiğimiz “Doğru Batılılaşma" değildi. Dönemin Osmanlı aydınları, Lord Ponsonby’nin mektubunda ifade ettiği gibi, Batı’nın askerî, bilimsel ve sanatsal olarak kendilerinden daha ileride olduğunu kabul ediyordu. Dolayısıyla onlara göre Batı’dan örnek alınması, uygun bir şekilde Osmanlı kültürüne dahil edilmesi gereken de yalnızca bunlardı.

Bir başka deyişle, Osmanlı aydınları Avrupa kültürünün onaylanan boyutlarının – çok net sınırlar içinde – kendi geleneklerini etkilemeyecek şekilde örnek alınmasını istiyordu. Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri kitabında ifade ettiği gibi: önemli olan Osmanlı’nın değerlerini koruyup Batı’dan yalnızca belirli şeyleri almaktı:

(…) Egemen bir İslâm kültürünün şemsiyesi altında sınırları son derece kesin ve kısıtlı bir Batı’ya yönelişin mantığı. Sınırlar, yenilikçilerin söyleminde, yapıtlarında, tartışmalarında, tepkilerinde tekrar ve tekrar çiziliyordu. (…) Bu yazarlar, Osmanlı kültürünün kapsamlı ve mutlak egemenliğinde birkaç Batıcı yeniliğin zahmetsizce sindirilebileceği ve bu sindirmenin de yararlı olacağı konusunda ortak bir görüşe sahiptiler.

Sonuç olarak, Osmanlı aydınları “Batılılaşma”dan bahsederken bu kültürü tamamen örnek almayı veya kendi kültürlerinden vazgeçmeyi kastetmiyordu. Türkiye’nin “Batılı”, “Avrupalı” bir ülke olduğu düşüncesi ve bu düşüncenin yaygınlaşması, Cumhuriyet’in ilanına kadar ortaya çıkmamıştı.

Cumhuriyet’in ilanının “Doğru Batılılaşma” anlayışını nasıl değiştirdiğini detaylı olarak okumak için, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e 12 Önemli Olay serimizin son yazısına göz atabilirsiniz.

 

Batılılaşma İsteği

Bu yazıdaki bilgileri okuduktan sonra, Osmanlı aydınlarının Batılılaşma fikrini desteklemeleri size bir çelişki gibi gelmiş olabilir. Osmanlıların pek çok boyutunu eleştirdikleri Batı kültürünü neden örnek aldıklarını daha iyi değerlendirmek için, aşağıdaki kısa videoyu izleyebilirsiniz.

19. Yüzyıl Muhalefet Kavramları


Osmanlı Devleti: 19. Yüzyılda Siyasi Güç


Yanlış Batılılaşma


Tanzimat’ın Edebi Akımları


canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon