Anayurt Oteli’ni Modern Türk Edebiyatı’nın en önemli eserlerinden biri haline getiren öğelerden belki de en önemlisi, romanın ana karakteri Zebercet’tir. Yazar Yusuf Atılgan, romanın gidişatı içinde otelde ve kentte bulunan pek çok kişiden bahsetse de, Zebercet dışında hiçbir karakteri derinlemesine ele almaz. Romanın bilinç akışı olarak adlandırılabilecek tekniği ile doğru orantılı olarak, okuyucu kitaptaki her şeyi Zebercet’in gözüyle görür ve bir anlamda, dünyayı onun algıladığı şekilde algılar.
Zebercet, modern toplumun dışında kalmış (veya dışında bırakılmış) güvensiz, dışlanmış ve yalnız bir adam olarak betimlenebilir. Romanın ana karakteri, kendisini başkatipliğini yaptığı Anayurt Oteli’ne hapsetmiş, ancak burada yalnızlık ve on yıldır bozmadan devam ettiği rutin içinde rahat edebilen bir kişidir.
Romanın kahramanı, bu yaşadığı hayattan mutlu olmasa da, en azından kendisini güvende hissettiği için düzeninin bozulmasından hoşlanmaz: Zorunda kalmadıkça otelden çıkmaması1 ve Emekli Subay’ın yalnızlığını bölmesinden rahatsız olması2 bunun iyi örnekleri olarak gösterilebilir. Bu bağlamda Anayurt Oteli, Zebercet’e hem aradığı yalnızlığı, hem de rutin hayatı sağladığı için, bir anlamda onun “sığınağı” gibidir. Zebercet roman boyunca bu otelden ve geçmişinden kopamaz, “Anayurt Oteli” Zebercet’in bir parçası haline gelir.
Zebercet’in başından geçen hikayeyi ilginç yapan şeyler de, aslında bir anlamda bu düzenin bozulmasından kaynaklanır. “Gecikmeli Ankara treniyle” gelen kadına aşık olması - ve bir şekilde onunla takıntılı hale gelmesi - Zebercet’in hayatındaki rutinin yok olmasını sağlar. Berna Moran, Türk Edebiyatı’na Eleştirel Bir Bakış serisinin ikinci kitabında, Zebercet’in hayatını şu üç safhada ele alır:
Zebercet’in yalnızlığı, toplumdan dışlanmış yapısı roman boyunca rahatlıkla görülebilir. Kahramanımız, hayatı boyunca toplumla yalnızca “zorunlu” insan ilişkileri yaşayabilmiştir. Sık sık geçmişe dönen anlatı, Zebercet’in ya aile, ya okul, ya da askerlik anılarına, yani toplum tarafından parçası olmaya zorlandığı gruplara yoğunlaşır. Bunun dışında bilinçli, tercihe dayalı ilişkiler kuramaması, kimse tarafından gerçekten sevilmemesi ve kimseyi sevememesi, onun “dramına” zemin hazırlayan unsurlar olarak karşımıza çıkar.
Bu durumu roman boyunca son derece net bir şekilde ortaya koyan iki “alıntı” paylaşılabilir. Zebercet, genç öğretmen çiftin odasını dinlerken, kadın öğretmenin kocasına “Nasıl seninim” dediğini duyar ve bu alıntı roman boyunca aklından çıkmaz. Zebercet’in bastırılmış cinsellik dürtüleriyle bir arada kullanıldığı için, bu temelde “cinsel” bir alıntı gibi okunabilir. Ancak mesele cinsel ilişki yaşamak değildir – mesele, kendisini gerçekten seven, “onun olduğunu” söyleyebilecek birisiyle ilişki yaşamak veya böyle bir insanın varlığını bilmektir.
Romanın sonlarına doğru kullanılan bir başka alıntı ise, Zebercet’in “istediğini” açık ve net bir şekilde ortaya koyar. Gittiği aşevinde yalnız başına oturan ve yan masalardaki konuşmayı dinleyen Zebercet, bir an için konuşanların dikkatini çeker:
“Yavaş konuş, dinleyen var galiba.” Zebercet masaya eğildi; soğumuş etlerden birkaç parça yedi. Portakallar ekşiceydi. Dövüşe geç kalmıyor muydu? Rakısından iki-üç yudum daha içti. İnsanca bir yakınlığa, sıcaklığa…"3
Bu alıntının son cümlesi, Zebercet’in hayatta aradığı, istediği ama bir türlü bulmaya vakıf olamadığı şeye yapılan açık bir çağrıdır.
Romanın ilginç özelliklerinden bir tanesi, Yusuf Atılgan’ın insana muhtaçlığı büyük bir yalnızlık sevgisiyle bir arada ele almasıdır. Zebercet, yukarıdaki satırlarda yazılanları düşündükten hemen sonra birisi masasına oturur ve onunla birlikte içki içmeyi teklif eder. Ancak kahramanımız, bu teklifi düşünmeden reddeder. Romanın yetmişinci sayfasında da, açık açık, “İlla gerekli miydi başkaları?” şeklinde bir soru sorar.
Bu durum, Yusuf Atılgan’ın yarattığı atmosferde aslında “iyi” herhangi bir şey olmamasından kaynaklanır. Zebercet’in (özellikle de romanın gidişatı içinde yaptıkları nedeniyle) iyi bir karakter olduğu söylenemez, ama çevresindeki toplum ve insanlar da “iyi” değildir. Yalancı, gereksiz sert, ikiyüzlü, çıkara dayalı ilişkiler, Zebercet’in kendisine toplum içinde bir yer bulmasını imkansız hale getirir.
Bu mutsuz varoluş içinde, Anayurt Oteli’nin tüm kurgusu Berna Moran’ın tespiti ve yukarıdaki görsel üzerinden değerlendirilebilir. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın, bir şekilde Zebercet’e hayatla ilgili bir umut verir: romanın ilk sayfalarında bıyığın kesilmesi, yeni kıyafetlerin alınması, Ortalıkçı Kadın’ın uyandırılmaması, hep bu açıdan önemli noktalardır; Zebercet’in düzenini değiştirmesini, bir mutluluk hayaline kapılmasını sağlarlar.
Umutla kendisini değiştiren, üstüne başına özen göstermeye çalışan, kadının gelişini bekleyen Zebercet, onun gelmemesiyle büyük bir mutsuzluk yaşar. Rutini ve yalnızlığı içinde sıradan, güvenli bir hayat süren, ama mutlu olmayan Zebercet, bir mutluluk umudu bulup bunu da kaybettikten sonra hayatta uğruna yaşayabileceği bir şey göremez ve bunun sonucunda intihar eder.
Bu üç aşamayı ve Zebercet’in toplumun dışında kalışını anlamak, karakteri ve etrafındaki modern toplumu incelemeyi kolaylaştırsa da, Zebercet’in Türk Edebiyatı’nın en kayda değer karakterlerinden bir tanesi olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla, onu kısa bir yazıyla tamamen açıklamak pek mümkün olmayabilir.1s. 21 2s. 23 3s. 89
Yazar : Yusuf Atılgan
Yayınevi : Bilgi Yayınları
Yılı : 1973
Kullanılan Baskı : Yapı Kredi Yayınları, 12.Baskı, 2008
Sayfa Sayısı : 108