Anayurt Oteli Yusuf Atılgan

Zaman / Mekan
Kurgu ve Anlatı Üslubu
Temalar



Ulupark: Romanın Manisa'da geçtiğini anlamamızı sağlayan önemli detaylardan bir tanesi

 
Anayurt Oteli zaman ve mekan açısından değerlendirilmesi güç bir roman olarak tanımlanabilir. Yaklaştığınız bakış açısına göre, bunların hikaye içindeki önemi de ciddi anlamda değişiklik gösterebilir.
 
Bu kavramları kelime anlamlarına göre değerlendirecek olursak, Yusuf Atılgan’ın romanda zaman ve mekanı rahatlıkla anlamamızı sağlayan çeşitli ipuçları verdiğini söyleyebiliriz.
 
Zebercet’in yaşı ve doğum tarihi birlikte değerlendirildiğinde, romanın 1963 yılında geçtiği anlaşılır, zira romanın on ikinci sayfasında, hem Zebercet’in otuz üç yaşında olduğu, hem de 1930 yılında doğduğu belirtilir. Yine roman içinde doğrudan verilen bilgiler, olayların 1963 senesinin Ekim ve Kasım aylarında geçtiğini okuyucuya aktarır.
 
Aynı zamanda, metin içinde açıkça belirtilmese de, hikayenin Manisa’da geçtiği de bazı detaylardan anlaşılabilir. Yazar, roman boyunca buraya “kasaba” veya “kent” olarak hitap etse de, örneğin yetmiş beşinci sayfada, açık bir şekilde “Ulu Park”tan bahseder (“Karakolun önünden geçti. Dört yol kavşağında yavaşladı. Sağda, ileride Ulu Park’ın ağaçları görünüyordu.”). Bunun gibi detaylar, romanın geçtiği kentin hangisi olduğunu anlamayı da mümkün kılar.
 
Bu konuda daha fazla bilgi için, Arka Plan bölümünden Yusuf Atılgan sekmesi altında verdiğimiz bilgilere göz atabilirsiniz.
 
Tüm bunlara karşın, zaman ve mekanın bu açılardan romanda fazla rol oynadığı söylenemez. Dikkatli bir okumayla, Yusuf Atılgan’ın romanda 29 Ekim, 10 Kasım, 1923 gibi tarihlere göndermeler yaptığı tespit edilebilir, ancak modern bir toplumda Zebercet gibi bir karakterin yavaş yavaş intihara sürüklenmesi, herhangi modern bir kurgu ve herhangi bir kent içinde de anlatılabilir.
 
Romanda, özellikle mekanı daha önemli hale getirecek bir bakış açısı, eserin başlığına da ilham veren “Anayurt Oteli”ni de bir mekan olarak değerlendirmek olacaktır. Romanın büyük çoğunluğunda ana mekan olarak karşımıza çıkan otel, gerek günlük rutini, gerek de bir konak olarak geçmişiyle Zebercet’i hapsetmiş gibidir. Bu konuda daha fazlası için, Önemli Karakterler bölümüne göz atabilirsiniz.

 
Anayurt Oteli’ni Türk Edebiyatı açısından bu kadar önemli bir eser haline getiren nedenler, genellikle bu eserin kullandığı anlatı teknikleriyle, yani yazarın hikayesini okuyuculara sunuş şekliyle alakalıdır.
 
Bu teknikler, zaman zaman “modern” zaman zaman da “postmodern” edebiyatın kapsamında değerlendirilse de, Yusuf Atılgan’ın yarattığı anlatı ile ilgili söylenebilecek en basit şey, bunun klasik romanlarda gördüğümüz üsluplardan oldukça farklı olduğu gerçeğidir.

Zebercet’in çevresi ile yaşadığı uyumsuzluğu ve karakterin psikolojik sıkıntılarını, deneysel yöntemlerle okuyucuya ulaştıran yazar, karakterin yaşadığı hisleri basitçe betimlemek yerine, yorucu ve bunaltıcı bir atmosfer yaratarak okuyucunun kendisinde de benzer duygular yaratmaya, bir anlamda onu rahatsız etmeye çalışır.

Bir başka deyişle, yazar Zebercet’in yaşadığı problemleri yalnızca betimleyerek veya kalıplarla ifade ederek değil, aynı zamanda okuyucu üzerinde yeniden yaratmaya, en azından Zebercet’in ne hissettiğini onlara göstermeye çalışır.
 
*
 
Yaklaşık yüz on sayfalık bir roman olan Anayurt Oteli, “Birinci Bölüm”, “İkinci Bölüm” “Üçüncü Bölüm” gibi bölümlere ayrılmaz. Ancak Yusuf Atılgan, romanın ilk sayfalarında önemli rol oynayacak karakter ve ögeleri tanımlarken bunları kısa pasajlar halinde ve alt başlıklarla sunar. “Kasaba:” “Otel:” “Zebercet:” gibi başlıklar üzerinden ilerleyen bu mantık, romanın ilerleyen bölümlerinde yerini gün isimlerine bırakır. Romanın “bölümleri”, “Pazartesi”, “Salı”, “Çarşamba” şeklinde devam eder.

 

Anayurt Oteli’nde kullanılan temel anlatı üslubu, yaygın olarak “Bilinç Akışı” şeklinde tanımlanan üslubun iyi bir örneğidir. Öyle ki, bu roman, Türk Edebiyatı’nda bilinç akışından söz ederken akla gelen ilk örneklerden biri haline gelmiştir.
 
Romanı üçüncü şahıs anlatıcı üzerinden oluşturan Yusuf Atılgan, hikayenin odak noktasını Zebercet ile sınırlı tutar. Okuyucu, Zebercet’e dışarıdan baksa da, onun düşüncelerini, aklından geçenleri ve yaşadığı duyguları sürekli olarak takip eder. Olayların okuyucuya sunuluşu, bir anlamda, Zebercet’in bunları algılama şekli tarafından belirlenir.
 
Buna verilebilecek en iyi örneklerden bir tanesi, Zebercet’in Ortalıkçı Kadın’ı öldürdüğü sayfalardır. İlk elli sayfa boyunca, cinayet gibi “olağanüstü” bir olayın normal karşılanmasını bekleyeceğimiz bir atmosfer yaratılmasa da, bu noktada hayattan “umudunu kesmiş” olan Zebercet’in Ortalıkçı Kadın’ı öldürmesi son derece normal, önemsiz bir olay gibi, günlük ve sıradan bir dille anlatılır.
 
Zebercet’in cesedi saklama şekli, bir odada ceset varken insanları otelde konuk etmeye devam etmesi, polislerle konuşması da, benzer şekilde, “olağan” şeylermiş gibi sunulur.
 
Oysa, Zebercet’in hayattan umudunu kesmesine yol açan olay  (“gecikmeli Ankara treniyle gelen” kadının geri dönmeyeceğini kabullenişi) bundan çok daha basit ve sıradan bir durum sayesinde, bir çay bardağının kırılmasıyla gerçekleşir.
 
Zebercet’in kırılan çay bardağını, kadının asla geri gelmeyeceğinin bir işareti olarak yorumlaması ve bunu çok daha ciddi bir olaymış gibi yorumlaması, bu durumun bir örneği olarak sunulabilir. Zebercet için, kadının kaldığı odadaki çay bardağının kırılması bir “felaket alameti” haline gelirken, hayattan umudunu kestiği bir noktada işlediği cinayet, onun için daha önemsiz bir konu haline gelmiştir.
 
Bu anlatı yönteminin doğası gereği, düşünceler zaman zaman tuhaf sıralarla devam eder, bir anda geçmişe döner, Zebercet’in karşılaştığı “dış unsurlar” tarafından bölünür. Bu durumun ideal bir örneği, şu alıntıda görülebilir:
 
Yılda bir otelin vergisini de yatırırdı ama bunun için ayrıca çıkmazdı, postaneye gittiği bir gün yatırırdı. Her çıkışında, özellikle hamama gittiğinde, o yokken otelde kötü birşey (sic) olacakmış gibi tedirginlik duyardı. Şimdi de hızlı yürüyordu. Bunun bir başka nedeni de…

- Merhaba. Nereye böyle?

Emekli Subay gazetelerini almış otele dönüyordu.

-Çarşıya gidiyorum.

Durmadı, Çamlığın, lisenin önünden geçip caddeye çıktı.1
 
Burada vurguladığımız kısımda, Zebercet’in otelden dışarı çıkma rutininin anlatılması, kendisini sokakta gören Emekli Subay’ın gelişiyle bölünür ve daha sonra, tıpkı günlük hayatta düşüncelerimize olduğu gibi, dikkati dağılan Zebercet bir daha bu düşüncelere dönmez.
 
Yusuf Atılgan, zaman zaman bu “doğal” düşünce mantığını yansıtmak için noktalama işaretlerini ve dilbilgisi kurallarını serbestçe kullanır: Romanın ilk iki sayfasında görülen yapı, bunun ideal bir örneği olarak sunulabilir. Bunlar, yazarın yaratmak istediği atmosferi oluşturabilmek için bilinçli olarak yaptığı tercihlerdir.
 
Bilinç Akışı konusunda daha fazla bilgi için, bu konudaki yazımıza göz atabilirsiniz:
 
Bilinç Akışı
 
Dipnotlar

s. 21

 
 

 

Zebercet'in romandaki kediyi öldürdüğü an, Anayurt Oteli'nin en meşhur anlatılarından biri olarak gösterilebilir. 

Romanın genel anlatı yapısı “bilinç akışı” kavramıyla açıklanabilecek olsa da, Yusuf Atılgan hikayenin gidişatı içinde farklı anlatı yöntemleri, farklı üsluplar da kullanır.
 
Bunların bazıları “bilinç akışı”nın birer boyutu veya farklı deneysel arayışlar olarak görülebilir.
 
Örneğin, romanın on altıncı sayfasında son yıllarda otelden çalınan eşyanın bir özeti çıkarılır. Zebercet’in döneminde babasınınkine göre daha fazla hırsızlık olmasını yorumlayan anlatı, bir sonraki sayfada bunu “şıklı” bir yapı üzerinden değerlendirir.
 
Benzer şekilde, romanın seksen üçüncü sayfasında kestaneci tarafından arabasının önünde “maşatlık taşı” gibi durmaması yönünde uyarılan Zebercet, bu aşağılayıcı yoruma karşı verebileceği olası cevapları düşünür. Tamamen küçük harflerle, birbiri ardına, madde madde sıralanan bu olası cevaplar, günlük hayatta birine söylemek istenilen, ancak söylenemeyen şeylerin kendi içinde değerlendirilmesi durumunu yansıtan bir kullanım olarak görülebilir.
 
Romanın sonlarına doğru, doksan üçüncü sayfada yaşanılan yarı sarhoş, yarı kabus düşünce akışı da benzer bir kullanımdır. Yine düzensiz ve görünürde karışık bir sırayla çeşitli “kötü düşüncelerle” yüzleşen Zebercet’in buhranı, yazar tarafından okuyucuya doğrudan aktarılır.
 
Tüm bunlar, romanda kullanılan tüm anlatı tekniklerinin geleneksel ögeler dışında ilerlediği anlamına gelmez. Romanda kullanılan bazı unsurların birer sembol olarak değerlendirilmeye açık olması, bunun en güzel örneğidir. Murat Belge’nin editörlüğünde hazırlanan “Zebercet’ten Cumhuriyet’e “Anayurt Oteli” isimli çalışmada bu konuda bir makalesi yayımlanan Necdet Berk Özler, Zebercet’in bıyığı, havlular ve gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın gibi unsurları romanda kullanılan semboller olarak yorumlar. Makalede verilen ilginç örneklerden bir tanesi, Anayurt Oteli’ndeki kedinin “Zebercet’in vicdanını” temsil ettiği yönündedir. Özler, kedinin Zebercet’in karşısına genellikle onun “işlediği günahlardan” sonra çıktığını ifade eder. Bu okuma, Ortalıkçı Kadın’ın ölümünden hemen sonra kedinin de öldürülmesi ile, yani bir anlamda Zebercet’in vicdanını kaybetmesi ile mantıklı bir şekilde değerlendirilebilir.
 
Romanın belli noktalarında karşımıza çıkan mizahi kullanımlarda ise, yazarın Zebercet’ten biraz ayrılıp, kendi sesini kullandığı ifade edilebilir. “Annesinin karnında yedi ay bekleyen” Zebercet’in “sabırsızlığı” ile ilgili yapılan yorumlar, Anayurt Oteli’nin karanlık atmosferi içinde zaman zaman karşımıza çıkan mizahi tonun örnekleri olarak gösterilebilir. Bu yorumların bir bölümüne, “Önemli Alıntılar” bölümümüzden ulaşabilirsiniz.

 
Anayurt Oteli ile ilgili internet genelinde okuyabileceğiniz en yaygın yorumlardan bir tanesi, bunun yoğun, yorucu, okunması zor bir roman olduğu yönündeki görüştür.
 
Bu durum, aslında yazarın kullandığı dilden kaynaklanmaz. Yusuf Atılgan, roman genelinde basit, sadece, akıcı bir dil kullanır, ağdalı, süslü ve edebi bir dil kullanmaktan çoğu zaman kaçınır.
 
Elbette, bu durum ifade edilen görüşün “yanlış” olduğu anlamına gelmez. Zira yazarın dili çok zorlayıcı olmasa da, kullandığı anlatı teknikleri, romanın yoğun ve karmaşık bir yapıya sahip olmasını sağlar. Özellikle Zebercet’in düşüncelerinin ön plana çıkarıldığı, zaman zaman noktalama işaretlerinin, alışılagelmiş cümle yapılarının bozulduğu noktalarda, hikayeyi takip etmek için dikkatli ve yavaş bir şekilde okumak gerekir.
 
Yusuf Atılgan’ın Zebercet’in psikolojisini ve yaşantısını okuyuculara gerçekçi bir şekilde anlatma çabası, zaman zaman bilinçli bir şekilde okuyucuları zorlayacak, onları rahatsız edecek sahnelerin yazılmasına yol açar. Bu durum da, belli noktalarda romanı okumayı güç hale getirebilir.

 
Anayurt Oteli’nde ele alınan temalar, genellikle bu romanın ana karakteri Zebercet üzerinden işlendiği ve bunların okuyucuya sunulma şeklinden bağımsız olarak değerlendirilemeyeceği için, bu romanda yalnızca hangi temaların işlendiğini anlamak çok derin bir anlam ifade etmeyebilir.
 
Daha etraflı bir inceleme için, bu bölümdeki diğer sekmelere göz atabilir, Önemli Karakterler bölümünü okuyabilirsiniz.

 

Romanın ana karakteriyle empati kurarak okuduğunuzda bile, Zebercet’in gerçek anlamda “iyi” bir insan olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Özellikle gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının otele dönmeyeceğini anladıktan sonra yaptıkları, Zebercet’i akli dengesi yerinde olmayan, “tehlikeli” bir insana dönüştürür.
 
Ancak, romandaki anlatının bu konular nedeniyle Zebercet’i “kötü” bir karakter olarak ele aldığı da söylenemez. Zebercet, modern bir toplum içinde kendine yer bulamamış ve kendine güven eksikliği nedeniyle kendisini oteline hapsetmiş, zorunda olduğu kurumlar haricinde (aile, okul, askerlik) toplumla bir araya gel(e)memiş bir karakterdir.
 
Romanda bu duruma yol açan “toplum”, yozlaşmış, dürüstlükten uzak ve saldırgan bir sosyal çevre olarak gösterilir. Otel lobisinde siyaset tartışırken Zebercet’in kendilerini duymaması için seslerini alçaltan tiyatrocular, kendilerini dinlediğini düşündükleri için fısıldamaya başlayan müşteriler,  sadece bir süre arabasının önünde durduğu için ona hakaret eden kestaneci, hatta onu başından savmak için otele geleceğini söyleyen, fakat hiç gözükmeyen kadın, hep Zebercet’i toplumdan uzaklaştıran, herhangi bir insani sıcaklık duymasına engel olan kişiler olarak resmedilir.
 
Özellikle kadının geri geleceği umudunu beslemeye başladıktan sonra aktif olarak topluma katılma çabası içine de giren, ancak bunu başaramayan Zebercet’in, tüm bu bakış açılarından modern edebiyatın sık kullanılan temalarından “yabancılaşma” kavramı kapsamında değerlendirilmesi de mümkün hale gelir.
 
Bu toplumda yer alamama, sağlıklı hiçbir ilişki kuramama ve hayatta uğruna yaşayacağı hiçbir şey bulamama durumları, onun romanın sonunda kendisini asmasına sebep olan faktörlerin başında yer alır ve bütün bunlar, modern toplumun bir şekilde dışarıda bıraktığı insanların varoluşu hakkında bir yorum olarak okunabilir.

 


Romanda Yusuf Atılgan tarafından dikkat çekilen temalardan bir tanesi de, Zebercet’in kendisi için yaratmış olduğu rutin yaşamdır. Her ne kadar Anayurt Oteli’nde yaşanan olaylar, bize bu rutinin “kırıldığı” günleri gösterse de, karakterin yaşam tarzı ve geçmişi ile ilgili paylaşılanlar, Zebercet’in on yıldır bu otelde birbirini tekrar eden günler yaşadığını açık bir şekilde gösterir.
 
Romanın ana karakterinin, büyük ölçüde dışlanmış olduğu topluma karşı bir savunma mekanizması olarak oluşturduğu bu rutin hayat, onun mutsuz, ama en azından kendini güvende hissettiği bir hayat yaşamasını sağlar. Bu rutinin “sıkıcı” ve romanın ilerleyen bölümlerinde anlamsız olduğunu gördüğümüz parçaları bile (bkz: Alıntı #2), Zebercet’in etrafına ördüğü duvarın önemli “tuğlaları” haline gelir.
 
Fiziksel olarak fazla etkileyici olmayan, zorunda kalmadığı sürece otelinden dışarı çıkmayan ve kendini rutininin içine hapseden Zebercet, bu on yıllık sürenin sonunda içindeki bastırılmış duyguları kontrol edemez bir durumdadır. Hayattaki tek “insani ilişkisi”, yarı baygın bir kadınla neredeyse tecavüz olarak tanımlanabilecek bir cinsellik olan Zebercet, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın”a karşı hissettikleriyle bu “döngüyü” kırabileceği yönünde bir umuda kapılır.
 
Kadının geri gelmemesi, rutinin bozulma umudunu yok ettiğinde, Zebercet’in bastırılmış duyguları şiddetle ortaya çıkar ve romanın “mutsuz” sonunu hazırlar.
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon