Hayır... Adalet Ağaoğlu

Zaman ve Mekan
Toplumsal Eleştiriler
İntihar ve Başkaldırı
Kurgu
Dil ve Anlatı Yöntemleri
Hayır…’ın en çarpıcı noktalarından birinin, yazarın romanın anlatısı boyunca sıra dışı bir şekilde ele aldığı zaman kullanımı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Roman, “Sabah – Akşamüstü – Gece – Gündoğumu – An” olmak üzere beş bölümden oluşur ve aslında bir günlük bir zaman içinde olup biter. Adalet Ağaoğlu, romanın henüz ilk sayfasında bu günü (22 Aralık[1]) açık şekilde belirtir.
 
Kitapta açık olarak paylaşılmayan bilgi, romanın hangi yılda geçtiği konusudur. Hikayedeki günü açık ve net bir şekilde okuyucuyla paylaşan yazar, bu bilgiyi hiçbir noktada okuyucuya sunmaz. Yine de, roman boyunca gösterilen bilgilerden, örneğin 274. sayfada yazarın “Mayıslar, martlar, eylüller;” üçlüsünü bir arada sunmasından, romanın 12 Eylül’de 1980’de yaşanan darbeden sonra geçtiği anlaşılabilir.[2]
 
Romandaki zamanın karşımıza çıkarttığı önemli unsurlardan bir tanesi, sık sık tekrarlanan bir “nükleer zaman” teması olur. Engin, Gentofte’de çalıştığı yerde Nükleer Silahsızlanma Derneği’nden gelen insanlarla bu konuda konuşur. Aysel’in roman boyunca gündeme getirilen akademik çalışmalarından bir tanesi, “Nükleer Çağın Değerleri” isimli makalesidir.
 
Aysel, bir taraftan bu çağın “moral” değerleriyle, özellikle insanların giderek sıradanlaşması ile hesaplaşırken, diğer taraftan da bu çağın farklı koşullarını yansıtır. Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki nükleer silahlanma yarışı, farklı ülkelerde pek çok insanın yalnızca fikirleri nedeniyle öldürülmesine tamamen duyarsız ve kayıtsız kalan insanların durumu, Aysel tarafından Engin’e gönderdiği bir mektupta şöyle eleştirilir:
 
“Avrupalılara, özellikle yaşlı Almanlarla konuş. Onlara, İkinci Dünya Savaşı’nda bütün o kıyımlar olup biterken neden hiçbir şey yapmadıklarını, neden sessiz kaldıklarını sor. Sana, bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu ki, diyeceklerdir.  Bilmiyorduk, diyecekler. Ah Engin, yarın da insanlar bugün için bilmiyorduk, haberimiz yoktu mu diyecekler? Hepimiz böyle mi diyeceğiz? Bilmiyorduk. Haberimiz yoktu. Mezarı belirsiz ölülerimiz olduğundan bile haberimiz yoktu…”[3]
 
Tüm bunlarla birlikte, başta da ifade ettiğimiz gibi, romanda zamanın asıl kullanımı romanın ne zaman geçtiği ile ilgili değil, yazarın farklı zamanları bir arada okuyucuya sunması nedeniyle kayda değerdir. Bu konuda daha fazlası için Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu bölümüne göz atabilir, romanda adı geçen önemli mekanlara yukarıdaki haritadan göz atabilirsiniz.
 
[1] s. 1
[2] “Mayıslar, martlar, eylüller” ifadesi, Türkiye’de yaşanan üç askeri darbenin aylarını ifade eder: 27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 Darbesi.
[3] s. 176
Hayır...’ın asıl konusu, ana karakter Aysel’in “kendisi olma” isteği ile açıklanabilir. Toplumun baskılarına boyun eğmeme, herkes gibi olmama, kendi inandığı konularda istediğini düşünebilme ve kendi özgün kimliğini yaratma gibi konulara önem veren Aysel, romanda her şeyden çok bu konu etrafında düşünür.
 
Bununla birlikte, romanda hem bu konunun, hem de daha “günlük” toplumsal eleştirilerin bulunduğu söylenebilir.
 
Örneğin, Aysel evinden çıkıp kendisine yeni bir bluz almayı, daha sonra da bankaya giderek para çekmeyi düşünür. Ancak artık yaşlı ve ayak bileği sakat bir kadın olduğu için, burada göreceği muameleyi önceden tahmin eder. Aysel, bluz almaya gittiği dükkanda, satıcıların kendisini terslediğini, bankada işinin kaba ve olması gerekenden çok yavaş halledildiğini hayal eder.[1]
 
Dar Zamanlar serisinin tamamında olduğu gibi, bu romanda da merkezdeki karakterlerin büyük çoğunluğu solcu karakterlerdir. Aysel, bu kimliği üzerinden yaşadığı sıkıntıları, örneğin kendi kendine yazıp bir kenara koyduğu bir sayfa kağıt nedeniyle mahkemeye verilmesini anlatır.[2] Yine bu konuyla yakından alakalı olan ve hem Aysel’in, hem de pek çok aydının yaşadığı şeyleri anlatan bu alıntı, romanın en sert toplumsal eleştirilerinden biri olarak görülebilir:
 
Bu ülkede pek çok aydına yapıldığı gibi, bir gece kapım çalınıyor, içeri girilip kitaplarım yerlere yıkılıyor, dosyalarım, kağıtlarım karıştırılıyor; birçoğu alınıp götürülüyor; bundan üç yıl sonra da kendimi burada, karşınızda [Not: Mahkeme salonunda] buluyorum. Özel hayatlar bile ortadan kaldırılıyor. İnsanın evinin içi gibi, kafasının içi de denetim altına alınmak isteniyor. Peki bu durumda düzenin o kadar titizlikle savunduğu, askerin kendisi için o kadar saklı tuttuğu mülkiyetin korunması hakkı ve görevi nerede kalıyor?[3]
 
Yine bu konuyla alakalı oldukça sert bir toplumsal eleştiri olarak okunabilecek ögeler arasında Cemal karakteri de yer alır. Aysel ile Engin arasındaki ilişkiyi okul yönetimine duyuran bir “ajan” olan Cemal, yıllar sonra Gentofte’de Engin’in karşısına akıl hastanesinde, kendini tamamen kaybetmiş bir “deli” olarak çıkar.
 
Engin, Doktor Bernt’in Cemal’in sonradan delirdiği yönündeki fikrine karşı çıkar. Engin’e göre, Cemal henüz okul yıllarında, “ajanlık” yaparken de “hasta”dır. Ona göre, Cemal’i kullananlar onun “hasta” olduğuna zaten inanırlar, çünkü “aklı başında, ruh sağlığı yerinde” bir insan, onun yaptıklarını yapamaz.[4]
 
Aysel üzerinden getirilen farklı bir toplumsal eleştiri grubu da, onun akademik kariyeriyle ilgilidir. Koşullara göre, yeri geldiğinde bir sahtekar olarak görülen; fakat yurtdışında bir ödül kazandığı zaman “Türkiye’nin gururu” kabul edilen Aysel, hayatının bu boyutunda yaşadıklarını da sık sık gündeme getirir. Bunun belki de en iyi örneği için, Alıntılar bölümündeki ikinci alıntıya göz atabilirsiniz.
 
[1] s. 52 – 53; s. 124
[2] s. 46 - 47
[3] s. 50
[4] s. 145

Soldaki sekmede değindiğimiz tüm konulara karşın, Hayır…’ın asıl teması, “intihar” ve “başkaldırı” üzerinden kurgulanır. Roman boyunca özgün bir kimlik arayışında olan, insanların “programlanmış, standart, birbirinin aynısı” [1] olmasına dayanamayan Aysel, kendisini bu “çemberden” ayırmak için elinden geleni yapar.
 
Romana başlığını veren “Hayır…” kelimesinin kullanım alanı da, onun Aydın İntiharları ve Geleceğin Başkaldırısı makalesinde yer alan şu cümlelerden gelir:
 
HER DURUMDA ÖZGÜR KİMLİĞİMİZİ KORUYABİLMEK ANCAK EDİMLE SÖYLENEBİLECEK ŞU İKİ SÖZCÜĞE BAĞLI: YİNELEMEYE HAYIR…
 
AYNILAŞMAYA HAYIR…AYNILIĞA HAYIR… YİNELEMEYE HAYIR…[2]
 
Ancak, Önemli Karakterler bölümünde okuyabileceğiniz gibi, Aysel bugüne kadar bu konuda gerçek anlamda bir şey yapamamış olduğunu, özgürlüğün kıyısına kadar geldiğini, ama hiçbir zaman özgür olmadığını hissetmektedir.
 
Aysel’in kendi hayatıyla ilgili görüşleri, insan özgürlüğünün bir yanılsama olduğunu ifade eden Dr. Bernt’in görüşleriyle[3] benzer yapıda ilerler. Doktor Bernt, insanların hiçbir zaman gerçek anlamda özgür olamayacağını, yalnızca belirli sınırlar içinde ileri veya geri hareket edebileceğini savunur. Aysel de gerçek bir özgürlüğün “kıyısına” gelmiş, ancak eşikten içeri girememiştir.
 
Aysel, Dr. Bernt’in bu konuyla ilgili yaptığı nihai yoruma, “gerçek anlamda özgür olabilen kişilerin yalnızca sanatçılar ve deliler” olduğu fikrine de yakın bir duruş sergiler. Onun ilgi alanı, roman boyunca sık sık tekrarlanan makalede ifade edildiği gibi, “Aydın İntiharları”dır.
 
Hayır… üzerine “Başkaldırı ve Roman” adlı bir inceleme kitabı yazan Semih Gümüş, Aysel’in intiharı “bireysel bir davranış” olarak görmediğini, “düşünsel bir faaliyet” olarak önemsediğini ifade eder.[4] Bunun önemli bir kanıtı, Aysel’in intihar konusundaki akademik çalışmasına yaklaşım biçimdir. Aysel, bir taraftan intihar eden aydınları araştırırken, diğer taraftan da intihar eden roman karakterlerine yoğunlaşır.
 
Örneğin, Dostoyevski, Halit Ziya veya Yusuf Atılgan intihar etmemiştir: Ancak Kirillov ve Stavrogin, Bihter, Zebercet gibi karakterleri nedeniyle onlar da çalışmanın kapsamına girer. Aysel’e göre, bir aydının, eserleri içinde bir karakteri intihar yoluna götürmesi, kendilerinin de bu fikirle ciddi oranda meşgul olduğu anlamını taşır.
 
Roman ilerledikçe, intihar fikri gizliden gizliye Aysel’in karakterinin önemli bir boyutu haline gelir. Semih Gümüş, Hayır’daki intiharın “hayata yenik düşme” anlamını taşımadığını, Al Alvarez’in tanımıyla, “Sizi reddettiği söylenen bir dünyayı reddetmek” anlamına geldiğini ifade eder.[5] Bir başka deyişle, intihar, Aysel için, en azından düşünsel bir seviyede, “toplumdan bağımsız hale gelmenin”, toplumun bütün beklenti ve baskılarını reddetmenin, kendi kimliğine kavuşmanın en net yoludur.
 
Kitap içinde verilen ve konudan alakasız gözüken bazı detaylar da, intihar meselesine bağlanabilir. Romanın en sık tekrarlanan motiflerinden bir tanesi, “seksen yaşındaki ozan” karakteridir. Aysel, onun mahallesindeki insanların alay konusu olmasını, kendisi adına düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada kendisini rezil etmesini acıyla hatırlar. Ayak bileğindeki sakatlığı, artık gençlik günlerinin tamamen geride kaldığına yönelik bir “hatırlatma” olan Aysel, intiharı “seksen yaşındaki ozanın” durumuna düşmemek için bir yol olarak görüyor olabilir.
 
Bununla birlikte, Aysel’in romanda gerçek anlamda intihar edip etmediğini söylemek oldukça zordur. Yine Önemli Karakterler bölümünde daha detaylı görebileceğiniz gibi, Yenins – Aysel ve “sandal” imgesi üzerinden düşünüldüğünde, Aysel’in intihar etmiş olması ihtimali vardır. Üçüncü bölümde evine gelen Yazar arkadaşı da, ne yaparsa yapsın, Aysel’in kendisini öldürdüğü bir senaryoyu düşünmekten kendisini alamaz.


Dylan Thomas'ın sık sık gündeme gelen "Do not go gentle into that good night" şiiri, romanın sonunda Aysel'in intihar etmediğini ima ediyor olabilir. 
 
Bununla birlikte, romanda Aysel’in intihar etmediğine (veya etmeyeceğine) yönelik işaretler de bulunabilir. Bunlardan bir tanesi, yazarın sık sık “Do not go gentle into that good night” şiirini hatırlamasıdır. Dylan Thomas tarafından yazılan bu şiirin, ölüm fikrine karşı olması, Aysel’in “ölüme gitmeme” isteğini de ortaya koyar.
 
Yazarın romanın sonunu tamamen açık bırakması, yani karakterin akıbeti ile ilgili net bir bilgi vermemesi, bu konuyu aslında bir anlamda okurun hayal gücüne de bırakır. Adalet Ağaoğlu, “Başkaldırı ve Roman”ın yazarı Semih Gümüş ile bir röportajında, romanın sonunda Aysel’e ne olduğunu, Aysel’in nereye gittiğini kendisinin de bilmediğini söyler ve bunu okuyucularına yaptığı bir “muziplik”, bir “numara” olarak tanımlar.[6]
 
[1] s. 132
[2] s. 42
[3] s. 200 - 201
[4] Gümüş, Semih. Başkaldırı ve Roman. Can Yayınları, s.18
[5] s. 28
[6] s. http://dipnotkitap.net/ROMAN/Hayir.htm
Edebi açıdan yaklaşıldığında, Hayır…’ ile ilgili en dikkat çekici noktanın, romanın sıra dışı kurgu yapısı olduğu söylenebilir. Adalet Ağaoğlu, romanda “postmodern” olarak tanımlanabilecek, klasik roman yapısından tamamen ayrılan, okuyucuyu romanda verilen bilgilerle ilgili sürekli olarak şüpheye düşüren bir yaklaşım kullanır.
 
Roman üzerine daha dikkatli düşünürken, yazarın roman sanatı ile ilgili şu yorumunu akılda tutmak, tercih edilen kurgu ve özellikle zaman yapısını daha iyi anlamayı sağlayabilir:
 
“Romana geçmemin temelinde de klasik anlatının tek zamanlı, geldi gitti'li olmasının bana iyi gelmemesi vardı. Çok fiilli, çok zamanlı bir roman yazmaya karar verdiğiniz andan itibaren bunun nasıl olacağını, yani hangi dille anlatacağınızı, nasıl bir anlatı kuracağınızı düşünüyorsunuz"[1]
 
“Sabah – Akşamüstü – Gece – Gündoğumu – An” başlıklı beş bölümden oluşan romanın büyük çoğunluğu 207. sayfaya kadar devam eden,  Sabah ve Akşamüstü bölümleridir. İlk bölüm, doğrudan romanın ana karakteri Aysel’e odaklanırken, ikinci bölüm anlatıyı Engin’e yoğunlaştırır.  Üçüncü bölümde merkeze Aysel’in yazar arkadaşı konulur ve roman yalnızca birkaç sayfalık bölümler olan Gündoğumu ve An ile sona erer.
 
Bu yapı, romanın aslında yalnızca bir günlük süre içinde olup bittiği anlamını taşır. Ancak Hayır’ın en önemli noktalarından bir tanesi, yazarın kitap boyunca farklı zamanları bir arada kullanıyor olmasıdır. Bir başka deyişle, “olayları” bir gün içinde yaşanan romanın anlatısı, karakterlerin iç dünyasına yoğunlaşarak, çok daha geniş bir zaman dilimini ele almayı başarır.  
 
 
Adalet Ağaoğlu’nun böyle bir yapı kullanarak neyi amaçladığını görmek için, gerçek hayatta insanların “düşünce” yapısı ve iç dünyası düşünülebilir. Hepimiz, hayatımızda her an bir noktada somut olarak bulunuruz. Ancak iç dünyamız hiçbir zaman sadece içinde bulunduğumuz andan ibaret değildir. Bir insan, geçmişini ve anılarını her zaman aklında bulundurur, “o an”da yaşadığı şeylere farklı tepkiler verir ve aynı zamanda gelecek ile ilgili hayaller, fikirler ve belki korkularla yüzleşir. İnsan zihni, tek boyutta incelenebilecek, sabit bir şey değil, aynı anda farklı boyutlara yoğunlaşan, karmaşık bir yapıdır.
 
Hayır... ve benzeri romanlarda yansıtılmaya çalışılan şey de aslında insan zihninin bu yapısıdır. Bu durum, edebiyatta zaman zaman “bilinç akışı” tekniği ile açıklansa da, Hayır…’da durumun “bilinç akışının” da ötesine gittiği, insan zihnini sadece “düşüncelerin akışıyla” değil, bir bütün olarak, zaman zaman anlaşılması zorlaşan katmanlar halinde okuyucuya aktarmaya çalıştığı söylenebilir.
 
Romanın başında, kendisine verilecek onur plaketini almak için üniversiteye gitmeyi düşünen Aysel Dereli, bunun için yapacağı hazırlıkları belirler. Romanın anlatısı içinde, bankaya gitmek, bluz satın almak, kuaföre gidip saç boyatmak gibi aktiviteler somut bir şekilde anlatılır. Hatta, Aysel’in katıldığı ödül töreninden sahneler sunulur, yaşanan konuşmalar aktarılır, çekilen fotoğraflar betimlenir.[2]
 
Ancak sayfalar ilerledikçe, Aysel’in henüz evden bile çıkmamış olduğu anlaşılır. Romanın üçüncü bölümü, ilk bölümde gördüğümüz ödül töreni sahnesinin, aslında sadece Aysel’in hayali içinde yer aldığını ortaya çıkarır. Zira Aysel, ödül törenine hiç gitmemiş, evden çıktıktan sonra ortadan kaybolmuştur.[3]
 
 
Romanın kayda değer özelliklerinden bir tanesi, yazarın “doğrusal” bir zamandan tamamen ayrılarak, geçmişi, şimdiki zamanı, hatta “gelecek” ile ilgili düşünülenleri bir arada sunmasıdır.
 
Bunun iyi örneklerinden bir tanesi, romanın başında Aysel’in ödül töreninde yaşadıkları ve çektirdiği fotoğraftır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, daha sonradan bu sahnelerin yalnızca gelecekle ilgili bir hayal olduğun anlaşılır. Ancak gelecekle ilgili bu düşüncenin içinde yer alan bir başka “gelecek” fikri daha vardır: Romanın anlatısı, burada çekilen bir fotoğraftan bahsettikten sonra, bu fotoğrafın nasıl çıktığını, resmi çekilen kişilerin nasıl gözüktüğünü betimler. Bu dönemde, çekilen fotoğrafların “anında” görülebilmesinin imkansız olduğu düşünülerse, romandaki zaman kullanımı da daha net olarak anlaşılabilir.[4]
 
Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek zamanın birbirine karıştığı bir başka nokta ise, 131. sayfada gerçekleşir. Aysel, kuaförüne gittiği sırada, bir yandan Bahattin Bey’e verdiği talimatları, bir yandan gençliğinde polis ve askerlerle yaşadığı bir anıyı, bu anı sırasında kendisi ile konuşan bir kadını ve Yenins’le delik bir sandalda oturduğu bir anı aynı anda düşünür.[5]
 
Bu noktada, saydığımız örneklerin, roman içinden seçilen “özel” örnekler olmadığını, romanın genel anlatısının bu yapı üzerinden ilerlediğini belirtmek faydalı olabilir.
 
Hepsi bir arada sunulan bu zamanların bir “ek” özelliği de, Aysel’in yalnızca farklı zamanları değil, aynı zamanda “gerçek” ve “hayalleri” de ayırt etmeden, bir arada sunması olur. Bir önceki alıntıda bahsedilen Yenins, Önemli Karakterler bölümünde Aysel’in altında okuyabileceğiniz gibi, “gerçek” bir insan değildir. Benzer bir örnek, 72. ve 73. sayfalarda da karşımıza çıkar.
 
Aysel, bu sayfalarda eski kocası Ömer ile daha sonradan evlendiği Ayşen arasındaki ilişkiyi düşünür. Yetmiş ikinci sayfada, Ömer ve Ayşen çocukları ile birlikte mutlu, hayatlarının aşkını bulmuş iki insan olarak resmedilir. O ana kadar gerçek bir an gibi gözüken bu portre, bir sonraki sayfada bozulur: Buradaki Ömer ve Ayşen, rutin hayatları içine hapsolmuş, birbirlerinden bıkmış, mutsuz kişilerdir.
 
İşin gerçeği, elbette bu iki sahnenin de Ömer ve Ayşen ile ilgili herhangi bir somut bilgi yansıtmamasıdır. Bunların hepsi, farklı düşünceleri ve anıları ile birlikte, Aysel’in kendi kafasında ürettiği düşüncelerdir.
 
Hem farklı zamanların “sarmal” olarak tanımlanabilecek bir şekilde, birbiri içinde, aynı anda sunulması; hem de neyin gerçek, neyin “hayal” olduğunun somut bir şekilde belirlenememesi, Hayır’ı ilk anda fazlasıyla karmaşık bir roman haline getirebilir. Gerçekten de, böyle bir romanı tam anlamıyla çözümlemek için, birden fazla okuma ve dikkatli bir yaklaşım gerektiği rahatlıkla söylenebilir.
 
Ancak romanın “amacının”, Aysel’in iç dünyasını, psikolojisini ve belirli bir anda hissettiklerini yansıtmak olduğu düşünülürse, romanın neden böyle bir kurgu yapısına ihtiyaç duyduğu da anlaşılabilir.
 
Adalet Ağaoğlu’nun bu romanda kullandığı kurgu yöntemleri, yalnızca edebi bir arayıştan ibaret değildir. Yazar, Aysel’in “varoluşunu”, tıpkı gerçek bir insanınki gibi ele almaya çalışır. Bu nedenle Aysel’in düşünceleri, basit, tek boyutlu, doğrusal ve somut gerçeklerden ibaret değildir: Karakterin zihninde, tüm anıları, gelecek ile ilgili düşünceleri, fikirleri, hayalleri ve bunlarla olan hesaplaşmaları, sürekli olarak ve aynı anda var olur. Aysel’in zihni içinde zaman, kendi geçmişi ve düşünceleri, sıralı bir yapıyla değil, bir “senfoni” gibi, eşzamanlı olarak sunulur.
 
Roman bu şekilde okunduğunda, neyin tam anlamıyla gerçek, neyin “hayal” olduğu sorusu da bir anlamda önemini kaybeder. Zira romanda anlatılmak istenen, merkeze konulan şey Aysel’in iç dünyasıdır. Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında, romanda sunulan her şey karakterin iç dünyası açısından bir gerçek veya en azından farklı gerçeklerin yansımaları olarak okunabilir.
 
Elbette, Adalet Ağaoğlu yazmaya çalıştığı romanın “karmaşık” yapısının da bilincindedir. Zira yazarın hedeflediği şeyi gerçek anlamda yapmak, yani bir karakterin varoluşundan bir “anı”, bütün olarak okuyucuya sunmak imkansızdır. Yazar, roman boyunca “an” kelimesini bir özel isim gibi yazarak, kesme işaretiyle ayırarak, bu kavrama verdiği önemi gösterir. Roman sonunda, bu durum oldukça açık bir şekilde ifade edilir:
 
“Yıllardır böyle sürer durur. Ama hiç beceremedi; tek bir an’ın, o en kısa sürenin romanını hiç yazamadı. Yazamayacak da. “Çünkü an’lar yazılamaz.”[6]
 
Romanın sonunda, doğrudan Adalet Ağaoğlu’nun ağzından yazılmış gibi gözüken şu cümle ise, yazarın romanın yapısı ile ilgili yaptığı bir yorum gibidir:
 
Baştan alabilirim. Parçaları kendimce yanyana dizebilir, üstüste yığabilir, birini ötekinden farklı uzaklıklara koyabilirim.[7]
 
[1] http://dipnotkitap.net/ROMAN/Hayir.htm
[2] s. 3 - 8
[3] s. 207 - 208
[4] s. 3
[5] s. 131 - 132
[6] s. 273
[7] s. 275

Adalet Ağaoğlu, romanında kullandığı farklı kurgu yapısını, yine farklı anlatı yöntemleri ile destekler.
 
Romanda kullanılan ilginç üsluplardan bir tanesi, karakterlerin diyaloglarının sık sık bir oyun gibi, doğrudan okuyucuya sunulmasıdır. Aysel ile Yenins arasında geçen konuşmalarda, romanın hemen başındaki ödül töreninde[1], örneğin 190. sayfada Engin ile Aysel arasındaki hayali konuşmada, yazar hep bu üslubu kullanır.
 
Bir başka farklı üslup, Aysel’in mesleğinden kaynaklanır. Üretken bir akademisyen olarak tanıtılan Aysel’in yazdığı akademik makaleler sık sık gündeme geldiği gibi, onun roman sırasında yazmakta olduğu “Aydın İntiharları ve Geleceğin Başkaldırısı"ndan parçalar da sık sık okuyucuya sunulur. Bu bölümlerde, Adalet Ağaoğlu metni gerçekten bir akademik makaleden beklenecek şekilde yazar.[2]
 
Yazar, romanda aynı zamanda anlatısını güçlendirecek motiflerden de faydalanır. Layana’nın Aysel’e sürekli “yalnız yaşamaya nasıl dayandığını” sorması, Aysel’in “Do not go gentle into that good night” şiirini tekrar tekrar aklından geçirmesi, 80 yaşındaki Ozan’ın yaşadıkları ve onuruna düzenlenen gecedeki konuşması, hep anlatıdaki fikirleri güçlendiren temalar olarak karşımıza çıkar.
 
Romandaki önemli noktalardan bir tanesi de, Hayır…’ın serinin önceki kitaplarıyla ilişkisidir. Hayır… kurgu ve anlatı üslubu açısından bu iki romanda kullanılan yapının (Roma Rakamlı “ana” bölümler, İsimli “ara bölümler) dışına çıkar. Aynı zamanda yazar, örneğin Aysel ile Engin arasındaki ilişki gibi, daha önceki kitaplara dayanan temaları ele alırken, bu kitaplarda kullandığı cümlelere doğrudan yer verir.
 
Engin ile Aysel’in dolmuşa bindiği, Engin’in hocası Aysel’e araştırma grubunda kendisine neden yer vermediğini sorduğu sahnelerde yazılanlar, doğrudan Ölmeye Yatmak’ın metninden alınmıştır.
 
[1] s. 3
[2] s. 89, s. 133
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon