Medarı Maişet Motoru Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik
Azınlıklar


Burgazada'da bulunan Sait Faik Müzesi

Özellikle uzunluk açısından, Sait Faik’in “roman” olduğu konusunda tartışma bulunmayan tek eseri olarak tanımlanabilecek Medarı Maişet Motoru, pek çok açıdan yazarın hayatı ve genel olarak yazarlığı ile birlikte değerlendirilebilir.
 
Romanın önemli bir bölümünün Burgazada’da geçmesi, bunun ilk örneğidir. Yazarın hayatının ilerleyen dönemlerinde yaşadığı bu ada, İstanbul’da kendisiyle özdeşleşen bir bölgedir ve romanında geçen yerlerin (örneğin Dimitro’nun berber dükkanının) gerçekten var olduğu bilinmektedir.
 
Medarı Maişet Motoru ile Sait Faik arasındaki tek bağlantı Burgazada değildir. Yazarın, biçim ve tematik açıdan da bu romanda kendi üslubunun fazla dışına çıkmadığı söylenebilir. Romanda konu alınan insanlar, herhangi bir “olağanüstü” yönü bulunmayan, günlük hayatlarında çeşitli problemler yaşayan, ciddi geçim sıkıntısı yaşayan insanlardır. Sait Faik için sık sık kullanılan bir kavram, onun “küçük insanların” hikayelerini anlatan bir yazar olduğu yönündedir. Burada konu alınan Ali Rıza, Hikmet, Melek gibi karakterler de, bu kavram ile değerlendirilebilir.
 
Romana teknik açıdan bakıldığında ise, bunun Sait Faik’in yazarlığında hem tipik, hem de istisnai bir örnek olduğu söylenebilir.
 
Sait Faik, ağırlıklı olarak hikayeler yazan ve hikayeleriyle tanınan bir yazardır. Her ne kadar Medarı Maişet Motoru dışında roman olarak kabul edilen Kayıp Aranıyor adlı bir başka eseri olsa da, Kayıp Aranıyor pek çok açıdan uzun bir hikaye olarak da görülebilir. Bu anlamda, Medarı Maişet Motoru, yazarın “roman” olduğu konusunda şüphe olmayan tek eseridir.
 
Bu romanı okurken, bunun hikayelere yoğunlaşan bir yazarın roman denemesi olduğunun bilincinde olarak okumak, eseri daha iyi değerlendirebilmeyi sağlayabilir.
 
Medarı Maişet Motoru ile ilgili sık sık kullanılan önemli bir ifade, bizim yukarıda da kullandığımız, “roman denemesi” kavramıdır. Bu kavram, basit bir açıklamayla, “normalde hikayeler yazan bir yazarın, bir de roman yazmayı denemesi” şeklinde okunabilir. Ancak bu eseri doğrudan bir roman değil de, bir “roman denemesi” olarak adlandırmanın daha mantıklı bir sebebi de olabilir.
 
Zira, Medarı Maişet Motoru, roman tekniği açısından ilginç bir eserdir. Bütün kitap boyunca devam eden sağlam, amacı belli olan, güçlü bir kurgu yerine, Sait Faik bu eserinde kurguyu farklı kollardan devam eden hikayeleri bir araya getirerek oluşturur. Bu nedenle romanın yapısı, baştan sona devam eden, tek, uzun bir eser olmaktan ziyade, çeşitli hikayelerin bir araya getirilmiş ve tek kurgu etrafında şekillendirilmiş bir hali olarak da okunabilir.
 
Dolayısıyla, Medarı Maişet Motoru, bir roman olduğu için Sait Faik’in genel yazarlığının “tipik” bir örneği olarak görülemeyecek olsa da, biçimsel olarak yazarlığına pek çok açıdan uyar.
 
Medarı Maişet Motoru hakkında Sait Faik açısından verilebilecek önemli bir bilgi, bu romanın yayımlandıktan kısa süre sonra toplatılmış, yasaklanmış bir kitap olduğu gerçeğidir. Bazı kaynaklarda, yine aynı romanın, “Birtakım İnsanlar” başlığı ile yayımlandığı görülebilir.
 
Romanın dördüncü bölümünün de adı olan bu başlık, Medarı Maişet Motoru yasaklandıktan sonra, tamamen aynı roman için kullanılmış alternatif bir başlıktır.

Kitabın yasaklanmasına neden olan bazı tema ve alıntılar için, Analiz ve Alıntılar bölümlerimize göz atabilirsiniz.
 


Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen Mübadele döneminden bir fotoğraf

Romanda, özellikle de romana adını da veren ilk bölümde, dikkat çekebilecek noktalardan bir tanesi, azınlıkların, özellikle de Rumların yoğun olarak karşımıza çıkmasıdır. Burgazada’da, en az Türkler kadar Rumların da bulunması, bu karakterlerin burada kendi içlerinde bir toplum oluşturması, hatta adada yaşayan insanlardan bazılarının Türkçe bile bilmemesi, eseri günümüzde okuyan birisi için tuhaf gözükebilir.
 
Oysa, romanın geçtiği 1930’lu yıllarda, özellikle İstanbul’da hatırı sayılır bir Rum nüfusu bulunur. Osmanlı Devleti döneminde sayıları çok daha fazla olan Rumlar, Osmanlı’nın son yüzyılı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında hızlı bir şekilde ülkeden ayrılır veya ayrılmak zorunda bırakılır. Bu tarihi sürecin nasıl ilerlediğini anlamak, romandaki Rum karakterleri daha iyi anlayabilmek için gerekli arka plan bilgilerini de sağlayabilir.
 
1821 yılında, özellikle de günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan bölgede, büyük bir Yunan bağımsızlık hareketi başlar. Bu hareket, 1829’da Yunanistan’ın kurulması ile sonuçlanır ve yeni kurulan Yunan Devleti, özellikle Osmanlı Devleti’nde Yunanlıların yoğun olarak yaşadığı bölgeleri kendi sınırlarına katmak için aktif olarak çalışır.
 
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin batısındaki toprakların Yunanistan tarafından ele geçirilmesi bu tarihsel sürecin son halkasını başlatır. Kurulma sürecinde olan Türkiye Cumhuriyeti, Kuruluş Savaşı’nda Yunanistan ile savaşır ve savaş Yunan ordusunun yenilgisi ile sonuçlanır.   
 
Elbette bu noktada, iki ülke arasındaki tarihsel bağ nedeniyle, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Yunanlılar olduğu gibi, yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın kontrolünde kalan Yunanistan’da yaşayan Türkler de bulunur.


1914 yılında Osmanlı Devleti sınırları içinde yapılan nüfus sayımı sonrasında hazırlanmış tablo ve grafikler. Alt taraftaki tabloda mavi renkli çubuklar Yunan nüfusu gösteriyor. 
 
Bu süreçte iki “düşman” ülke haline gelen Türkiye ve Yunanistan için, bu kadar yoğun bir “azınlık” nüfusu istenmeyen bir öğe haline gelir. İki ülke, büyük bir karar alarak, kendi topraklarındaki “azınlıkları” karşı tarafa göndermenin ideal çözüm olacağı konusunda hemfikir olur.
 
Günümüzde “Mübadele” olarak adlandırılan ve Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz başlatılan bu süreç, burada değerlendirilemeyecek kadar kapsamlı ve karmaşık bir tarihi süreçtir. Ancak, Mübadele ile ilgili önemli bir detay, Medarı Maişet romanındaki azınlıkları daha iyi anlamayı sağlayabilir: Mübadele Anadolu’daki Yunan nüfusunu azaltsa da, İstanbul’daki Rumlar bu sürecin dışında tutulur.
 
Fuat Dündar’ın, “Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar” kitabında belirttiğine göre, 1927 yılında Türkiye’de anadili Rumca olan 119.822, 1935 yılında ise 108.725 kişi bulunur.1 Bu nüfus sayımları, Mübadele sürecinden daha sonra gerçekleştiği için, bu kişilerin büyük bölümünün, İstanbul’da veya sürecin dışında tutulan ikinci şehir olan Çanakkale’de yaşadığı sonucu çıkarılabilir.
 
Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’dan oluşan Adalar bölgesi, İstanbul’da Rum nüfusun en yoğun olarak bulunduğu bölgelerden bir tanesidir. Romanda, İstanbul geneli ve özellikle Burgazada’da bu kadar yoğun bir Rum nüfusunun bulunması, bu şekilde açıklanabilir.

Dipnotlar

 Dündar, Fuat. Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, s.124 - (https://www.academia.edu/15623252/Türkiye_Nüfus_Sayimlarinda_Azinliklar_2001)
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon