Medarı Maişet Motoru Sait Faik Abasıyanık

Zaman ve Mekan
Tema ve Toplumsal Eleştiriler
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu
 
Medarı Maişet Motoru’nda zaman ve mekan, romandaki olayların geçtiği arka planı oluşturmakta önemli bir rol oynar.
 
Bu iki öge, çoğu zaman birbirinden bağımsız olarak değerlendirilemeyecek olsa da, Medarı Maişet Motoru’nda asıl ön plana çıkarılan mekanlardır. İstanbul’da, Burgazada ve civarındaki küçük adacıklarda geçtiği belirtilen Medarı Maişet Motoru, bu bölgenin pek çok özelliğini de okuyucuya gösterir. Balık avlanabilecek yerler, çıkan balık türleri, büyük ölçüde ıssız kalmış olan adalar gibi coğrafi bilgiler sunulduğu gibi, bu adaların toplumu ve adalardaki insanların yaşantısı hakkında da pek çok tespit yapılır. Romanın yazılama amacının bu adaları okuyuculara tanıtmak olduğu söylenemeyecek olsa da, eserin bu bölgeler dışında düşünülmesinin çok zor olduğu belirtilebilir.
 
İstanbul’un farklı bölgeleri konusunda çok açık davranan Sait Faik, zaman konusunda aynı tavrı göstermez. Ancak 1940 yılında yayınlanmaya başlayan eserin, yine bu dönem civarında geçmediğini düşünmek için bir sebep yoktur. Yazar, “satır arasında” sunulduğunu söyleyebileceğimiz bilgilerle de bunu teyit eder. Örneğin, romanın sonlarına doğru Hikmet tarafından Kaşıkadası’na davet edilen Mustafa, 17 Eylül 93… tarihinde hapse atılmıştır.1 Yazar, 1930’lu yılların hangisinden bahsettiğini açıkça belirtmese de, dönem büyük ölçüde anlaşılabilir. Bir başka örnek, 186. Sayfada bulunan bir betimlemedir:
 
“Pencereler harp dolayısıyla karartılmış olduğundan müthiş bir karanlık içinde kalabalık kaynaşıyordu.”
 
Bu cümle, 1939 yılında başlayan II. Dünya Savaşı’nda uygulanan “karartmalardan bahsettiğinden, romanın geçtiği yılların 1939 – 1940 civarı olduğu anlaşılabilir. 
Dipnotlar

1 s. 174

Sait Faik’in pek çok eserinde olduğu gibi, bu eserinde de merkeze yerleştirilen temalar, konu alınan insanlar üzerinden değerlendirilir. “Küçük insanların” hikayelerini anlatmakla özdeşleşen yazar, roman boyunca sıradan insanların günlük hayatta yaşadığı sorunlara, ve bu insanların doğasına yoğunlaşır.
 
Medarı Maişet Motoru ile ilgili kayda değer bir bilgi, yayımlandığı yıllarda bu kitabın toplatılmış olmasıdır. Buna sebep olması muhtemel detaylar için, Toplumsal Eleştiriler bölümüne göz atabilirsiniz.

 
Sait Faik’in pek çok eserinde olduğu gibi, Medarı Maişet Motoru’nda da merkeze konulan en önemli unsur insan doğası ve insanlara yaklaşımdır. Artık neredeyse klişe hale gelmiş bir şekilde, ismi her söylendiğinde “Bir insanı sevmekle başlar her şey” cümlesi ile hatırlanan yazar, bu eserinde insanlara karşı karmaşık bir yaklaşım içindedir.
 
Bu karmaşık yaklaşımın, zaman zaman romantik, zaman zaman da gerçekçi nitelikte olduğu söylenebilir.
 
Gerçekçi boyutta, romanın dünyadaki insanları mantıklı bir şekilde kategorize ettiği görülebilir. Tıpkı gerçekte olduğu gibi, romanda da hem iyi insanlar, hem kötü insanlar, hem de bu şekilde “siyah – beyaz” bir şekilde kategorize edilemeyecek insanlar vardır. Romanda Melek ve Hikmet gibi karakterler genellikle iyi niyetli, çevrelerinin etkilerine karşı mücadele eden, “iyi” karakterler olarak kullanılır. Son bölümde anlatılan Hasan Kaptan gibi bir karakter ise, açık şekilde, “kötü” bir karakterdir.
 
Ali Rıza gibi, Hikmet’in hapse düşmesine yol açan Mustafa, Recep, Hasan gibi karakterler ise, daha “ortada” yer alır. Roman genelinde yaptıklarına baktığımızda, Ali Rıza’nın iyi bir insan olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bu, onun gerçek anlamda “kötü” bir insan olduğunu da göstermez. Zira onu bu hale getiren, hayatı boyunca yaşadığı bir yoksulluk ve bu yoksulluk nedeniyle bağımlığı olduğu içkidir.
 
Sait Faik’in insanları iyi veya kötü yapan unsurlardan biri olarak değerlendirdiği bir başka konu da çalışmaktır. Bazı hikayelerinde de olduğu gibi, ilk bölümde bu konuyu balıkçılar üzerinden değerlendiren, sürekli denizde çalışan, buradan para kazanmaya gayret eden kişileri konu alan Sait Faik, onları hep coşkulu, romantik bir tonla değerlendirir. Bir sonraki bölümde romana kısa süreliğinde dahil olan Fahrettin Asım da, bu görüşü daha net bir şekilde okuyuculara iletir: Çalışan insanlar “iyi”dir, çalışmayan insanlar ise “kötü”.
 
Romanın “romantik” boyutunda, insanlara her zaman iyimser yaklaşmanın, insanları her koşulda sevmenin, tipik bir Sait Faik yaklaşımı olarak karşımıza çıktığı söylenebilir. Roman içinde, açık bir şekilde “kötü” insanlardan bahsetmesine karşın, anlatıcı kitabın yirmi beşinci sayfasında “insanın en fenasında bile iyi bir tarafın bulunduğunu” ifade eder. Bu görüşün daha detaylı bir açıklaması için, Alıntılar bölümümüzdeki ikinci örneğe göz atabilirsiniz.
 
İnsanlara karşı bu romantik yaklaşımı, eser içinde temsil eden en önemli karakter Hikmet olur. Önemli Karakterler bölümünde daha detaylı olarak okuyabileceğiniz gibi, Hikmet çocukluk yıllarından itibaren insanlara karşı masum bir sevgi duyar, ancak etrafındaki insanların değişimleri, kendisinden farklı yaklaşımlara sahip olmaları, onu genel bir hayal kırıklığına sürükler.
 
Bunun sonucu olarak, oldukça sembolik bir şekilde yalnız kalacağı bir adaya giden Hikmet, burada insanlar olmadan da yapamadığını anlar ve İstanbul’da tanıdığı kimsesiz insanları tekrar etrafına toplayarak “farklı” bir sosyal çevre yaratmaya çalışır. Bu çabası da bir felaketle sonuçlanan Hikmet’in, insanları “oldukları gibi değil, olmaları lazım geldiği gibi” seviyor olduğunu anlaması, Sait Faik’in de insanlara karşı genel tavrının da bir yansıması gibidir.
 

“Geçim kaynağı olan, geçim sağlayan Motor” gibi bir anlam taşıyan Medarı Maişet Motoru başlığından da anlaşılacağı gibi, yoksulluk, geçim derdi ve para gibi konular romanda önemli yer tutar.
 
Fahri’nin konu alındığı ikinci bölüm dışında, yoksulluk romanda hep merkezdedir. İlk bölümde, özellikle Ali Rıza’ya yoğunlaşan sayfalar; hem içki, tütün gibi “lüks”lerin, hem de yaşanacak bir yer ve huzurlu bir hayat gibi “gerekli şeyler”in eksikliğinin yarattığı psikolojiyi inceler.
 
Birinci bölümde, hem Ali Rıza’nın kızı Melek’e bir berber dükkanı açması, hem de evlatlık oğlu Hikmet’in para kazanmak için çalıştığı zor koşullar, hep yoksulluğun yarattığı anlatılar olarak dikkat çeker.   
 
Ali Rıza’nın aksi, sert, alkolik ve para için pek çok şeyi göze alan (veya her şeyden vazgeçen1) yapısı, romanın ilk ve son bölümlerinde detaylı olarak ele alınır. Ancak, yeni bir gelir kapısı olarak kurduğu berber dükkanı, kızının namusu ile ilgili olduğunu düşündüğü bir konunun önüne geçemez ve Ali Rıza dükkanı darmadağın eder.
 
İyi halli bir ailenin oğlu olan Fahri’yi konu alan ikinci bölümde, bu temanın biraz arka plana atıldığı düşünülebilir. Ancak, işler bir önceki bölümdeki gibi gerçek bir yoksulluğa ulaşmadığı halde, Fahrettin Asım ile Fahri’nin sohbetleri gerçek zenginlik ve gerçek yoksulluğun ne olduğu konusunda detaylı bir tartışmaya sahne olur.
 
Toplumsal Eleştiriler sekmesinden daha detaylı şekilde okuyabileceğiniz bu görüşler, toprakla uğraşan, ekmeğini çalışarak kazanan insanların, sadece toprak sahibi olan, parası olan insanlara göre daha “zengin” olduğu yönündedir.2 Bu durum, bir önceki sekmede ifade edilen, “Çalışan İnsan = İyi İnsan” denklemiyle de doğru orantılıdır. 


Dipnotlar

s. 42
s.112 - 115
Arka Plan bilgilerinde de görebileceğiniz gibi, Medarı Maişet Motoru’nun önemli özelliklerinden bir tanesi, romanın yayımlandığı yıllarda toplatılmış bir eser olmasıdır. Sait Faik’in eseri, büyük ölçüde politik konulardan uzak, insanlara yoğunlaşan bir eser olarak ilerler. Ancak bazı noktalarda getirilen toplumsal eleştirilerin, bu dönemde neden “tehlikeli” bulunmuş olabileceği de görülebilir.
 
Romandaki merkezi temalardan yoksulluk, yoksul insanların yaşamak zorunda kaldığı hayatlar, belli açılardan birer toplumsal eleştiri olarak okunabilir. Fakat,  bir önceki sekmede değindiğimiz bu konulardan daha “net” gözlem ve yorumlar, romanın ikinci bölümünde, Fahrettin Asım’ın hikayeye dahil olmasıyla başlar.
 
Toplumun beklentilerinin dışında, kendisine ait bir değer yargısı ile yaşayan Fahrettin Asım, toplumun insanlar üzerinde yarattığı statü kaygısını şiddetle eleştirir. Özellikle yaşadığı bölgedeki toprak sahiplerini eleştiren Fahrettin Asım, “toprağın gerçek sahibinin onunla dövüşen”, yani toprağa emek veren kişi olduğunu ifade eder.1
 

Fahrettin Asım (temsili) 

Toprak sahibi, zengin insanların doğadan ve işten, emekten, hayatın gerçek değerlerinden uzak olduğunu savunan bu “tuhaf” karakter, eleştirilerini oldukça önemli bir cümleyle bitirir:
 
“Bir insanı yanında uşak gibi kullandıracak her işten sakın! İnsanoğlu birbirinin uşağı değildir, olamıyor.”2
 
Bu cümlenin, romanın yasaklanmasından sonraki baskılarda eserden çıkarılan bir cümle olduğu da düşünüldüğünde, Fahrettin Asım’ın savunduğu görüşlerin “tehlikeli” bulunduğu sonucu çıkarılabilir.
 
Romanda böyle bir politik mesaj olup olmadığı tartışılabilecek olsa da, toprağın asıl sahibini emek veren kişi olarak görmek, toprağa parayla sahip olanları ”haksız” ve gayri meşru olarak değerlendirmek, insanların birbirlerinin yanında “uşak gibi kullanılmasını” eleştirmek, oldukça solcu fikirler gibi okunabilir. Romanın yayımlandığı dönemde solcu olmanın resmi bir suç olduğu düşünülürse, bu cümlelerin kitabı tehlikeli bir hale getirmesi de daha iyi anlaşılabilir. Romanın toplattırılmasının ardından yapılan baskılarda çıkarılan bir başka cümle için, Alıntılar bölümümüze göz atabilirsiniz.
 
Yukarıda da belirtildiği gibi, romandaki tüm toplumsal eleştirilerin bu konuyla alakalı olması gibi bir durumdan söz edilemez. Örneğin, neredeyse baştan sona bir eleştiri olarak okunabilecek üçüncü bölüm, tamamen farklı toplum değerlerine karşı gelir.
 
Melek’in kırk derece ateşle, sayıklayarak yatan Fahri’ye bakmak için bir geceyi onun odasında geçirmesi, kısa sürede Burgazada’daki bir numaralı “dedikodu” haline gelir. Melek’in, Fahri’ye karşı bir şeyler hissetmesine rağmen, tamamen insani sebeplerle bir geceyi onun yanında geçirmesi, fakat bunun toplum tarafından bir namus meselesi olarak görülmesi, romanda imalı şekilde eleştirilir.
 
Bunun devamında, Ali Rıza’nın etrafındakilerin kışkırtmalarına uyması, kızıyla yüzleşmesi, hatta Fahri hayatını kaybettikten sonra, “namusunu temizleyemeyeceği için üzülmesi"3 ve Melek’in dükkanını darmadağın etmesi, böyle ufak bir olayın ulaşabileceği boyutları göstermesi açısından önemli toplumsal eleştiriler arasında gösterilebilir. Yazar, bu anlatı üzerinden, toplumda kadınlara ve “namus” kavramına karşı yaklaşımın, bu kadar basit algılar ile ilerlemesini net bir şekilde eleştirme imkanı bulur.


 
Dipnotlar

s. 113
s. 115
3 s. 163

 
Edebiyatımızda genellikle “hikaye” türünde eserler veren bir yazar olarak tanınan Sait Faik, bu romanında da aslında belli açılardan hikaye gibi değerlendirilebilecek bir kurgu yapısı sunar.
 
Bu durumun ilk boyutu, roman içindeki farklı bölümlerin, birbirinden oldukça ayrı boyutlarda ilerleyen “hikayeler” gibi değerlendirilebilecek olmasından kaynaklanır. Özellikle Ali Rıza – Dimitro – Melek odaklı ilk bölüm ve Fahri odaklı ikinci bölüm, birbirlerinden tamamen farklı koşulları ve karakterleri ele alan, tamamen bağımsız bölümlerdir. Bunlar, üçüncü bölümde bir araya getirilir, ancak Hikmet odaklı devam eden dördüncü bölüm bile, diğer bölümlerden büyük ölçüde bağımsız olarak ele alınabilir.
 
Dört bölüme ayrılan Medarı Maişet Motoru, bu bölümler içinde farklı alt kurgular da takip eder. Örneğin, ilk bölüm Ali Rıza, Dimitro, Melek ve Hikmet gibi karakterlerin tanıtılmasına ayrılır. Ancak bölümün sonlarına doğru, Hikmet’in çocukluk yıllarında Kaşıkadası’nda yaşadıkları, bölüm içinde alt bir hikaye olarak anlatılır. 

İkinci bölümde, tamamen farklı bir kurguya geçen roman, okuyuculara Fahri ve ailesini tanıtır. Yolculuk başlıklı bu bölümde de, Fahri’nin tanıtılması ana konu olarak değerlendirilirken, Dalgıç Ragıp’ın anlattıkları ve Nuh Bey etrafında geliştirilen “Define Avı” hikayesi alt hikayeler olarak görülebilir.
 
Bu durum, romanın sonuna kadar aynı şekilde devam eder. Aşağıda, tüm alt – hikayeleri göstermemekle beraber, romanın bu yapısını görsel bir şekilde sunan bir şema görebilirsiniz. 
Bu bölüm yapısı dışında büyük ölçüde geleneksel normlara uygun şekilde ilerleyen roman, okuyucuya yine Sait Faik ile özdeşleşen sade, akıcı fakat zaman zaman “coşkulu ve romantik” olarak da ifade edilebilecek bir dille ulaştırılır.
 
Romandaki önemli ve ilgi çekici ögelerden bir tanesi de kullanılan anlatıcı türüdür. Eserin büyük bölümü, odak noktasındaki karakterlerin düşünceleri ve iç dünyalarına hakim bir üçüncü şahıs anlatıcı üzerinden ilerler. Ancak bu anlatıcı yöntemini kullandığı sırada, Sait Faik zaman zaman anlatıyı farklı şekillerde keser.
 
Örneğin, yirmi beşinci sayfada, adadaki olayları anlatırken, bir anda çoğul bir sese dönerek hikaye dışından bazı “tespitler” paylaşır.
 
“Motorun sahibi sarhoş herifin biridir. Biridir ama sevilmeye layıktır. İnsanın en fenasında bile bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifade etmeye mecburuz.”1
 
Benzer bir kullanım, anlatıcının zaman zaman yazılan şeyleri kendi kendine sorgulamasıyla ortaya çıkar. 44. Sayfada, Ali Rıza’nın uzun zaman mühim şeyler düşündüğü yazıldıktan sonra parantez içinde şöyle cümleler kurulur:
 
(“Mühim” diyoruz ama, bu kendi kendimize verdiğimiz bir peşin hükümden başka bir şey değildir. Doğru olması bir şey ifade etmez. Bir insanın mühim veya saçma şeyler düşündüğünü nasıl bilebiliriz?)
 
Benzer kullanımlar, romanın farklı bölümlerinde de yine karşımıza çıkar.2
 
Dipnotlar

s. 25
s. 67, s.94

 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon