Cemo Kemal Bilbaşar

Zaman ve Mekan
Osmanlılık
Tarih
Ağalık Düzeni
Kadın

İnsanlar

Askerlik

Kurgu, Anlatı Üslubu ve  Dil Kullanımı

Cemo, Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda, ağırlıklı olarak 1930’larda, Türkiye’nin doğusunda geçer. Romanda önemli bir olay olarak dikkat çeken Şeyh Sait İsyanı’nın 1925 yılında yaşandığı düşünülürse, romanın başlangıcının 1922 yılı civarında gerçekleştiği çıkarılabilir, çünkü Kevi’yi kaçıran Cano, bu olaydan sonra yaklaşık üç yıl dağlarda birlikte yaşadıklarını söyler1. Şıh Sayıt isyanı, bu üç yılın sonunda çıkar. Cano’nun ülkeyi “küffardan kurtaran” Kemal Paşa’dan bahsetmesi de, romanın bu yıllarda geçtiğini teyit eder.
 

“Şıh Sayıt” isyanının bastırılması ile aşağı yukarı aynı zamanlarda doğan Cemo’nun romanda on iki yaşına bastığı da açık bir dille söylenebilir. Bu da, romanın geçtiği zamanı 1930’lu yılların ortasına, 1936 – 37 gibi yıllara denk getirir.
 

Romandaki mekan sık sık değişse de, Anadolu’nun en doğusundan fazla uzaklaşmaz. Memo, dayısı tarafından eğitildikten sonra çancılık yapması için Bingöl, Çapakçur ve Dersim tarafına gönderilirken, dayısı da Muş, Bitlis ve Siirt civarındaki yerleşim birimlerine çalışacağını açıklar. Bu bilgiler, romanın tam olarak nerede geçtiğini biraz daha iyi anlamayı mümkün kılar.
 

Romanın özellikle ilerleyen bölümlerinde, bir başka mekan olan Dersim de ön plana çıkar. Senem’in hayatta ve Memo’dan bir çocuk sahibi olduğunun anlaşılması ile, Memo Dersim’de bir ağa statüsü yakalar. “Osmanlılık” roman boyunca sık sık gündeme gelen bir kavram olsa da, hiçbir yerde Dersim’deki kadar sert ve şiddetle reddedilmez. Dersim’in yörenin en radikal, en sert bölgelerinden biri olduğu gerçeği, 222. Sayfadaki bir konuşma ile anlaşılabilir: Memo’nun Dersim’de bir ağa olduğunu öğrenen Sorikoğlu çobanı, ona korkmadan hizmet edebileceğini söyler, çünkü Dersim’e jandarmanın bile girmesi mümkün değildir. Dersim halkı da, hükümetin tüneller, yollar yapmasını büyük bir şüpheyle karşılar. Onlara göre bu yollar halka yardımcı olmak için değil, yöreye asker girmesini kolaylaştırmak için yapılmaktadır. “Osmanlı” ile yapılacak bir savaş, yöredeki herkesin kaçınılmaz olarak gördüğü bir durumdur.
 

Tüm bunlar, romanda yaşanan olaylardan birkaç sene sonra gerçekleşecek Dersim olaylarının ipuçlarını verdiği gibi, Cemo’nun devamı niteliğinde olan Memo romanına da temel hazırlar.
 

Zaman ve mekan, Cemo romanında son derece önemli öğelerdir, zira romanın yazılma amacı, bu dönemde Anadolu’nun bu bölgesinde yaşayan insanların hayatını anlatma çabasıdır. Anlatılan hikayeden bu hikayenin arka planına, karakterlerin teknik kökenlerinden romanın diline kadar pek çok şey, zaman ve mekan tarafından belirlenir. “1920’lerde Doğu Anadolu” ifadesi, romandaki olayların yaşandığı “sahne” olduğu kadar, bu olayların okurlara anlatılmasının temel sebebi olarak da görülebilir.


1s. 13




Romanda "Osmanlılık", bölgenin gelenekleriyle, töresiyle çelişen, yabancı ve düşmanca bir kavram olarak kullanılır.


Romanda sık sık kullanılan kavramlardan bir tanesi, “Osmanlılık” kavramıdır. Bu kavramın kullanımı, üç farklı açıdan ilgi çekicidir ve yine üç farklı açıdan incelenebilir.

Birincisi, romanda “Osmanlı” kavramı sık sık kullanılmasına rağmen, romanın geçtiği dönem Cumhuriyet’in ilan edildiği, Osmanlı Devleti’nin ortadan kalktığı döneme denk gelir. 1925 yılı sonrasına kadar devam eden romanda hiçbir noktada Türkiye veya Türkiye Cumhuriyeti kavramları kullanılmaz, Osmanlı, hükümet ve cumhuriyet kavramları eş anlamlı olarak kullanılır.
 

Cumhuriyet’in ilanından yıllar sonra, Dersim’dekiler hala “Osmanlı”ya karşı koymaya bağlı olduklarını söyler ve “Osmanlı”nın Dersim’e saldırmasını bekler1.
 

Bunun sebebi, yöre halkının gözünde yüzyıllardır burayı kontrol eden Osmanlı’nın dünden bugüne yok olmasının fazla bir şey ifade etmemesidir. Osmanlı ortadan kalksa da, yeni hükümet altında bu bölgedeki yaşamda çok fazla şey değişmemiş, yasalar farklı yenilikler getirse de bu yeniliklerin tamamı uygulanmamıştır. Bu açıdan, yöre halkı için Türkiye Cumhuriyeti’nin devamı olduğu Osmanlı’dan bir farkı yoktur. Onlar da, eski alışkanlıklarını sürdürerek “Osmanlı” ifadesini kullanmayı sürdürür.
 

İkincisi, romanın belli noktalarında Osmanlı, yüzyıllardır bu bölgede hüküm sürmesine karşın bir “hakaret” olarak kullanılır. 30. Sayfada, Cano’nun hizmet ettiği Şıh Mahmut’un oğlu’nun “Osmanlı olduğu, burayı hor gördüğü” söylenir. Osmanlılık, yöre halkı için yabancı, farklı bir kültürdür ve kendi içlerinden çıkıp, bu kültürü benimseyenler, “Osmanlı olmakla” suçlanırlar.
 

Bu düşmanlığın sebebi, Dersim’li bir ihtiyar tarafından şöyle açıklanır:
 

“Bizi düşman bilirler. Sultan Selim’den beri kökümüzü kazımaya çalışırlar. (…) Dersim’e muallim namı altında casuslar gönderip bebelerimize dillerini, cedlerini unutturmaya çalışırlar. Onlara Osmanlılık talim ederler. Sureti haktan görünüp kızlarımızı devşirmeye çalışırlar. Bunları kendi memleketlerine götürecekler, güya ki medeniyet öğretecekler. Aslında onları Osmanlılaştırıp buraya yollayacak ki, aslımızı, neslimizi bozalar2.
 

Buna karşın, Kemal Bilbaşar Osmanlı konusundaki görüşlerin tek taraflı olmadığına, bölgede bu konuyla ilgili farklı düşünceler olduğuna da dikkat çeker. Romandaki “iyi” karakterlerin çoğu, Osmanlı’ya karşı ayaklanmayı düşünmez, hükümete saygı gösterir. Cano’nun Şeyh Sait Ayaklanması’nda devletin tarafında savaşması, Memo’nun askerlik yapması, hep bu durumun göstergeleridir. Yine romanın yiğit ve iyi karakterlerinden biri olan Memo’nun dayısı, ondan ayrılırken ona bu doğrultuda bir nasihat verir:
 

“Oranın şıhlarına kapılma! Onların sözlerine kanıp Osmanlı’yı düşman belleme! Kayılarla Osmanlılar bir ananın yavrularıdır.”3
 

Memo’nun dayısına göre, Gazi Paşa, Tanrı’nın istediğini istemekte, kul ile ağa arasında fark olmamasını savunmaktadır. Şıhların ve ağaların kendisine bu kadar şiddetli karşı çıkmasının sebebi de budur4.
 


1s. 206
2s. 207
3s.51
4s.51

Cemo’yu Türk Edebiyatı içinde önemli yapan noktalardan bir tanesi, Kemal Bilbaşar’ın çeşitli tarihi konuları “ezberlenen” düşünce sistemlerinden çıkarmaya yardımcı olabilecek bir hikaye anlatmasıdır.
 

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki geçiş süreci, bu konulardan bir tanesidir. Resmi tarih kitaplarında, 1923 yılı Türkiye tarihi açısından bir “kırılma noktası” gibi değerlendirilir. 1923 ile “eski” Osmanlı Devleti bir anda tamamen yok olur ve “yeni” Türkiye Cumhuriyeti başlar: Bunlar arasında hiçbir devamlılık, süren hiçbir gelenek yoktur, Türkiye Cumhuriyeti yeni, beyaz bir sayfadır.
 

Cemo romanında, Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet ilanının üzerinden yıllar geçmesine karşın, yöre halkı hükümeti “Osmanlı” olarak nitelendirmekten vazgeçmez. Onlara göre, yüzyıllardır devam etmekte olan yönetim aynen devam etmekte, hayat tarzları konusunda herhangi bir değişim yaşanmamaktadır. Bu durum, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinin daha gerçekçi, daha devamlılığa dayalı bir şekilde sürdüğünün somut bir göstergesi haline gelir.
 

Şeyh Sait İsyanı da benzer şekilde “ezberlenen” boyutların dışına çıkarılır. Cano’nun ve onlarca “şıh” ile “ağa”nın devlet tarafında savaşması, Şeyh Sait isyanının bölgedeki tüm Kürtler tarafından devlete karşı yürütülen tek boyutlu bir hareket olduğu yönündeki izlenimi kırar.

Cemo’daki işlenen tüm konular, getirilen tüm toplumsal eleştiriler bir yana, romandaki en büyük mesele bu bölgedeki “ağalık” düzenidir.
 

Bu düzenin tam olarak neyi ifade ettiğini daha detaylı olarak okumak için, Arka Plan bölümündeki ilgili bölüme göz atabilirsiniz.
 

Cemo’nun geçtiği coğrafyada ağalık – kulluk meselesi ve bu meselenin romandaki karakterler için ne ifade ettiği, henüz ilk sayfadan okuyucuyla paylaşılır. Cano ve köyünde yaşayanlar, “begin uğruna kurban”, “öl dese ölmeye” hazır olan insanlardır. Hatta, dua ederken bile kendileri için bir şey istemekten kaçınırlar, Tanrılarından “beg”lerine uzun ömür vermesini dilerler1.
 

“Beg”, “Şıh” ya da “Ağa”ların varlığı, bu toplumdaki tüm toplumsal ilişkileri belirleyen temel unsurdur. Bu iki grup arasında, kesin bir itaat ilişkisi olması beklenir ve kullar kesin olarak toplumda “beg” ve “ağa”lardan düşük bir konuma yerleştirilir. Cano, bir "beg kızı" olan Kevi’ye aşık olduğunda, onunla birlikte olabilmek için üç sene dağlarda, kaçak olarak yaşar. Memo Senem ile evlenmek istediğinde, etrafındakiler onu vazgeçirmeye çalışır, sakat veya hasta olmadığı takdirde “şıh kızının şıh oğluyla evlenmesi” gerektiğini söylerler2; Memo bu isteğe karşı çıkıp Şıh’tan kızını istediğinde, bu önerisi bir hakaret olarak görülür ve şıh tarafından şiddetle reddedilir.
 

Kayıtsız şartsız ağalara itaat etmek üzerine kurulu olan bu düzen, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte hukuken bozulur. Toplum içinde her vatandaşın hür olduğu, herkesin eşit olduğu söylenir ve kağıt üstünde ağalık – kulluk yapısı ortadan kaldırılır.
 

Bu yasalar, çok eğitimli olmamalarına karşın bölgenin halkı tarafından da bilinir. Cano, “Cumhuriyet zagonuna [yöntemine, kurallarına göre] marabanın [köylülerin, kulların] diledikleri ağaya kapılamasına izin verdiğini” söyler3. Fakat bu yeni yasalar, roman boyunca neredeyse hiçbir etkiye sahip olmaz.
 

Memo’nun tanıdığı komutan sayesinde kendilerine bir yurtluk verilen ve Sorikoğlu’nun sahip olduğu topraklardan kaçan köylüler, herhangi bir ağaya bağlı olmadıkları bir düzende yaşayacaklarını düşünürler. Fakat bu durum çok kısa sürer, çünkü teoride birçok şey değişmiş olmasına karşın, pratikte her şey olduğu gibi devam  etmektedir: Memo dayısının ölümü ile ilgili bir şıh hakkında jandarmaya başvurduğunda, sadece bu başvurusu bile tepki alır. Jandarmadan kısaca “ağa takımıyla uğraşmanın hiçbir zaman fukaraya fayda sağlayamayacağını” dinleyen Memo, çıkışta şöyle düşünür:
 

(…) şıh bizi gammazlayanda çifte cenderme gelip yakamıza sarıldı, götürdü. Biz ağadan şikayetçi olacak olduk, cenderme az kalsın bizi dövüp deliğe tıkacaktı. Gene biz suçlandık. Ule bu hükumat, kimin hükumatı? Kemal Paşa’nın mı? Yoksam ağanın hükümatı mı?4
 

Sorikoğlu, yeni yerleştikleri köyde gelip kullarına saldırdığında, onları öldürüp tüm mallarını aldığında başına yasal olarak hiçbir şey gelmez. Cano hükümete gidip bu konuyla ilgili şikayette bulunduğunda, “hükümatın ağa ile kul arasında işi olmadığı” cevabını alır5. Fahri Yarbay kendilerine yardımcı olurken onların tüm sorunlarını çözmeye çalışan, onlara yardımcı olan kaymakam vekili, özgürlüklerini savunmaya çalışan kulları aşağılar:
 

“Siz varıp şıhınızın ayağına kapanacağınıza, pişmanlık getireceğinize gelmiş hükümat kapısına dayanmışsınız.6


Cano, cesur bir şekilde hakkını savunmaya devam ettiğinde ise, sadece birer kul olan bu insanların tavırları kaymakam vekilini çileden çıkarır. “Toprağa dikili ağaçtan farkı olmayan, toprak satıldığında onunla birlikte satılan” kulların, hiçbir koşulda ağalarına karşı gelmemeleri gerektiğini öfkeyle dile getirir7.
 

Bu yasaların varlığına rağmen uygulanamaması, kaymakam vekili ile görüşmesinden çok önce aslında Cano tarafından da belirtilmiştir. Cano, bu yasaların “Osmanlılar için” olduğunu, kendilerine ise asla uygulanmayacağını, kullarla ağalar arasına girmeyeceğini söyler8.
 

Ağalık düzeni ile ilgili dikkat çeken noktalardan bir tanesi, kulların da bu düzeni istisnai örnekler haricinde kabul etmeleri, hatta buna alternatif bir yaşam düşünememeleridir. Romanın başında ağası için ölmeyi göze alacağını söyleyen Cano, romanın sonunda bu düzene başkaldıran bir karakter halini alır. Ancak başkaldırdığı, aslında “ağalık düzeninin” kendisi değil, hizmet etmek istemediği bir ağa için çalışma fikridir.
 

Romanda bu düşünceyi en iyi ifade eden karakter, Velo Dayı olur. Kargadüzü köyünden göç etme kararı ortaya atıldığında, Velo Dayı bunca insanın ağasız hareket edebileceğine, yiyecek alabileceğine, kırık evleri onarabileceğine inanmaz9.Devlet kendilerine göç ettikleri alanın tapusunu vermek istediğinde, bu tapuyu kendilerine değil, devlete vermenin daha iyi olacağını, devletin bir anlamda kendilerinin ağası olabileceğini ifade eder. Ağasız nasıl yaşanabileceği fikrini, nasıl güvende kalınabileceği fikrini bir an için bile gerçek anlamıyla hayal edemez.
 

Çakalgediği köyünde bir süre için her şey yolunda gitse de, romanın finalinde haklı çıkan da Velo Ağa olur. Hiçbir ağanın koruması olmadan, kendi başına yaşamaya çalışan köylüler, Memo’nun ortadan kaybolması ile hükümete olan bağlarını yitirirler ve Sorikoğlu’nun hefedi olurlar. Ağalık düzeni, bu bölgede fazlasıyla yerleşmiş olduğu için, Fahri Yarbay denklemden kaldırıldığında, hükümetten kimse Sorikoğlu’na müdahale etmeye yanaşmaz ve bu “adaletsiz” düzen, Cano ve ailesine trajik sonuçlar yaşatır.


1s. 7
2s. 54
3s.124
4s.86
5s.212
6s.212
7
s.213
8
s. 133

9s.150

Kemal Bilbaşar’ın “Cemo”da üzerinde durduğu toplumsal konuların bir başkası da kadın ve romanın geçtiği bölgedeki kadınların durumudur. “Başlık parası” adı altında birer mal gibi alınıp satılan kadınlar, romanda önemli rol oynar. Cemo, Senem gibi ana karakterlerden bazıları kadın olması, romanın bu konuda bazı tespitler yapmasını da mümkün kılar.
 

Cemo’yu geleneksel anlamda bir kadın gibi yetiştirmeyen ve kızını başlık parası ile değil, layık gördüğü bir erkekle evlendirmek isteyen Cano, kadınların durumu hakkında şunları söyler:
 

 “Oy bizim avratlar!.. Kurban, çekmedikleri yoktur o fıkraların. Yolda oynarken kapar gelin ederler dokuz yaşında kızı. Ak ne, kara ne bilmezken kofiyi giydirirler başına. Avrat olur, ana olur, dahası, yerinin yedi sülalesine kul olur: ekmekten çok dayak yer. Kocası döver, kaynanası döver, görümü döver, kaynı döver. Koca evinde gelini dövmek helal. Tüm kabahatlar gelinin1
 

Bir beg kızı olan Senem bile, babasına evli hayatında mutlu olmadığını, kocası tarafından kırbaçlandığını söylediğinde bile, babası evlendiği adamın kendisinden daha hatırlı olduğunu söyleyerek bu duruma karşı gelemeyeceğini söyler. Söz konusu olan kendi kızı olmasına rağmen, “avrat kısmının kısmetine razı olması gerektiğini” söyler.
 

Ana karakter Cemo, kadınların bu şekilde görüldüğü bir topluma getirilen eleştirinin kendisi olarak da okunabilir. Yiğit bir baba tarafından, küçümsenmeden, alınıp satılacak bir mal olarak görülmeden yetiştirilen Cemo, hikaye boyunca herkesle baş edebilecek bir kadın olarak gösterilir. Bu da, yazar Kemal Bilbaşar’ın konuyla ilgili en net fikri olarak okunabilir.


1s.33

Cemo romanının en önemli özelliklerinden bir tanesi, Türkiye’de ciddi anlamda ırkçılığa maruz kalan ve pek çok alanda olduğu gibi, romanlarda da fazla “gözükmeyen” Kürtleri pozitif bir tonda ele alan, onları gerçekçi bir şekilde okuyucuya aktaran bir eser olmasıdır. Bu anlamda, romanda Cano, Cemo, Memo gibi karakterler, yiğit, cesur, “iyi” karakterler olarak kullanılır.
 

Fakat, her yörede olduğu gibi, burada da kötü insanlar ve insanlığın bazı çirkin tarafları da ortaya çıkar.


Kargadüzü köyünde can ve mal güvenlikleri olmadığı için, kendilerini koruyabilecek Ali Ağa’nın kulu olmak isteyen köylüler, ağadan olumlu cevap alırlar. Fakat bu isteği iletmek için gönderilen köy muhtarı, Ali Ağa’ya bağlı köylüler tarafından şiddetle dövülür. Gerekçe, bulundukları yerde kendilerine yetecek ekinin zor yetişmesi ve bunları başkalarıyla paylaşmak istememeleridir.1
 

İlginç bir şekilde, yerleşecek yer sorunu çözüldükten sonra benzer bir tutumu, romanın en iyi karakterlerinden biri olan Cano da gösterir. Memo’nun kendileriyle birlikte göç etmeyen diğer köylülere de yardım edeceğini duyan Cano, bu konudan dolayı bir mutsuzluk duyar. Ona göre, işin başında kendileriyle bir olmayan köylüler başlarına geleni hak etmiştir. Kızı Cemo tarafından ikna edilene kadar, onları Sorikoğlu’na bırakmanın daha doğru olduğunu savunur2.
 

İnsanların ne kadar kötü olabileceğini gösteren bir başka örnek de, Memo’nun askerde tanıştığı yüzbaşıdır. Bu yüzbaşı, ilk karşımıza çıktığında ırkçı, kötü bir karakter olarak sunulur. Özellikle Zaza kökenli olan erleri sık sık sebepsiz yere döven, onlardan nefret eden yüzbaşı, daha sonra kendi hikayesini de anlatır. Diyarbakır’ın Şıh Sayıt isyanına katılanlar tarafından yağmalandığı sırada, kendisi bir Zaza olan emir erine güvenerek onu karısı ile birlikte bırakır. Ancak daha sonra, emir erinin kendisine ihanet ettiğini ve karısının öldürülmesine yol açtığını anlar.


1s. 135
2s.184

Kemal Bilbaşar’ın değindiği toplumsal konulardan bir tanesi de askerliktir. Memo’nun askerlik yapması nedeniyle, bu kurum romanda belli bir süre kayda değer yer kaplar ve Kemal Bilbaşar askerdeki koşullar ve askerliğin işlevi hakkında çeşitli tespitler yapar.


Sadece kişisel olarak Zaza’lardan nefret ettiği için Zaza kökenli askerleri sebepsiz yere döven, onlara işkence eden bir yüzbaşı, askerliğin sorunlu ve adaletsiz dünyasını gösterir.
 

Fakat, askerlik yapmış olması ve özellikle kendisine fazlasıyla yardımcı olan Fahri Yarbay’ı tanıması, Memo için son derece pozitif bir durum haline gelir. Askerlik sadece eline silah alıp nöbet tutmaktan ibaret bir iş değildir. Hükümet, askerlik vasıtasıyla insanlara okuma yazma öğretmekte, devletin işleyişini anlamalarını sağlamakta ve itaatkar insanlar yetiştirmektedir. İtaat etmenin ne demek olduğunu bilmek, devletin işleyişini anlamak askerliğin amaçları olarak sık sık tekrarlanır1.


1s. 133, 147
Cemo, biri kırk dört, biri yüz seksen dört sayfalık iki bölümden oluşur. Bu bölümlerin ilki, Cemo’nun babası Cano tarafından, ikincisi ise kocası Memo tarafından anlatılır. Memo’nun, anlatıyı devraldıktan sonra romandaki en önemli karakter haline geldiği söylenebilir. Cano bölümünün temel amacı ise Cemo’nun kim olduğunu, nasıl doğduğunu ve nasıl yetiştiğini açıklamaktır.
 
Cemo’nun en çarpıcı özelliklerinden bir tanesi, romandaki dil kullanımıdır. Türk Edebiyatı’nda, “yazı dili” haline gelmiş olan İstanbul ağzı ile konuşmayan karakterlerin “şiveleri” ile kaleme alınmaları aslında görülmemiş bir durum değildir. Fakat, bir metnin baştan sona “şive” ile yazılması, çok nadir görülen bir durumdur ve Cemo bu açıdan son derece önemli bir eserdir.
 
Cemo’da, yalnızca karakterlerin konuşmaları değil, romanın anlatısı da şive ile yazılmıştır. Kendileri de bu bölgeye ait olan ve bu şive ile konuşan anlatıcılar Cano ve Cemo, hikayeyi anlatırken de konuşma tarzlarını bırakmazlar. Bu da, hem dil açısından, hem dilbilgisi açısından, hem kelime seçimi, hem de kelimelerin yazılması açısından, hem de anlatının gerçek bir konuşma gibi ilerlemesi açısından son derece farklı bir romanın ortaya çıkmasını sağlar. Romanın ilk cümleleri, bu anlatı hakkında bir fikir vermek için yeterlidir:

“Cemo’yu ben büyütmüşüm. He vallaha. Anasız büyütmüşüm hemi de onu.”1
 
Bu konuşma dili içinde Kemal Bilbaşar her şeyi “konuşulduğu gibi” aktarmaya özen gösterir. Bu doğrultuda, argo kelimeler, hakaretler ve küfürler de, romanın gidişatı içinde yer alır.
 
Bu açıdan bakıldığında, dilin romanın atmosferini yaratmak açısından son derece kritik bir unsur olduğu da ifade edilebilir. Cano ve Memo gibi karakterlerin konuşacağı üslupla yazması, Kemal Bilbaşar’ın romanını daha gerçekçi bir şekilde yazmasını, okuyucunun gerçekten de bu yörede geçen bir hikayeyi dinlediğini hissetmesini sağlar.
 
Romanda anlatıyı bölerek karakterler tarafından söylenen türkülerin de aynen sunulması, bu hissiyatı güçlendirir.
 
Kemal Bilbaşar, romanı ağırlıklı olarak şive ile yazmasına karşın, belli noktalarda doğrudan Kürtçe tabirler de kullanır. 123. Sayfadaki diyalog, bunun güzel bir örneğidir:
 
- Kefete hoşe Cano, dedi.Gölünü almak ister gibi bir hali vardı. Eğri burnu ile akbabayı andırırdı. Gözleri birbirine bakardı, bet bir herifti.

Cano,

- Hudeşte razı bi, diye cevap verdi.

1s.7
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon