Fatih - Harbiye Peyami Safa

 

1931 yılında yayımlanan Fatih – Harbiye romanı, bu tarihe yakın bir noktada İstanbul’un iki semtindeki farklı hayat tarzlarını mercek altına alan bir romandır. Aynı şehrin iki farklı noktasında görülen bu farklılığı anlamak için, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı tarihsel değişikliklere hakim olmak, “Batılılaşma” sürecinin toplumu nasıl etkilediğini görmek faydalı olabilir.
 
Özellikle 18. Yüzyıldan itibaren ekonomik ve askeri açıdan Avrupa’nın üstünlüğünü kabul eden Osmanlı Devleti, Avrupa devletleriyle rekabet edebilmek için bu ülkelere benzemeye, bu ülkelerin çeşitli özelliklerini taklit etmeye çalışır. III. Selim, II. Mahmud ve I. Abdülmecit gibi padişahların saltanatları sırasında, bir bütün olarak “Batılılaşma” olarak tanımlanabilecek bu hareketler hız kazanır.
 
Osmanlı Devleti bir taraftan kendi isteğiyle Batının çeşitli özelliklerini kendi topraklarında yerleştirmeye çalışırken, bir taraftan da (özellikle ekonomik anlamda) Avrupa devletlerine bağımlı hale gelir. Bu durum nedeniyle Osmanlı topraklarındaki Avrupalıların sayısının artması; Rumlar, Ermeniler, Yahudiler gibi toplulukların Avrupa’daki hayat tarzına daha yakın bir şekilde yaşaması ve Batılı bir kültür ve eğitim ile büyüyen bir neslin yetişmesi, 19. Yüzyıla gelindiğinde Osmanlı toplumunda bir bölünme yaşanmasına sebep olur.
 
Bu elbette bir basitleştirme olsa da, toplumun bir bölümü daha Batılı, daha “modern”, daha Avrupai bir yaşam tarzını savunurken, diğer bölümü geleneklere, "alaturka" yaşam tarzına ve kültürüne sahip çıkmayı destekler.
 


Osmanlı Devleti'nde Batılılaşma ile özdeşleşen padişahlardan bir tanesi, III. Selim

20. Yüzyılın başında yaşanan önemli tarihsel olaylar, Osmanlı Devleti’nin geleceğini “Batı kültürüne” daha yakın hale getirir. 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nin yönetim sistemini tamamen değiştirir, 1923’te ilan edilen Cumhuriyet ise Osmanlı’yı tamamen ortadan kaldırarak Batılı, modern bir rejim yaratmış olur.
 
Fakat, Türkiye’nin "resmi olarak" Batılı bir devlet haline gelmesi, toplumun geleneksel kesimlerini - elbette - ortadan kaldırmaz. Fatih – Harbiye’nin geçtiği 1930’lu yıllara gelindiğinde, Cumhuriyet ilan edilmiş, İstanbul, Ankara gibi şehirlerin belli bölümlerinde Batılı yaşam tarzı yerleşmiş, ülke resmi olarak Batının kültürel yapısını ve değerlerini kabul etmiştir. Fakat bu, “alafranga” yaşam tarzının herkes tarafından kabul edildiğini, herkesin bu kültürde yaşamaya başladığını, toplumun bir anda Avrupalı olduğunu (veya Avrupalı olmayı iyi bir şey olarak gördüğünü) göstermez.
 
Fatih – Harbiye romanı, tam olarak bu konuya değinir.


İstiklal Caddesi'ndeki Lebon Pastanesi, Batılılaşmış karakterlerin uğrak noktalarından biri olarak Türk Edebiyatı'nda sık sık kullanılır. 
 
İstanbul’da batılılaşmanın merkezi olarak kabul edilebilecek Beyoğlu, Harbiye, Şişli gibi semtlerde alafranga bir hayat yaşanırken, romanın ana karakterleri Neriman, Şinasi ve Faiz Bey’in yaşadığı Fatih’te geleneksel hayat devam etmektedir. Bu durum da, Neriman gibi, yaşı genç olan bir karakterin, tam olarak hangi kültüre ait olduğunu anlamasını, hangisinin gerçek kimliği olduğunu çözmesini zorlaştırır. Peyami Safa’nın romanında konu aldığı mesele, bu iki kültürün aynı şehirde bulunması ve toplumun bu durum nedeniyle bir “kimlik sorunu” yaşamasıdır.
 
Peyami Safa’nın bu konuyu ele alması, elbette Türk Edebiyatı için benzersiz bir durum değildir. Fatih – Harbiye, roman türünün Türk edebiyatına dahil olduğu Tanzimat döneminden itibaren ele alınan “Batılılaşma” ve “Doğu – Batı sorunu” temalarını irdeleyen bir roman olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, Peyami Safa’nın Tanzimat’tan itibaren devam eden bir romancılık geleneğinin bir parçası olduğu ifade edilebilir.
 
Peyami Safa’nın bu konuda savunduğu düşünceler de Tanzimat döneminden beri görülen düşüncelere yakındır. Fethi Naci, Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’de “Doğu – Batı sorununu tartışmadığını, Doğu’yu övüp, Batı’yı yerdiğini” söyler. Roman boyunca Peyami Safa’nın Batı’ya karşı mesafeli olduğu, Doğu’yu ve Doğu kültürünü tercih ettiği karakterler arasındaki sohbetlerden ve ulaşılan finalden anlaşılabilir.
 
Romanın adı ile ilgili bir yanılgıyı düzeltebilecek önemli arka plan bilgilerinden bir tanesi de, “Fatih – Harbiye” ismidir. Doğu ile Batı’yı karşı karşıya getiren bir roman olarak, Peyami Safa’nın “Doğulu” Fatih ile “Batılı” Harbiye’yi karşılaştırdığı, romanın başlığının buradan geldiği düşünülebilir.
 
Oysa romanda, “Harbiye” bir semt olarak özel bir yere sahip değildir. Beyoğlu, Galatasaray ve Şişli gibi semtler İstanbul’un Batılılaşmış bölgeleri olarak karışımıza çıksa da, Harbiye böyle bir rol üstlenmez.
 
Çünkü romanın başlığındaki “Fatih – Harbiye” ifadesi, Fatih ile Harbiye arasında bir karşıtlığı ifade etmez, Fatih – Harbiye tramvayını ifade eder.

İstanbul’un en merkezi ve önemli ulaşım araçlarından olan, Fatih ile Harbiye arasında gidip gelen tramvay, Neriman için “Doğulu”, “eski” Fatih’ten, yeni, batılı, modern Beyoğlu’na açılan bir kapı gibidir. Peyami Safa’nın kendi deyişiyle, “bu tramvay, Neriman’da bütün arzuları şiddetle uyandıran bir münebbih (uyarıcı) haline gelmiştir.”

 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon