Hüyükteki Nar Ağacı Yaşar Kemal

Zaman / Mekan
Temalar ve Toplumsal Eleştiriler
Kurgu, Üslup ve Dil Kullanımı
Semboller
Yaşar Kemal, Hüyükteki Nar Ağacı romanı içinde net bir tarih vermez, fakat romanın 1951 yılında yazıldığı ve Marshall Planı’ndan somut bir şekilde bahsettiği düşünülürse, 1950’li yıllar civarında Çukurova bölgesinde geçtiği sonucu çıkarılabilir.
 
Zaman ve mekan, roman üzerinde son derece belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu yıllarda Çukurova’ya gelen traktörler ve biçerdöverler, dağlardan çalışmak için Çukurova’ya gelen işçileri tamamen işsiz bırakmış, bu teknolojik gelişme nedeniyle ciddi bir işsizlik, yoksulluk ve sefalet baş göstermiştir. Bu açıdan, Hüyükteki Nar Ağacı’nın içinde geçtiği zaman ve mekanı göz önüne sermek, bu işçilerin yaşadığı sıkıntıları ifade etmek için yazılmış bir roman olduğu söylenebilir.


Romanın "kötü"lerinden bir başkası: Sivrisinek
 
Temelinde tarımla alakalı bir roman olan Hüyükteki Nar Ağacı’nda, “zamanı” önemli hale getiren unsurlardan bir tanesi de mevsimdir. Roman boyunca yaz sıcağı altında yürüyen, sıcak sular içmek zorunda kalan ve sineklerle mücadele etmek için sıcağa rağmen ateş yakan karakterler, bu mevsimin etkisini en az dönemin “teknolojik” gelişmeleri kadar yakından hissederler.

 
Görece kısa bir roman olan Hüyükteki Nar Ağacı’nda, Yaşar Kemal’in ele aldığı konular ve toplumsal eleştiriler aslında birbirleriyle iç içe geçmiş olarak sunulur. Bir başka deyişle, yazarın kullandığı temalar aynı zamanda birer toplumsal eleştiri olarak da okunabilir.

 


Romanın merkezindeki ikilem, “insan” ile “makine” arasındaki ikili karşıtlıktır. Traktörlerin ve biçerdöverlerin Çukurova’ya gelmesiyle, bu bölgede çalışan insanlar işsiz kalmış, bu makineler toprak sahiplerini git gide daha zengin hale getirmelerine karşın işçileri aç ve yoksul bırakmaya başlamıştır.  
 
Hüyükteki Nar Ağacı’nın ana karakterleri ikinci gruba dahildir. Fakat romanda, makinelere karşı yaklaşım her iki açıdan da gösterilir.  
 
Toprak sahipleri için, durum son derece pozitiftir. Makinelere büyük bir heyecanla bağlanan ağalar, onları büyük bir sevgi ve hayranlıkla karşılar. Romanın 64. Sayfasında karşılaştıkları “kamçılı ağa”, traktörleri, biçerdöverleri ve bunların kendilerine ulaşmasını sağlayan “Mareşal Marşal”ı coşkuyla över, artık dağlıların “ağız kokusunu çekmedikleri” için duyduğu memnuniyeti belirtir.
 
Romanın başında, Memet’in kendilerine iş bulacağını söylediği “Ablası”nın makinelere yaklaşımı da benzer bir hayranlık duygusu ile ifade edilir. Memet’in daha önce birlikte çalıştığı “Sarı” “Abla’nın karasevdaya düştüğünü” ifade eder. Ona göre, “Şu motorlar geldi geleli, (Abla) motorlara sevda bağlamış”tır.1
 
Makinelere karşı duyulan bu abartılı duygulara, bir de daha sonradan gelenekselleşecek garip bir durum eklenir. Memet’in Çukurova’ya giden yol boyunca özlemle andığı sarı öküzü, yeni alınan biçerdöverin tekerleğinin dibinde kurban olarak kesilmiştir2. Makineler, toprak sahipleri için yalnızca işlerini kolaylaştıran aletler değil, getirdikleri yenilikler nedeniyle neredeyse kutsal olarak görülen, uğruna kurban kesilen mistik öğeler haline gelmiştir.
 
Yaşar Kemal, makinelere karşı gösterilen bu yarı kutsal saygıyı, romanı içinde şöyle ifade eder:
 
İnsanlar bu traktörler geldikten sonra birden değişmişler, bambaşka olmuşlardı. İnsanların yüzüne bile bakmıyorlardı. Ne yapacaklarını bilmedikleri bu makinalara tapınmışlardı bayağı.3
 
İşçilerin ise traktörlere ve biçerdöverlere yaklaşımı, tahmin edilebileceği gibi, oldukça farklıdır. Kısa süre içinde, kendi işsizliklerine bu araçların yol açtığını anlayan köylüler, onlara ciddi bir nefret ile yaklaşmaya başlar. 
 
Memet ve arkadaşları, bu garip makineleri yakından gördükleri ilk anda onlara nefretle yaklaşır, traktör ve biçerdöverlere hakaretler edip onların üstüne tükürürler.
 
Ancak bu nefretin içinde, traktörleri bilmemeleri ve anlamaları da enteresan bir rol oynar. “Ne yapacaklarını bilmedikleri bu makinalara tapan” insanlar gibi, onların da nefreti bir anlamda korkuyla karışık hale gelmiştir. Hösük traktörlerden birinin yanına fazla yaklaştığı zaman, Aşık Ali kendisini uyarır:
 
““Etme Hösük, (…) Yaklaşma. Nolur nolmaz.”
 
Hösük geri çekildi. Uzun zaman motorun yanını yönünü dönüp orasına burasına baktılar.” 4

 
Bu garip sahneden de anlaşılacağı gibi, nefret ettikleri bu makine için aynı zamanda garip bir merakları, anlamadıkları bu cihaza karşı ilginç bir korkuları da vardır.

1 s. 17
2 s. 20
3 s. 37
4 s. 25
 
 

Yaşar Kemal, Hüyükteki Nar Ağacı’nı tanımlarken, bu eserin “doğa – insan ilişkilerini en iyi anlamda verdiği yapıtlarından biri” olduğunu söyler.
 
Romanda, işçiler ve toprak sahiplerinin makinelere yaklaşımında olduğu gibi, doğaya karşı da enteresan bir yaklaşım vardır. Özellikle romanın merkezine yerleştirilen karakterler, tam olarak anlamadıkları doğaya karşı korkuyla karışık bir saygı duyarlar.
 
Romanın ilerleyen bölümlerinde merkeze konulan Hüyükteki Nar Ağacı’na olan inançları, bunun en güzel örneğidir. Kerametine inandıkları bu ağacı ararken, onun her sorunlarını çözeceğine, Yusuf’u iyileştireceğine ve kendilerine iş bulacağına gerçek anlamda inanırlar. Ağacın başına bir şey gelmiş olması ihtimali bile, Memet için anlaşılmaz bir fikirdir:
 
“Öyle bir ağaca hiçbir şey olmaz, diye gürledi Memet. “”Hiçbir vakit öyle bir ağaca bir şey olamaz. Kimsecikler öyle bir ağaca bir şey yapamazlar. Kuşlar bile saygılarından dallarına konamaz, sinekler yöresinde uçamaz, arılar yapraklarında ve hem de çiçeklerinde vızıldayamazlar.” 1

Bu saygıya karşın, Hüyükteki Nar Ağacı’nın merkezindeki konulardan biri de, tarımın ve hayatın git gide makinelere bağlı hale gelmesiyle, doğanın yavaş yavaş yok edilmeye başlanmasıdır. Nar Ağacı’nın yerini sordukları karakterlerden Hasan Emmi’nin de açıkladığı gibi, bir zamanlar Çukurova’da bulunan tüm ağaçlar hızla ortadan kalkmaktadır. Bir zamanlar “(buradan) denize kadar nar ağacı ormanı olan Çukurova’da”, artık ne nar, ne meşe, ne karaçalı, ne çam, hiçbir ağaç kalmamıştır. 2
 
İnsanların doğa karşısındaki bu agresif tutumu ve doğanın yavaş yavaş yok edilmesi, romandaki temel toplumsal eleştirilerden biri olarak görülebilir.
 
Bununla birlikte, Yaşar Kemal romanda doğayı sadece pozitif bir öğe olarak kullanmaz. Özellikle Çukurova’nın “kemikli” sivrisinekleri, bir bulut halinde insanın üstüne çöküp geriye kemikten başka bir şey bırakmayacak kadar korkutucu ve tehlikeli canlılar olarak tanımlanır. Sivrisinekler, ılık ve kirli sular, salgın hastalıklar, bunların tümü romanda doğanın korkutucu ve negatif yanları olarak karşımıza çıkar.

1 s. 56
 2 s.85
 
Yaklaşık doksan sayfalık bir roman olan Hüyükteki Nar Ağacı, bölünmeden ilerleyen kesintisiz bir metin olarak yazılmıştır. Yaşar Kemal, diğer romanlarında da görebileceğimiz bir özellik olarak, romanı yörenin konuşma tarzını, şivesini, bir anlamda “ruhunu” yansıtacak şekilde yazmış, örneğin kişi isimlerini okundukları gibi, dilbilgisi kurallarını gözetmeksizin kullanmıştır. Örneğin, romanda “Mehmet” ismi “Memet” olarak, “Mehmet’in” kullanımı “Memedin” olarak yer alır, diğer özel isimlerde de durum benzer şekildedir. 
 
Roman boyunca değişmeden ilerleyen bu üslup, okuyucuya üçüncü şahıs anlatıcı ağzından ulaştırılır. Anlatı büyük ölçüde olay odaklı olsa da, Yaşar Kemal sık sık diyaloglarla ve karakterlerin hisleriyle anlatıyı böler, bunları da okuyucuya ulaştırır.


Romanın olay örgüsü klasik bir yapı olarak tanımlanabilir - ancak eserin merkezindeki temel konu yaşanan "olaylar" değildir. 
 
Ancak buna karşın, her şeyden önce romanın kısalığı nedeniyle, karakterlerin çok derin olarak okuyucuya sunulduğu söylenemez. Romanın sonunda ciddi bir değişim geçiren Memet Çocuk’a ayrılan kısa bölümler haricinde, roman ana karakterleri tek boyutlu karakterler olarak bırakır, kişiliklerine gerçek anlamda yer ayırmaz. Fakat bu, romanın bir eksikliği veya başarısızlığı olarak değil, romanın amacının farklı olmasıyla açıklanabilir.
 
Yaşar Kemal, eserini bir “seyahat romanı” gibi kurgular. Karakterler evlerini terk eder, bir amaçla Çukurova’ya gider ve burada çeşitli köylere gidip, çeşitli insanlarla tanışırlar. Memet ve arkadaşları hiçbir yerde uzun süreli kalmadıkları için, tanıştıkları diğer karakterler de fazla detaylandırılmaz. Çoğu zaman, bu karakterler yalnızca üç dört sayfa gözüküp, daha sonra ortadan kaybolurlar. Pek çoğuna bir isim bile verilmemiştir.
 
Zira, Yaşar Kemal’in amacı Çukurova’daki insanları “derin” bir şekilde okuyucuya aktarmak değil, “geniş” bir şekilde okuyucuya aktarmaktır. Romanında kullandığı karakterleri fazla detaylandırmayan ve eserine kısa kısa farklı karakterleri dahil eden yazar, Çukurova’daki durumu olabildiğince çok insan çeşidi göstererek açıklamaya çalışır.
 
Bir başka deyişle, burada konu alınan durum ve ilişkiler (insan – doğa, insan – makine, vs.) bunları değiştirmeye gücü olmayan kişilerden daha önemlidir ve hatta onların hayatlarını belirlediği için romanın gidişatında önem kazanır. Bu noktada romandaki karakterleri, olayların nedeni veya çıkış noktaları olarak değil, bunların sonuçlarından etkilenen “kurbanlar” olarak okumak da mümkündür.

 
Yaşar Kemal'in bu kısa romanda kullandığı temel anlatı unsurları arasında önemli sembollerin de bulunduğu söylenebilir. Bunları daha detaylı olarak incelemek için aşağıdaki başlıklara göz atabilirsiniz.
 
 
 
Traktörler, elbette romanın temel unsurlarından biri oldukları halde, aslında kendilerinden daha büyük bir şeyin sembolü olarak da okunabilirler.
 
Yaşar Kemal, Hüyükteki Nar Ağacı romanı ile ilgili kendi açıklamasında da dediği gibi, traktörü romana bir sembol olarak koymaz. Traktör, başka bir şeyi ifade eden bir sembol, bir alegori değildir - gerçekten de bu dönemde Çukurova’ya giren ve binlerce insanın işsiz kalmasını sağlayan bir cihazdır.
 
Fakat, aynı zamanda kendinden daha büyük bir fikrin de temsilcisidir. Traktörler, kendi başlarına girip Çukurova’yı işgal etmezler. Bunlar, daha fazla ürün yetiştirip, daha az işçi çalıştırıp, çok az masrafla çok fazla kar etmeyi hedefleyen düşünce tarzının araçlarıdır. Bu açıdan, Çukurova’ya zenginlik kazandırdığı kadar yoksulluk da yaratan traktörlerin, kapitalizmin genel bir sembolü oldukları da ifade edilebilir.
Hüyükteki Nar Ağacı, “İnsan – Doğa İlişkisi” sekmesinde belirtildiği gibi, romanda doğanın gücünü, kerametini simgeleyen bir öğe olarak kullanılır. Nar Ağacı’nın somut olarak bir şeyi sembolize ettiğini söylemek mümkün değildir; o daha çok Memet ve arkadaşlarının hissettiği iyimserlik duygusunu, her şeyin iyiye gideceği umudunu temsil eden bir öğedir. Bu doğrultuda, romanın sonu iki açıdan manidardır: Memet ve arkadaşları uzun süre aradıkları ağacı sonunda bulduklarında, ağacın kesilmiş olduğunu, geriye sadece bir kök olduğunu görürler. Fakat onlara göre, bu kutsal ağacın yalnızca kökü bile, onlara aradıkları her türlü kerameti getirebilecek kadar kuvvetlidir.
 
Romanın en iyimser, en umut dolu öğesinin kesilmiş olması, bu duyguların ortadan kalktığını, zaferi makinelerin kazandığını mı sembolize eder? Yoksa ne olursa olsun bu ağacın kökünü bulmayı başarmış olmaları, onlar için iyiye mi işarettir?
 
Memet Çocuk, cevabın ilki olduğunu düşünüp ekipten ayrılır; diğerleri ise kökün yeterli olduğu sonucuna ulaşırlar. Fakat roman bu noktada sona erdiği için, bu sorulara net bir cevap vermek mümkün değildir.

 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon