Kuyucaklı Yusuf Sabahattin Ali

Zaman ve Mekan
Muazzez ve Yusuf
Kurgu Anlatı Üslubu ve Dil Kullanımı
Temalar ve Toplumsal Eleştiriler


Kuyucaklı Yusuf, Nazilli yakınlarındaki Kuyucak Köyü'nde başlar ve Edremit'te geçer.

Kuyucaklı Yusuf’ta zaman ve mekan yazar tarafından oldukça net bir şekilde bildirilir. 1903 senesi sonbaharında, Yusuf on yaşındayken Kuyucak köyünde başlayan roman daha sonra Aydın’ın Nazilli kasabasına ve sonunda ana mekan olacak Edremit’e geçer.
 
Bu sırada, zaman da çeşitli aralıklarla ilerler ve Meşrutiyet’in ilanı (1908 – 1909), Balkan Savaşları (1912 – 13), I. Dünya Savaşı (1914 – 1918) gibi önemli olayları da dikkate alarak doğrusal bir şekilde ilerler.
 
Zaman ve mekanın roman üzerindeki etkisi kayda değer boyuttadır: Edremit kasabasındaki toplumsal, bürokratik ve ekonomik sorunların, Sabahattin Ali’nin romanı yazmaktaki temel amaçlarından bir tanesi olduğu söylenebilir. Bu topluma yabancı bir karakter olan Yusuf’u eserin merkezine koyan Sabahattin Ali, “dışarıdan” gelen bir bakış açısıyla dönemin Anadolu toplumundaki haksızlığı göstermeye, eleştirmeye ve bu konuları tartışmaya çalışır.


Edremit Hükümet Konağı
 
1937 yılında yayınlanan eser bu konuları ele alırken, dönemin Anadolu toplumunu da gözler önüne serer. Hükümet temsilcileri, para sahibi olan insanların istedikleri gibi davranabilmeleri, azınlıkların durumları, roman içindeki çeşitli olaylarla gözler önüne serilir.
 
Bu son konu, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Anadolu’daki durumu net bir şekilde gösterdiği için özellikle önemlidir. Hikayenin geçtiği bölge içinde yaygın olarak yaşayan Rumlardan çeşitli noktalarda bahsedilir.
 
Edremit’in içinde yaşayan Rumlar, dünya haberlerini ve gelişmelerini halkın diğer kesimlerine göre daha yakından takip eder ve bilgilerin şehre gelmesi konusunda önemli bir rol oynarlar. Yusuf Muazzez ile kaçtıktan sonra, Ayvalık’a gidip bir araba ve hayvan satın alma fikrinden bahseder, ancak babası bu cümleleri “gevezelik” olarak nitelendirip, “o şehirde Müslüman barındırmayacaklarını” hatırlatır.1 Tüm bunlar, Anadolu’nun bundan yalnızca elli yıl önceki durumunu gözler önüne sermesi açısından da romana önemli bir boyut katar.

1s.140
 
Salahattin Bey ve Şahinde’nin mutsuz evliliklerinin karşısına, romanın “mutlu” ilişkisi Muazzez ve Yusuf yerleştirilir. Hikayenin sonu aslında pek “mutlu” olmasa da, Muazzez ve Yusuf’un aşkı da romanın en önemli konularından bir tanesi haline gelir.


Kuyucaklı Yusuf film afişi - Yusuf ve Muazzez 
 
Muazzez ve Yusuf’un ilişkisi, Salahattin Bey’in Yusuf’u evlat edinmesi ile başlar. Babalarının sürekli çalışması ve içki meclislerinde olması, annelerinin de sürekli gezmesi nedeniyle, iki çocuk yalnız kalır ve birbirleriyle yakınlaşır. Bir noktadan sonra, Muazzez herkesten çok Yusuf’un sözünü dinlemeye ve Yusuf ile anlaşmaya başlar.
 
İkili arasındaki ilişkinin romantik boyut kazanması, Muazzez’in evlenme konusu gündeme gelince başlar. Önce Şakir’le, daha sonra da Ali’yle evlenme ihtimali ortaya çıkan Muazzez, asıl evlenmek istediğinin Yusuf olduğunu açıklarve Yusuf da bu tepkiye “olumlu” denebilecek bir tepki verir.1
 
Ancak, Ali’ye verilen sözler ve daha sonra yaşananlar, ikili arasında normal bir ilişkinin başlamasını engeller. Bir süre Muazzez’e soğuk davranan Yusuf, daha sonra onu kaçırır ve bundan sonra ilişkileri tamamen farklı bir boyuta geçer. Henüz araba ile kaçarken, Muazzez Yusuf’un yüzünü hayal ederek, “kız kardeşini alıp eve dönen bir insanın yüzünün böyle olamayacağını”2 düşünür, zira artık aralarında üvey de olsa bir kardeşlik ilişkisi kalmamıştır.
 
Sabahattin Ali, iki kardeş olarak büyüyen ve toplumda da bu şekilde görülen Yusuf ve Muazzez’in ilişkisinin romantik bir boyut kazanmasının çevredekiler tarafından nasıl değerlendirildiğini fazla açıklamaz. Kaymakam Salahattin Bey, kızını ve Yusuf’u eve getirirken, kendisinin bu sürece onay verdiğini ve başka kimseye söz düşmeyeceğini söyler ve gerçekten de, roman boyunca bu tuhaf durumla ilgili başka bir şey söylenmez. 
 
Evlendikten sonra, Yusuf ve Muazzez bir süre oldukça mutlu şekilde yaşar. Bu noktada, her ikisi de birbirini hayranlık ile sevmektedir:
 
“(…) delikanlı, karısına insanların üstünde bir mahiyet veriyor, kalbinde günden güne kuvvetlenen bir aşkı adeta dini bir his gibi tefsir ediyor ve bütün düşünce ve hareketlerinin bu mihver etrafında dönmesi lazım geldiğini hissediyordu.”3
 
“Muazzez de Yusuf’u hemen hemen aynı hislerle sevmekteydi. Onun aşkında da esas amil, diğerinin “lüzumlu” bir şey olması, onsuz hayatın tasavvur edilmesine bile imkan bulunmamasıydı.”4
 
Bir bakıma Muazzez’in hisleriyle de doğru orantılı olarak, mutlu bir şekilde devam eden ilişki, Yusuf'un Edremit’ten ve evinden ayrı kalmasıyla kötüleşmeye başlar. İki karakter arasındaki bu saf aşk Yusuf’un yeni işi nedeniyle zayıflar ve bu noktada devreye giren Şahinde, maddi durumlarının da bozulması sayesinde, Muazzez’i komşu ve tanıdıklarını eğlendireceği bir unsur olarak kullanmaya başlar.
 
Muazzez’in tüm bu olaylardan sonra ölmesi, Yusuf için de yeni bir hayat olasılığını gündeme getirir. Edremit’i hiç sevmeyen, buradaki her şeye kendisini yabancı hisseden fakat Muazzez nedeniyle buraya bağlı olan Yusuf, Muazzez’in hayatını kaybetmesiyle Edremit’ten kopar ve yeni bir hayata doğru ilerler. 

1s.78
2s.123
3s.145
4s.145

 
Kuyucaklı Yusuf, doğrusal olarak ilerleyen üç kısım ve bu üç kısmın alt bölümlerinden oluşur. Sabahattin Ali bölümleri kısa tutarak okuyucunun ilgisini kaybettirmeyecek, akıcı bir anlatı üslubu kullanır.
 
Romanda kullanılan dil de bu doğrultuda sade ve akıcı bir dildir, fakat 1930’lu yıllarda yazılan bir eser olması nedeniyle, yer yer eski kelimeler de karşımıza çıkar. Yine de bunların sayısı okumayı zorlaştıracak düzeyde değildir.
 
Romanda üçüncü şahıs anlatıcı kullanılır. Kitabın temel odak noktası Yusuf olduğu için, anlatıcı çoğu zaman bu karaktere yoğunlaşır ve onun görüşlerini ve düşüncelerini de aktarır. Belli noktalarda, Şahinde, Muazzez ve Kaymakam Salahattin Bey gibi karakterlerin de düşünceleri doğrudan okuyucuya sunulur.
 
Anlatı tarzı güçlü gözlemlere ve detaylara da yoğunlaşır. Bu gözlemler bazen doğrudan okuyucuya sunulurken, bazen de daha arka planda, cümlelerin içinde gizli kalacak şekilde verilir. Romanda önemsiz gibi gözüken detaylar bile, romancının amacıyla doğru orantılı olarak, akıllıca kullanılır.
 
Yusuf’un kesik başparmağı bu detaylardan bir tanesidir. Romanın gidişatı, Yusuf ve onun Edremit’te yaşadıkları üzerine kuruludur. Bu kurgu içinde, askerlik gibi bir şeyin yeri yoktur. Dolayısıyla, Sabahattin Ali’nin, mert, yiğit, güçlü ve karakterli bir adam olan Yusuf’un, I. Dünya Savaşı sırasında askere gitmemesi için bir "bahane" bulması gerekir.
 
Romanın henüz başında, annesini ve babasını öldüren saldırı sırasında kesilen başparmak, Yusuf’un karakterinden hiçbir şey eksiltmeyerek askere alınmamasını sağlar. Böylece, romanın kurgusu ve gidişatı, aynı zamanda da gerçekçi doğası, bu durum nedeniyle bozulmamış olur. Yiğit ve mert bir karakter olan Yusuf, I. Dünya Savaşı'na katılamaz, çünkü bunun içi geçerli bir mazereti vardır. 
 
Romanın geneli, üçüncü şahıs anlatıcının geleneksel standartlarına bağlı kalsa da, zaman zaman dışına bu formüle uymayan kullanımlar da görülür. Bunun ilk örneklerinden bir tanesi, seksen dördüncü sayfada, anlatıcının zamanı aktarmak için doğrudan okuyucuya seslenmesi ile gerçekleşir:
 
“Anlattığımız vak’alardan beri iki hafta geçmiş, bu müddet zarfında Yusuf eve pek az uğramış, zamanını daha çok zeytinlikte geçirmişti”.  
 
Benzer bir kullanım da, romanın sonunda, Yusuf Muazzez’i akşam eğlencelerinden birinde basmadan hemen önce, bir “uyarı” veya bir “ön açıklama” olarak görülür:
 
“Bundan sonra anlatacağımız şeyler, iki dakikadan daha az bir zaman içinde oldu.”1
 
Anlatıcı, belli noktalarda tek boyutlu bir anlatı yaratma amacı ile karakterlerin kendi düşüncelerini sunma çabasının arasında kalır ve bir anlamda karakterlerine yardımcı olur. Örneğin, 147. sayfada, Yusuf’un psikolojisi ile ilgili şöyle bir cümle kurulur:
 
“Yusuf bunları tahlil edecek seviyede olmamakla beraber, “yerini bulamama”nın azabını bütün teferruatıyla duymakta idi.”2
 
Sabahattin Ali, Yusuf’un “yaşamasını istediği” problemin “yerini bulamama” olduğunu bilerek yazmaktadır, ancak okuma yazma öğrenmek dışında herhangi bir eğitim almayan, böyle bir sorun yaşadığını bilmesine imkan olmayan Yusuf’un, bu çıkarımı yapması doğal olmayacaktır. Dolayısıyla anlatıcı hem okura, hem de karakterine yardımcı olmak için, karakterin bunu bilmesine imkan olmadığını, ama yaşadığı sorunun bu olduğunu doğrudan ifade eder.

1s.207
2s.147
 

 
Romanda eleştirilen unsurlardan bir tanesi, tarla sahiplerinin tarım işçilerine karşı tavırlarıdır. 

Kuyucaklı Yusuf, yazarın yaklaşımı nedeniyle toplumsal bir roman olarak tanımlanabilir. Sabahattin Ali, roman boyunca Anadolu toplumunun olumsuz yanlarını, burada yaşanan adaletsizliği ve zor koşulları göstermeye çalışır. Bu nedenle, romanda işlediği temalardan pek çoğu, aynı zamanda toplumsal eleştiriler olarak görülebilir.
 
Bu eleştirilerin bazıları çeşitli kategoriler altında değerlendirilecek olsa da, kimi genel eleştiriler de tespit edilebilir.
 
Bunlardan bir tanesi, tarım işçilerine karşı gösterilen tutumdur. Kaymakam Salahattin Bey’in aldığı ufak zeytinlikte çalışan Yusuf, bu yöredeki işçiler tarafından iyi kalpli ve adil birisi olarak tanınır. Yusuf’un bu özelliğinin öne çıkmasının nedeni, diğer zeytinlik sahiplerinin kendileri için çalışan insanlara son derece kötü bir şekilde davranması, onları aşağılayıp ezmeleridir. Yusuf’un bu konudaki düşünceleri, anlatıcı tarafından şu şekilde ifade edilir:
 
“Sonra bu fakir işçilere bu köpek muamelesini yapmaya neden lüzum görüyorlardı? Evet, Allah onları bir kere fıkara yaratmıştı, bunda kimsenin kabahati yoktu, fakat onlar böyle yaratılmışlar diye niçin tepelerine binmeli, onları adam yerine koymaktan niçin çekinmeliydi? Ya Allah bu ağaları ve ağazadeleri de fıkara yaratsaydı? Öyle ya, mademki hepsini Allah yapıyordu… O zaman kendilerine aynı muamelenin yapılmasını isteyecekler miydi?”1
 
İşçilere ve “fıkaralara” karşı gösterilen bu tavrın eleştirilmesi, Sabahattin Ali’nin politik görüşleri ile de doğru orantılıdır.
 
Yapılan toplumsal tespitlerden bir başkası da, halkın cehaleti ve bilgisizliği ile ilgilidir. Bu konu, Yusuf gibi özel karakterlerde ve kadınlar gibi daha genel eleştirilerde farklı şekillerde görülebilir. Ancak bu eleştirinin en net şekilde yapıldığı anlardan bir tanesi, Yusuf’un arkadaşı Ali ile ilgilidir.
 
Romandaki iyi karakterlerden bir tanesi olan Ali’nin, evdeki okul kitaplarını okuduğunu aktaran Sabahattin Ali, daha sonra bu durumu “dünyada mektep kitabından başka bir şey okunabileceğini bilmiyordu”2 cümlesi ile eleştirir.
 
Toplumda düşünce, bilgi ve kültür yerine şiddetin prim yapması da, aynı şekilde gündeme getirilir. Şakir’in Ali’yi öldürdüğünü herkes bilmesine rağmen, toplum içinde herhangi bir negatif tepki görmemesi, Şahinde üzerinden şu şekilde açıklanır: “belki de bu şehirde adam öldürmenin biraz şerefli ve kahramanca bir şey gibi telakki edilmesi, belki de bu katlin kendi kızı için olduğunu bilmesi, ona Şakir’i daha sıcak gösteriyordu.”3
 
Cümlenin ikinci kısmı, elbette sadece Şahinde için geçerli olsa da, Edremit’te insan öldürmenin “şerefli ve kahramanca” bir şey olarak görülmesi, bu eleştiriyi daha evrensel bir hale getirir.

1s.27
2s.73
3s.111

 


Kuyucaklı Yusuf romanının en temel konularından bir tanesi, bu bölgede yaşanan adaletsizlik ve sosyal eşitsizliktir. Bu iki kavram, Kuyucaklı Yusuf nezdinde toplumdaki bir kesimin, neredeyse her alanda diğer kesimlerden daha üstün ve daha avantajlı olması şeklinde tanımlanabilir. Romanda, bu kesimi tanımlamak için “eşraf” kelimesi kullanılır.
 
Şerefli anlamına gelen “şerif”in çoğulu olan eşraf, kelime anlamı olarak bir bölgedeki önemli, önde gelen insanları ifade eder. Ancak Kuyucaklı Yusuf’un geçtiği dönem ve coğrafyadaki “eşraf”, sadece parası sayesinde bu konumu elde etmiş ve bu parayı kullanarak her istediğini elde edebilen “zorba” bir kesim olarak sunulur.
 
Romanda, bu kesimin üç farklı boyutunu ifade eden üç farklı karakterden bahsedilebilir. Hilmi Bey, gerçek anlamda parası olan, çalışan ve her türlü sorunu parasıyla çözebilen bir karakter olarak tanımlanır. Edremit’in en zenginlerinden olan Hilmi Bey, romanda aktif olarak herhangi bir kötülük yapmaz, fakat onun varlığı, serveti ve yardımları, Şakir ile Hacı Ethem’in önünü açar.
 
Hilmi Bey’in sürekli sarhoş gezen oğlu Şakir, romanın asıl kötü karakteri olarak kurgulanmıştır. Ailesinin parasını “Rum orospular ve İzmirli oğlanlar” ile yiyen Şakir, her türlü zevki abartılı olarak yaşayan, hayatta hiçbir zorluk çekmeyen bir karakterdir.1 Her istediğini hangi yolla olursa olsun sürekli ele geçirmeye alışmış olan bu karakter, romanın kırılma noktalarından birinde Yusuf’a karşı bir nefret beslemeye başlar ve Ali’yi vurmaktan Muazzez’i “kötü yola” düşürmeye kadar pek çok olayın merkezinde yer alır.
 
Bu grubu tamamlayan karakter Hacı Ethem ise, kendi durumu “eşraf”a dahil olmasına yetecek kadar iyi olmayan, fakat bir dalkavuk olarak sürekli onların yanında gezen bir figür olarak sunulur. Hacı Ethem, ailenin bir parçası olmamasına karşın onların parasını kullanır, rahat bir şekilde yaşar.2 Bunun karşılığında da Hacı Ethem, Hilmi Bey ve Şakir’e "pis işlerinde" destek olur, Şakir’in arkasını toplar ve ailenin başının derde girmesini engeller.  
 
Sınırsız denebilecek paraları bu üç karakterin ve temsil ettikleri sınıfın Edremit’te ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyar. Hilmi Bey, Şakir ve Hacı Ethem’in son derece planlı ve vahşi bir şekilde Kübra’nın ırzına geçtiğini öğrenen Kaymakam Salahattin Bey, bir devlet görevlisi olarak teknik anlamda bu üçlüyü cezalandırabilecek konumdadır – ancak Kübra’nın annesi onlara kimsenin gücünün yetmeyeceğini söylediğinde, Salahattin Bey de buna hak verir.
 
“Salahattin Bey “Benim kudretim yeter” diyecekti, fakat bunu laf olsun diye söylemek bile elinden gelmedi. Bilhassa, kendisinin ne kadar aciz ve ehemmiyetsiz kaldığını son günlerin vukuatı açıktan açığa göstermişti. Herhangi bir palavra artık gülünç olmaktan başka bir işe yaramazdı.3
 
Devlet görevlilerinin bile bu insanlar karşısında ne kadar çaresiz kaldığını, canları istediği şekilde hareket ettikten sonra nasıl hiçbir sonuçla yüzleşmediklerini en net olarak gösteren olaylar zinciri, Şakir Ali’yi öldürdükten sonra yaşanır.
 
Muazzez’in kendisi yerine Ali’yle evlendirilmesini kabullenemeyen Şakir, bir düğün sırasında Ali’yi herkesin gözü önünde kurşunlar. Fakat Hacı Ethem önce jandarmalara, daha sonra da şahitlere para ve tütün vererek durumu kontrol altına alır, rüşvetleriyle kimsenin doğruyu söylememesini sağlar.
 
Mahkeme reisi dahil herkesin Ali’yi Şakir’in öldürdüğünü bilse de, deliller ve şahitler Hacı Ethem ile Hilmi Bey’in rüşvetleri sayesinde değiştirilmiş olduğu için, bu suça karşı herhangi bir ceza verilemez.
 
Davalarını kazanmak için her yolu kullanan ve Hilmi Bey’in de akrabası olan Avukat Hami Bey, sonunda davayı öyle bir hale getirir ki, bir husumet nedeniyle öldürülen Ali’nin kendisinden nefret eden Şakir ile ilişkisi “bir tehlike karşısında birbirlerini kurtarmak için ölmeye koşacak kadar samimi ve fedakar iki dost olma” düzeyine getirilecek kadar çarptırılır. Bu sözlerin, gerçeği gayet iyi bilen bir mahkeme ve tanıklar önünde söylenmesi ve herkesin bu durumu kabullenmesi, eşrafın gücünü de gerçek anlamda göstermiş olur.
 
Eşrafın bu sınırsız gücü, Yusuf’un Edremit’teki hayata bir türlü alışamamasının nedenlerinden biri olarak da görülebilir. Sınırsız maddi gücü olan bu insanlar, Şakir – Ali vakasından sonra hiçbir güçlerini bu kadar net bir şekilde kullanmasalar da, yeni kaymakamla ilişkileri ve Şakir’in Yusuf’a karşı olan öfkesi, onun yeni bir göreve atanarak Edremit’ten uzaklaştırılmasında ve Muazzez’i ondan uzaklaştırmakta da rolleri olduğunu ima eder.
 
Kuyucaklı Yusuf’ta anlatılan hikaye içinde, eşrafın rolü Yusuf’a karşı duruşları ile sınırlı olsa da, romanın asıl mesajı bu insanların Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yer aldığı ve aynen bu romanda anlatıldığı şekilde hüküm sürdüğü yönündedir.

1s.31
2s.32
3s.61
Roman boyunca en çok dikkat çeken kadın karakter, özellikle Yusuf’un bakış açısından son derece kötü bir insan olarak tanımlayabileceğimiz Şahinde’dir. Ancak Sabahattin Ali, romanın henüz başında “kabahatin” Şahinde’de olmadığını da aslında ifade eder: Eve kapalı bir şekilde büyüyen, hiçbir arzusu gerçekleşmeyen, sadece birisiyle evlenmesi için süslenip püslenmeyi öğrenen ve “kafasının içi ile bir parça meşgul olunmayan”1 Şahinde’nin, bu koşullar altında zaten başka türlü bir insan olmasına imkan yoktur.
 
Sabahattin Ali, bu bilgileri aktardıktan sonra, ironik bir tonla “kız yetiştirmekten de gaye bu değil miydi?” diye sorar – ve Şahinde’nin karakteri, bu yöredeki toplumsal değerleri genel olarak eleştiren düşüncenin bir simgesi olur.
 
Romanda genel anlamda iyi bir karakter olarak sunulan Yusuf’un görüşleri de, kadınların toplumdaki konumları hakkında eleştiriler olarak okunabilir. Kaymakam Salahattin ve Şahinde arasındaki ilişkiyi gören Yusuf, bu ilişkiyi fazlasıyla tuhaf bulur. Kendi annesi ile babası kavga ettiğinde, annesinin ağzını bile açamadığını, gözlerini bile kaldıramadan sessiz sessiz ağladığını hatırlar ve “bir kadının çenesini bu kadar açabilmesine hayret eder”2 Yusuf’a göre, bir evde sözü geçecek, hükmü yürüyecek yegane adam o evin erkeğidir ve onun isteklerine karşı çıkan “sözlerin herhangi bir kıymeti olamaz.”3
 
Yusuf’un bu görüşleri, iyi karakterler için bile toplumda kadının yerinin çok net bir şekilde çizilmiş olduğunu gösterir ve Sabahattin Ali’nin bu duruma getirdiği eleştiriler olarak okunabilir.

1s.13
2s.15
3s.15
Kuyucaklı Yusuf’ta, yakın olarak gördüğümüz iki evlilik vardır: Şahinde ile Kaymakam Salahattin Bey’in evliliği ve Yusuf ile Muazzez’in evliliği. Bunlardan daha “normal” ve toplumda daha çok karşılaşılan evlilik, Şahinde ile Salahattin arasındaki evliliktir.
 
Sabahattin Ali, evlilik kurumunun zoraki bir şekilde, bir ticaret olarak kullanılmasını şiddetle eleştirilir. Şahinde’nin ailesi tarafından “süslenip, görücüye çıkartılıp, yağlı bir müşteriye verilmesi”1 romanın henüz ilk sayfalarında gündeme getirilir ve eserin sonuna kadar bu karakterin tüm davranışları altında yatan bir sebep olarak görülebilir.
 
Birbirini sevmeyen, ancak toplumsal beklentiler nedeniyle evlenen bu iki karakter, Sabahattin Ali’nin gözlemlerini aktarabileceği mutsuz bir ev hayatı yaşarlar. Sabahattin Ali, bu tarz evliliklere karşı görüşünü, mizahi bir tutumla açıklar:
 
“Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler.”2


Kaymakam Salahattin ve Şahinde (temsili)
 
Şahinde ve Salahattin arasındaki uyumsuzluk, ikisinin de mümkün olduğu kadar evden uzakta vakit geçirmek istemesine yol açar. Salahattin zamanını işinde ve içki masalarında geçirirken, Şahinde komşu gezmelerine çıkar ve bu durum sadece kendilerine değil, çocuklarına da zarar verir. Muazzez ve Yusuf arasındaki ilişkinin temelleri aslında Şahinde ve Salahattin’in onları çok yalnız ve alakasız bırakması nedeniyle atılır.3
 
Öyle ki, Salahattin Bey Yusuf ve Muazzez’in evden kaçmasından sonra, çocuklarını kaybetmekten çok karısı Şahinde ile baş başa kalmaktan korkar:

(...) bu karşısındaki şişman ve zavallı mahlukla yalnız kalmak ihtimali onu yerinden sıçrattı (…)4
 
Sabahattin Ali’nin, evlilik konusundaki gözlemi, bu kurumun aslında toplumsal bir beklenti olmaması gerektiği, aksine, toplumsal hayata zarar verdiği yönündedir:
 
“Evvelce bir takım emelleri olan, yükselmek, kendini göstermek, eser vermek isteyen adamlara bir kalenderlik, bir lakayıtlık gelir. Evde meram anlatmaya asla imkan olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve ihtiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür”5

1s.16
2s.12
3s.22

4s.135
5s.12
 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon