Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar

Psikanaliz ve "Baba Kompleksi"
Saat - Sıhhat - Sanat
Muvakkit - Muvakkithane
Saatleri Ayarlama Ensitüsü’nün ana karakterlerinden Doktor Ramiz, bütün varlığını psikanalize adamış bir karakter olarak tanımlanabilir. Önemli Karakterler bölümünden de okuyabileceğiniz gibi, bu karakter romanda neredeyse sadece psikanaliz takıntısı ile var olur.
 
Doktor Ramiz romana, Hayri İrdal’ın Adli Tıp’a gönderilmesi ile dahil olur. Uzun seanslarının ardından, Hayri İrdal’a “Baba Kompleksi” teşhisi koyacaktır.
 
Doktor Ramiz’in bu takıntısını anlamak için, romanın geçtiği dönemde, yani 20. yüzyılın başlarında fazlasıyla etkili olan psikanaliz kavramını, bu kavramın ortaya çıkışını ve Dr. Ramiz’in “baba kompleksi” ile ne ifade ettiğini anlamak faydalı olabilir.


Sigmund Freud
 
Psikanaliz kavramı ile en çok özdeşleşen ve bu düşünce yapısının kurucusu kabul edilen kişi, 1856 – 1939 yılları arasında yaşayan Sigmund Freud’dur. Freud’un oluşturduğu bu düşünce sistemi ve yönteminin merkezinde, “bilinçaltı” kavramı yatar.
 
(Uyarı İkonu İle Birlikte) Psikanaliz, 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında ortaya çıktığından bu yana önemli tartışmalar ile sürekli olarak gelişmiş, değişmiş ve kendi içinde farklı akımlara ayrılmıştır. Bu yazıda, bütün bu boyutlara değinmemiz imkansız olduğu gibi, Freud’un ortaya çıkarttığı şekilde psikanaliz kuramını bir bütün olarak açıklamamız pek mümkün değildir.
 
Bu yazıyı, yalnızca psikanalizin ne olduğu ve ne gibi temel önermelere dayandığı üzerine bir “giriş yazısı” olarak okumanızı tavsiye ederiz. 
 
Freud’a göre, insanların davranışlarının ve algılarının temelinde, “bilinçaltı”nda yatan, yani insanların somut bir şekilde “farkında olmadığı” sebepler bulunur. Özellikle çocukluk, hatta bebeklik yıllarında yaşanan ve tamamen unutulmuş gibi gözüken olaylar, bilinçaltında kalıp insanları hayatları boyunca etkilemeye devam ederler.
 
Bilinçaltında var olan problemler ve tatmin edilmemiş dürtüler, bu teoriye göre insan hayatındaki mutsuzluklarda da önemli rol oynar. Bilinçaltı ile bilincin “çatışmaları” zihinsel hastalıkların pek çoğunun sebebi olarak gösterilebilir.
 
Psikanaliz, bir kavram olarak her şeyden önce “bilinçaltının” incelenmesine dayanan bir analiz yöntemidir. Freud’a göre bilinçaltı kaynaklı sorunları çözmenin en iyi yolu, bunları bir şekilde bilince taşımaktır. Bunun için yapılabilecek en iyi şey de Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Doktor Ramiz ile Hayri İrdal arasında bir türünü gördüğümüz terapi seanslarıdır.
 
Freud’a göre bilinçaltı “mantıklı” ve “düzenli” bir yapı değildir. Bu nedenle, bilinçaltında yatan problemleri çözmek için insan zihninde herhangi bir mantığı yokmuş gibi gözüken detaylar büyük önem kazanır. Örneğin, görünürde herhangi bir “mantığı” olmayan rüyalar, psikanaliz açısından büyük önem taşır. Aynı şekilde, bir insanın aklına rastgele, serbest çağrışımlar halinde gelen konular da bilinçaltına ışık tutabilir, çünkü yüzeyde rastlantısal gibi gözüken bu bağlantılar, tıpkı rüyalar gibi, bilinçaltında yatan konular hakkında bilgi verebilir.
 
Bir psikanaliz seansı sırasında, terapist hasta ile konuşarak ondan rüyalarını, çocukluk anılarını ve bunların kendisine çağrıştırdığı şeyleri anlatmasını ister. Hastanın çoğu zaman özgür bir şekilde, serbest çağrışımlarla paylaştığı bu bilgiler, terapistin anlatılanlar arasında bağlantılar kurmasına, böylece ortaya çıkan davranış ile bilinçaltında bu davranışa neden olan olay, travma, tatmin olmamış arzular arasında neden – sonuç bağlantılarını kurmaya imkan tanır. Çünkü rüyalar, hastanın rastgele gözüken bir şekilde konudan konuya sıçraması, farkında olmadan anlatmayı seçtiği anılar, hep bilinçaltından izler taşır.
 
Romandaki psikanaliz seansı sonunda, Doktor Ramiz Hayri İrdal’da “baba kompleksi” olduğu sonucuna varır. Hayri İrdal babasını beğenmemiş, onun yerine kendisine sürekli başka bir baba aradığı için çocuk kalmıştır. 
 
Freud’un bilinçaltı ile ilgili görüşlerini anlamak için, onun insan zihnini nasıl bölümlere ayırdığını anlamak da faydalı olabilir. Freud’a göre, insan zihni üç katmandan oluşur.




Bilinç ve Bilinçaltına göre Id, Ego ve Süperego
 
İd, yalnızca içgüdüsel ve temel arzuların bulunduğu bölümdür. Zihnin bu bölümü düzenli değildir, zira amaç vücudun isteklerini, ihtiyaçlarını, agresif ve cinsel dürtülerini kontrol etmektir. İd, Freud’un “zevk ilkesi” olarak tanımladığı kavrama göre çalışır. Bir davranış, hiçbir sonuç düşünülmeden, o anda, o saniyede keyif veren, mutluluk sağlayan bir davranış ise, id hiçbir kontrol mekanizması olmadan bu davranışı gerçekleştirmeye çalışır.
 
Ego, İd’in aksine “Gerçeklik İlkesi” üzerinden hareket eder ve anlık, sonuçları düşünülmeden elde edilmiş bir zevk yerine, dünyanın gerçeklerini değerlendirerek hareket etmeyi sağlar. Ego’nun işlevi, İd’in yarattığı dürtü ve ihtiyaçları, daha “mantıklı” bir şekilde yönlendirmek ve daha uzun vadeli çözümler aramaktır.
 
Çok basit bir örnek, bu konuyu daha iyi anlamayı sağlayabilir. Karnınızın aç olduğunu ve bir bahçede meyve ağacı gördüğünüzü düşünün. Id’e göre hareket etmek, hiç düşünmeden ağaca doğru koşup karnınız doyana kadar meyve yemek olacaktır.
 
Bu meyvelerin zehirli olup olmadığını, etrafta vahşi bir hayvan veya zararlı böcekler bulunup bulunmadığını, meyveleri yemenin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini düşünen ve eğer gerekiyorsa daha mantıklı bir kaynak bulana kadar yemek yemeyi erteleyen katman ise Ego’dur.
 
Süper Ego ise, içinde yaşadığınız toplumun değerlerini, “doğru – yanlış” gibi ahlaki yapıları, etik ve kültürel normları yansıtan, bu yapılara göre hareket etmeyi sağlayan son katmandır.
 
Yukarıdaki bahçe ve meyve ağacı örneğinde id ve ego, kısa vadeli – uzun vadeli fayda için mücadele ederken, süper ego, örneğin bu bahçenin birine ait olup olmadığını, bu ağacın meyvelerini yemenin hırsızlık olup olmayacağını değerlendiren katman olacaktır.
 
Yukarıdaki görselde de görebileceğiniz gibi, Freud’a göre İd tamamen bilinçaltında bulunur. Ego ve süper ego ise hem bilinçaltında, hem de bilinçte yansımaları olan katmanlardır. 
 
Roman boyunca “Baba Kompleksi” olarak tanımlanan hastalığın kökü de, Freud’un teorilerine dayanır. Freud’un bir çocukla ebeveyni arasındaki sorunlu ilişkiyi değerlendiren en tanınmış teorisi Oedipus Kompleksi’dir.
 
İsmini Sofokles tarafından yazılan Antik Yunan trajedisi Kral Oedipus’tan alan bu kompleks, Freud’a göre çocukluğun ilk yıllarında ortaya çıkar. Bir erkek çocuğun durumunda, çocuk vücudunu tanımaya başladığı yıllarda bilinçaltında annesine karşı bir arzu baş gösterir. Bu arzu, doğrudan babaya karşı bir kıskançlığa ve öfkeye dönüşür.
 
Yukarıdaki tanımlardan hareketle, İd, babayı öldürmeye yönelik bir dürtü hissetmeye başlar, zira babanın ortadan kalkması durumunda çocuğun anneye sahip olması daha kolay olacaktır. Ancak ego, bunun mümkün olmadığını bildiği için dürtünün önünü keser. Id ile ego arasındaki bu çekişme, erkek çocuğun babaya karşı karmaşık bir hisle yaklaşmasını sağlar.
 
Oedipus Kompleksi’nin sağlıklı çözümü, süper egonun erkek ebeveynle, yani babayla özdeşleşerek onun gibi davranmaya başlaması, onun ahlaki değerlerini benimsemesi ve cinsel dürtülerin ortadan kalkmasıdır. Bunun yaşanmadığı veya uygun bir erkek rol modelin bulunmadığı durumlarda, Oedipus Kompleksi hayat boyu devam edebilir ve çözülmemiş bu dürtüler bir insanı aşırı agresif, aşırı hırslı ve psikolojik açıdan sağlıksız hale getirebilir.
 
Freud’un belki de en çok tartışılan teorisi olan Oedipus Kompleksi, Baba Kompleksi olarak adlandırılabilecek geniş tanımın en çok tanınan boyutudur. Baba Kompleksi, daha genel olarak bir çocukla babası arasındaki her türlü karmaşık ilişki için kullanılan bir terim olarak da değerlendirilebilir. Hayri İrdal’ın romanda “babasını beğenmemiş” ve hayatı boyunca kendisine yeni bir baba aramış olması bunun ideal bir örneği olarak sunulabilir.
 
Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu yazıdaki bilgiler psikanaliz ve Oedipus Kompleksi gibi kavramları bir bütün olarak anlamanızı sağlayamaz. Ancak kendi içlerinde çok kapsamlı olan bu konuları, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde karşımıza çıktıkları şekilleriyle anlayabilmek, romanı okuma keyfini fazlasıyla arttırabilir.  
 
Doktor Ramiz’in, bilinçaltını analiz etmenin bir yolu olan psikanalizi nasıl aşırı uçlara çektiğini, örneğin, Hayri İrdal’ın “hastalığını” gördüğü rüyalara göre teşhis etmek yerine, kendi koyduğu teşhise göre rüyalar görülmesini istediğini, Önemli Karakterler bölümünden daha detaylı olarak okuyabilirsiniz. 

 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, bu çok tuhaf bir durum gibi gözükse de, tam olarak isminde ifade edilen konuyu işler: Romanın merkezinde, Türkiye genelinde tüm saatleri ayarlamak, saati geri kalanlara veya ileri olanlara ceza kesmek, bütün halka saat sevgisi aşılamak gibi fonksiyonları olan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” bulunur.
 
Tanıtım bölümünde de ifade ettiğimiz gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın uzun bir romanı yalnızca bu konuya ayırmış olması, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün “tam olarak” ne ile ilgili bir roman olduğu konusunda soru işaretleri yaratır. Bazı toplumsal eleştiriler ve temalar rahatlıkla anlaşılabilse de, bir bütün olarak romanın tek ve kesin bir “alt metni” olup olmadığını çözmek kolay bir iş değildir.
 
Romanın başlıca toplumsal eleştirileri ve ilgilendiği konular hakkında Analiz bölümümüze göz atabilirsiniz.
 
Romanın merkezinde “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ve Hayri İrdal’ın saatlere ilgisi bulunduğundan, belli yorumlar saat kelimesinin farklı okumalarına yoğunlaşır.
 
Günümüzde, duştan çıkan veya saçını kestiren birine “Saatler olsun” demek oldukça yaygın bir durumdur. Bu ifadenin doğrusunun, yıkanmakla hiçbir ilgisi olmayan “saatler” sözcüğü ile değil, sağlık anlamına gelen “sıhhatler” ile söylenmesi gerektiği de genellikle bilinir, ama telaffuz açısından, “Saatler olsun” ile “Sıhhatler olsun” arasında fazla fark olmadığı için ilk ifade sık sık kullanılır. Ahmet Hamdi Tanpınar, romanında “saat” sözcüğünü kullanırken, belli noktalarda bu durumu da gündeme getirir.
 
Örneğin, “Saat” ve “Sıhhat” kelimelerinin yanlış kullanıldığı bir başka durum romanda açıkça ifade edilir. Cinlerden bahsederken, “cin” dememek için söylenen “İyi saatte olsunlar” lafı da, aslında “İyi sıhhatte olsunlar” kalıbının bozulmuş halidir. Hayri İrdal, evlerindeki saatin tuhaf bozukluklarını açıklayan annesinin, saatin “ya evliya olduğuna, ya da onu iyi saatte olsunlar”ın çarptığına inandığını aktarır.[1]
 
Saatlerle ilgili bir roman yazan ve dil kullanımına gösterdiği ilgiyle tanınan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, böyle bir “hata” yapması mümkün olmadığından, bu alıntı roman içinde saat – sıhhat kelimelerinin kullanımına yapılan bir gönderme olarak okunabilir.
 
Romanla ilgili en önemli makalelerden birini kaleme almış olan Süha Oğuzertem, saat ve sıhhat kelimeleri arasındaki bu ilişkiye dikkat çeker. Örneğin, Hayri İrdal’ın Halit Ayarcı tanıştığı sahnede, “Sen saatinden şikayet ediyordun” cümlesinin, “Sen sıhattinden şikayet ediyordun” şeklinde okunması mümkün olabilir.
 
“Sıhhat” kelimesi, bedensel sağlığı ifade ediyor olabileceği gibi, “akıl sıhhati”, yani “akıl sağlığı” şeklinde de okunabilir. Bu okuma da, romandaki absürt anların pek çoğunu, okuyucu için daha anlamlı hale getirebilir.
 
Jale Parla ise, “saat” sözcüğünün başka bir alternatif okumasına yoğunlaşır. Ona göre, bu kelime belli noktalarda Tanpınar’ın “sanat” ile ilgili yorumları için kullanılıyor olabilir. Parla, bu tek harflik eklemenin, Saatleri Ayarlama Enstitüsü binasının inşaatı gibi konuları daha mantıklı bir şekilde anlamayı sağlayabileceği görüşündedir: Halit Ayarcı’nın bütün projeleri “Bunun neresi modern ve neresi saat?” diyerek reddetmesi absürttür, ancak “Neresi modern ve neresi sanat?” şeklinde okunursa bir ölçüde mantıklı hale gelebilir.[2]
 
Bu alternatif okumalar, metni daha kapsamlı okumak için kullanılabilecek çıkış noktalarıdır. Elbette, yazarın bunları gerçekten bu şekilde kullanıp kullanmadığını somut bir şekilde ifade etmek mümkün değildir. Ancak edebiyat alanında uzman kişilerin bu şekilde okumalar yaptığını görmek ve belli yerlerde çıkarttıkları sonuçlardan
 
[1] s. 27
[2] Parla, Jale. Don Kişot’tan Bugüne Roman.  İletişim Yayınları. 2001. s. 302


Yeni Cami muvakkithanesi

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ana karakteri Hayri İrdal’ı roman boyunca iki kişi fazlasıyla etkiler. Bunlardan bir tanesi, Enstitü’nün kurulmasına vesile olan Halit Ayarcı, ikincisi ise İrdal’ın çocukluk yıllarını yanında geçirdiği Muvakkit Nuri Efendi’dir.
 
Nuri Efendi’yi daha iyi anlamak için, bu karakteri tanımlayan “mesleği” daha iyi anlamak faydalı olabilir. Günümüzde böyle bir mesleğe ihtiyaç olmadığı için bu çok eski bir kavram gibi gözükse de “muvakkit” namaz zamanının belirlenmesini sağlayan, bunun için kullanılan alet edevatı, saatleri düzenleyen kişi olarak tanımlanabilir. Muvakkithane de, özellikle camilerde, muvakkitlerin çalışması için inşa edilmiş bölümün adıdır.  
 
Romanın ana karakteri Hayri İrdal, İslam için saatin (ve dolaylı olarak, muvakkitlerin) önemini, şu cümleyle ifade eder:
 
Günde beş vakit namaz, ramazanlarda iftar, sahur, her türlü ibadet saatle idi. Saat Allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi ve bu sıfatla eskilerin hayatını idare ederdi.[1]
 
Özellikle mekanik saatlerin kullanılmadığı yıllarda, muvakkitler namaz saatlerinin belirlenmesi ve müezzinlere ezan okumaları gereken saatleri bildirmeleri açısından oldukça önemli görevler üstlenmiştir.
 
Bu romanda karşımıza çıkan Nuri Efendi, muvakkitlerin öneminin biraz daha azaldığı bir dönemde yaşar. Mekanik saatlerin ortaya çıkması ve yaygınlaşması, 19. yüzyıla gelindiğinde muvakkitlere de eskisi kadar gerek kalmamasını sağlamıştır. İslam Ansiklopesi’ne göre, bu noktadan sonra muvakkitler zamanı belirlemekle değil, romanda Muvakkit Nuri Efendi’nin durumunda olduğu gibi, daha çok mekanik saatlerin tamiri ve ayarlanması ile ilgilenmeye başlamıştır.
 
Bunun doğal bir sonucu olarak da, muvakkitlere ve muvakkithanelere olan ihtiyaç zamanla ortadan kalkmış, camilerde bu meslek ve bu yapı önemini tamamen kaybetmiştir.
 
[1] s. 21
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon