Galiz Kahraman İhsan Oktay Anar

Zaman ve Mekan
Tema ve Toplumsal Eleştiriler
Kurgu, Dil ve Anlatı Üslubu

Romanda zaman ve mekan hakkında verilen bilgiler eşit ölçüde açık değildir.
 
İhsan Oktay Anar, Galiz Kahraman’da hem iç, hem de dış mekanlar hakkında oldukça kapsamlı bilgiler verir. Roman içinde açıkça paylaşılan bilgilerden, kitabın İstanbul’da, ağırlıklı olarak Kasımpaşa ve Beyoğlu civarında geçtiği anlaşılabilir. Romanın ana karakteri İdris Amil’in sık sık gittiği yerler; örneğin Müelliflik Kursu, Cağaloğlu Kültür Kıraathanesi ve meyhaneler, hem romanın önemli “iç mekanları” olarak dikkat çeker, hem de yazarın yaptığı toplumsal tespit ve eleştiriler için bir arka plan oluşturur.
 
Romanda adı geçen bazı önemli mekanları, yukarıdaki haritayı inceleyerek görebilirsiniz.
 
Kitabın anlatısı içinde mekan isimleri sık sık gündeme getirilse de, İhsan Oktay Anar zaman konusunda aynı tutumu göstermez. Romanda anlatılan olayların geçtiği yıl açık bir şekilde belirtilmez. Yaşananların günümüze göre daha eski bir tarihte geçtiği anlaşılsa da, mikrofon ve otomobil gibi teknolojik aletlerin bulunması, kitabın zamanı ile ilgili fikir sahibi olmayı kolaylaştırabilir.[1]
 
Kitabın 108. sayfasında yer alan bir başka unsur da, romanın zamanı hakkında fikir yürütmeyi sağlayabilir. İdris Amil’in dayısı, açacağı köfte tezgahı ile ne kadar para kazanacağını hesaplarken, şehrin nüfusunu “800.000 ademoğlu” olarak hesaplar. Romanın İstanbul’da geçtiği açık bir şekilde ifade edildiğinden, İstanbul’un nüfusunun 800.000 civarında olduğu dönemler, romanın zamanı olarak görülebilir.
 
[1] s. 57

Arka Plan bölümünde de ifade ettiğimiz gibi, Galiz Kahraman İhsan Oktay Anar eserleri içinde toplumsal konuların yoğun olarak kullanıldığı bir kitaptır. Yazar, özellikle Efgan Bakara ve Müelliflik Kursu gibi ögeler üzerinden, pek çok konuyla ilgili gözlem ve eleştirilerini paylaşır.
 
Bunların tamamını burada detaylı bir şekilde incelemek mümkün olmasa da, kitaptaki toplumsal eleştirilerin aşağıdaki görselde ifade edilen kategoriler altında değerlendirilebileceği söylenebilir.
 
İdris Amil’in gittiği yazarlık kursu ve buradaki düzenbaz hocanın edebiyat ile ilgili anlattıkları, İhsan Oktay’ın bu sanat dalı ile ilgili görüşlerini aktarması için bir vesile haline gelir. Kurstaki kişiler, edebiyatta her türlü yeniliğe karşı olan,[1] “Lügatteki kelimeleri torbaya koyup rastgele çekerek konuşan”[2] kişiler olarak tanıtılır. Üstelik, bu kişilerin kendi aralarında savunduğu görüşlere körü körüne bağlanması, aslında mantıklı şeyler söyleyen Efgan Bakara’nın yorumlarının da çoğu zaman büyük tepkiyle karşılanmasını, hatta genç adamın kurstan uzaklaştırılmasını sağlar.
 
Bunun iyi bir örneği, 95. sayfada, kursa gelen profesörün edebiyat ile ilgili yorumları sırasında görülebilir. “Hakiki sanatçının realiteden kopmayacağını, daha doğrusu, kendi devrinin şahidi olması gerektiğini” savunan profesör, dersten atılmış olduğu halde camdan başını uzatarak 16. asırda “Jül Sezar” oyununu yazan Şekspir’in “kendi devrine mi şahit olduğunu” sorar.[3]
 
Edebiyatın yalnızca belirli dil kuralları içinde - neredeyse makine gibi - “işleyen”  bir dille yazılmasından, kitapların dilbilgisi ve imla kılavuzları ötesinde değerlendirilememesine kadar pek çok konu, roman boyunca doğrudan dile getirilir.[4]
 
Edebiyat ve diğer sanat dallarının içeriği olduğu kadar, bunlarla ilgilenen veya bunlar ile ilgili yorum yapan insanlar da zaman zaman eleştirinin merkezine konulur. İdris Amil’in yalnızca kadınları etkilemek için şair olmaya karar vermesi[5], kendisiyle benzer fikirlere ve amaçlara sahip kurs arkadaşları ile Efgan Bakara’ya sürekli saldırması ve konuk olarak derslere katılan Profesör hakkında yapılan eleştiriler, bunun farklı örnekleri olarak gösterilebilir.[6]
 
Roman boyunca sık sık eleştirilen bir başka konu da, para ve parayla ilgili meselelerdir. Yazar, paranın toplum içindeki rolünü ve özellikle varlıklı insanların daha çok para kazanmak için kullandığı yöntemleri kitabın pek çok noktasında eleştirir.[7] Özellikle kendi servetine servet katmak için 400 yıllık bir hamamı yıktırmaya çalışan[8] ve romanın sonlarına doğru İdris Amil’e şu cümleleri söyleyen Müteahhit, bu konuda pek çok yorumun merkezinde bulunan karakter olarak gösterilebilir:
 
Aferin sana! Para vurulacaksa, işte böyle bir günde vurulur. Para için ancak fakir fukara senelerce çalışır! Kusurun kabahatin bol olsa da sana yine de damadım demek isterdim. [9]
 
Bu konular dışında, romanda çeşitli toplumsal konularla ilgili farklı eleştiriler de bulunabilir. Mualla ve Dilara’yı taciz edip Efgan Bakara’yı döven adamın, olay yerine gelen polise kartvizitini gösterdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gidebilmesi, bunun iyi örneklerinden biri olarak gösterilebilir.[10]
 
[1] s. 96
[2] s. 30
[3] s. 95
[4] Edebiyatla ilgili toplumsal eleştirilere daha fazla örnek için; s. 30, s. 49, s. 72 – 73, 95 – 96,
[5] s. 20
[6] s.  36 - 37
[7] s. 39, s. 42, s. 82 - 83, s. 91, s. 177
[8] s. 91
[9] s. 177
[10] s. 156
Romanda kullanılan dil ve anlatı üslubunun, Galiz Kahraman’ın en dikkat çekici özelliği olduğu söylenebilir.
 
Yaklaşık iki yüz sayfalık roman, bölümlere ayrılmadan, tek bir karakteri merkeze koyarak ilerler. Kitapta geleneksel anlamda bir serim – düğüm – çözüm yapısından bahsetmek mümkün olmasa da, hikayede anlatılanlar genellikle doğrusal bir zaman yapısıyla, yaşandıkları sırayla aktarılır. Anlatı baştan sona İdris Amil’in yaşadıkları üzerinden ilerlese de, romanın tek bir konusu olduğunu söylemek mümkün değildir, zira İdris Amil farklı ilgi alanları ve “meslekleri” sayesinde kendisini farklı farklı “maceralar” içinde bulur.
 
Bu bilgiler doğrultusunda, romanın kurgu açısından geleneksel bir romandan çok ayrılmadığı düşünülebilir. Ancak İhsan Oktay Anar, kitabın akışı içinde farklı “biçimlerde” anlatılar da kullanır. İdris Amil’in kitabın başında yarattığı “Asalat – Delikanlılık – Kabiliyet Mertebeleri”[1] tablosu veya kitabın ortalarında “lokanta menüsü[nün] edebi bir tür sayılamayacağı” da belirtilerek sunulan Köfte Menüsü, buna iyi örnekler olarak gösterilebilir.[2],[3]
 
Romanın kurgusunu klasik bir yapıdan uzaklaştıran unsurlardan bir başkası, kitapta yaşanan “absürt” olaylardır. Aşağıdaki şemadan görebileceğiniz gibi, genel tutumu açısından gerçekçi bir şekilde ilerleyen roman içinde bu yapıya uymayan pek çok “olağanüstü” olay yaşanır. Modern edebiyat içinde popüler bir akım olan “büyülü gerçekçilik” ifadesi ile açıklanabilecek bu durum, romanı bu kavramla değerlendirmeyi de mümkün kılar.


Romanda karşımıza çıkan "absürt" olaylara bazı örnekler
 
Romanın anlatısını sıra dışı yapan temel şey, aslında çirkin, kötü niyetli, sıradan bir insan olan İdris Amil’in adeta kutsal bir insanmış gibi aktarılmasıdır. Bu tuhaf durumdan kaynaklanan ironik üslup, roman dilinin en göz önündeki boyutunu oluştursa da, kitabın anlatısı ile ilgili söylenebilecek pek çok şey bulunur.

 
İhsan Oktay Anar, romanda ağırlıklı olarak İdris Amil’e yoğunlaşan, “sınırlı” üçüncü şahıs anlatıcı kullanır. Bu tanıma rağmen, yer yer Muhtar ve Efgan Bakara gibi karakterlerin iç dünyaları hakkında da bilgi verildiği için, anlatıcının geleneksel anlamda “sınırlı” olmadığı da belirtilmelidir.
 
Her koşulda, Galiz Kahraman’ın anlatıcısı zaten “geleneksel” bir anlatıcı yapısından uzak şekilde kurgulanmıştır. Roman içinde verilen bilgilerden olumsuz bir karakter olduğunu rahatlıkla anladığımız İdris Amil’in sürekli yüceltilerek anlatılması, metnin karakteristik özelliği olan ironik üslubun temel unsuru haline gelir. Anlatıcının bu özelliği, aşağıdaki alıntıda rahatlıkla görülebilir:
 
Sanki müzede Apollon heykelini seyrediyormuş gibi, Sokrat’ın “Kendini bil!” nasihati mucibince, bir öğle sonrası vitrin camında kendisini iki saat boyunca dikkatle inceleyen ve neticesinde, hem sivilceleri, hem basık burnu, hem fırlak gözleri ve hem de boynunun kısalığıyla sulh yapmakla kalmayıp, en mühimi, bu özelliklerinden dolayı bir de kendisine aşık olan İdris Amil Hazretleri, gelip ayaklarına kapanacaklar diye kız taifesine acır bile olmuştu.[4]
 
Benzer çıkarımlar, şiir ve sanatla sadece kadınları etkilemek için ilgilenen ve bu konuda herhangi bir gerçek yeteneği olmayan İdris Amil’in evliliğinden sonra “sanat ve edebiyat camiasının” büyük bir kabiliyeti kaybetmiş olması yorumundan[5] veya İdris Amil’in dayısının ailenin “yegane” delisi olarak tanıtılmasından da yapılabilir.[6]
 
Romandaki anlatıcı ile ilgili bir başka ilginç nokta, anlatının zaman zaman yaşanan olaylara verilen tepkileri de içerecek şekilde gelişmesidir. Anlatıcı, belli noktalarda anlatıyı bölerek, günlük hayatta tepki vermek için kullanılan tepkileri metnin içine yedirir:
 
(…) Babalar Kıraathanesi’ne vardığında saat gecenin onuydu. Hayırdır, etrafta bir hayhuydur, bir tantanadır sürüp gidiyordu.[7]
 
Derken, korkuyu en şiddetli hissettiği anda, güçlü ve irice bir şişman el ensesinden Efendimiz’i kavrayıverdi. Kızların babası olan o müteahhitti bu şahıs. Tüh![8]
 
Bu alıntılarda vurgulu olarak belirttiğimiz “Hayırdır” ve “Tüh” gibi kelimelerle aynı işlevi gören kullanımlar, romanın pek çok noktasında karşımıza çıkar.

Yine buna benzer bir kullanım, romandaki anlatıcının özellikle olumsuz bir şey söylerken neredeyse “özür-vari” bir açıklama yapması olarak gösterilebilir. İdris Amil’in karısı Remziye’nin baş fedaisi betimlenirken, çirkin adamın “Suretle alay olmaz ama (…)”[9] diye tanıtılması veya İdris Amil’in çok cesur bir adam olmadığı gerçeği vurgulanırken bunun “Arkasından konuşmak gibi olmasın ama…”[10] gibi bir ön açıklama ile sunulması, roman boyunca kullanılan bu tekniğin iyi örnekleridir.
 
Bu ifadelerle birlikte metnin anlatısı içinde “insanın söylemeye dili varmıyor ama…”[11]; “Fakat neylersin ki…”[12] gibi ifadelerin de kullanılması, romanda anlatının doğrudan okura seslendiği izleniminin yaratılmasını sağlar. İhsan Oktay Anar’ın diğer eserleri için de kullanılan “meddah-vari” anlatı üslubu kavramı, yazarın roman diline bu yaklaşımını açıklamak için ideal bir kavram olabilir.
Yukarıdaki bölümde açıklanan kullanımlar da, aslında belli açıdan motifler olarak kabul edilebilir.
 
Bununla birlikte, romanın anlatı dili içinde en çok dikkat çeken motif, İdris Amil’in “meşhur nidası”dır. Kitabın ilk ve son cümlelerini de oluşturan “Hüüüüüüüüüüüüüüüp! Jjjjjjjjjjjt! Nah-ha!” nidası, İdris Amil tarafından kitap boyunca sık sık tekrarlanır.[13]
İhsan Oktay Anar’ın pek çok eserinde olduğu gibi, bu romanda da farklı yazar, düşünür ve esere göndermeler yapılır. Postmodern edebiyat eserlerinde sık karşılaştığımız bir durum olan Metinlerarasılık kavramının bir boyutu olarak tanımlayabileceğimiz bu özellik, Galiz Kahraman’da da yoğun bir şekilde karşımıza çıkar.
 
Yazar, roman boyunca göndermeleri farklı amaçlarla kullanır: Babalar Kıraathanesi’ndeki duvarın oraya gelenler için “Luvr’dan ve Ermitaj”dan daha kıymetli” olması[14], Sultanahmet Cezaevi’nin “yeraltı aristokrasisinin Versay’ı” olarak tanıtılması[15] basit karşılaştırmalar yapmayı mümkün kılarken, İdris Amil’in bir delikanlılık mertebesi olarak gördüğü “çıyanlığa” ulaşmasının “çıyanlık bakaloryası almak”[16] şeklinde tanımlanması daha mizahi bir kullanım olarak görülebilir.
 
Bazı göndermeler ise, doğrudan romanın gidişatı veya karakterleri üzerinde rol oynar. İdris Amil, Sokrates’in “Kendini tanı” nasihati üzerine "kendine aşık olması”[17] bunun iyi bir örneği olarak gösterilebilir. İlerleyen bölümlerde evlendiği Remziye’nin ikizi Remiz ile birlikte dişi bir sokak köpeği tarafından emzirilmiş olması, Roma’nın kuruluş mitinde yer alan Remus ve Romulus’un dişi bir kurt tarafından emzirilmiş olmasına gönderme yapar.[18]
 
İhsan Oktay Anar belli kavram ve eser adlarını doğrudan Batılı halleriyle kullanmak yerine Türkçeleştirerek kullanır. Bir sonraki bölümde (Eski Dil) okuyabileceğiniz tutuma bağlanabilecek bu kullanım, bazı göndermeleri de kapsar.
 
Buna verilebilecek örnekler arasında, Karl Marx’ın Das Kapital’inin “Alman Karl’ın Sermaye” eseri olarak sunulması[19], ünlü sanatçı ve düşünürlerin isimlerinin “Lort Bayron, Nikelanj, Şarlz Dikınz, Biridelik Niçe ve Ishak Nefton”[20] şeklinde yazılması, çeşitli şeyleri kopyalamak konusunda usta olan bir genç adamın “Hıristiyan Diyor” taklitleri üreterek ve “Defineci” olarak tanınan bir sanatçının eserlerini kopyalayarak Kapalıçarşı’da satması gösterilebilir.[21]
 
“Yanlış” yazılan eser adlarıyla yapılan göndermeler konusundaki en bariz örneğin, 148. sayfada İdris Amil tarafından kopyalanarak basılmasına karar verilen eserler olduğu söylenebilir. Bu konuda daha fazlası için aşağıdaki tabloya göz atabilirsiniz.
Galiz Kahraman’ın anlatı üslubu ile ilgili verilebilecek son detay, yazarın “nostaljik” olarak tanımlanabilecek bir dil kullanmasıdır. Diğer romanlarında da olduğu gibi, İhsan Oktay Anar eserinde sık sık günümüzde kullanılmayan kelimelere, “Eski Türkçe” ifadelere yer verir.
 
Bunun yanı sıra, bazı kelimeler de Türkçede yaygın olarak kullandığımız imlalarıyla değil, eski imlalarına göre yazılır. Bunun en bariz örneği, belli noktalarda “dokuz” yerine “tokuz”, “dört” yerine “tört”, yirmi yerine “yigirmi” gibi ifadelerin tercih edilmesidir.[22]
 
Bununla birlikte, günümüz standartlarına göre yanlış yazılan farklı kelimeler de bulunabilir. Doktor yerine “Toktor”, Viski yerine “fiski” ve yukarıdaki bölümde görebileceğiniz gibi çeşitli göndermelerin isimlerinin farklı şekillerde yazılması, bunun diğer yansımlaları olarak gösterilebilir.
 
 
[1] s. 13
[2] s. 103 - 106
[3] Benzer örnekler, romanda kullanılan afiş, telgraf, ve ilanlarda da görülebilir, örneğin s. 26, s. 43
[4] s. 20
[5] s. 59
[6] s. 22
[7] s. 178
[8] s. 25
[9] s. 60
[10] s. 87
[11] s. 130
[12] s. 113
[13] s. 17, 33, 34, 42, 64, 74, 117, vs.
[14] s. 15
[15] s. 16
[16] s. 15
[17] s. 20
[18] s. 56
[19] s.28
[20] s. 96
[21] s. 151
[22] s. 11, 34, 35, 85, 152
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon