Memo Kemal Bilbaşar

Cemo
Köy Romanı
Kemal Bilbaşar
Şeyh Sait Ayaklanması
Dersim İsyanı
Tanıtım bölümünde de belirtildiği gibi bu kitap, sık sık Kemal Bilbaşar’ın bir önceki romanı Cemo’dan sonra yazdığı bir “devam” romanı olarak nitelendirilir.
 
Memo, her ne kadar Cemo’da gördüğümüz karakterler üzerinden ilerleyen bir roman olsa da, geleneksel anlamda bir “devam romanı” değildir, çünkü anlatılan olayların tamamı, Cemo’daki olayların sonrasında yaşananlar olarak gösterilemez.
 
Kemal Bilbaşar, bu romanda Memo’nun ilk aşık olduğu kadına, Senem’e odaklanır ve Cemo’da yaşanan olaylar sırasında Senem’in başından geçenleri anlatır. Romanın büyük bölümü, Cemo’da anlatılan hikayenin Senem’in bakış açısından detaylandırılarak sunulması şeklinde açıklanabilir.
 
Bununla birlikte, Memo’nun belli açılardan Cemo’nun devamı olarak görülebileceği de doğrudur. Roman tamamen buna ayrılmış olmasa da, özellikle son sayfalarda verilen bilgiler, Memo, Cemo ve Senem gibi karakterlerin akıbetlerini okuyucuya net olarak gösterir. Bu açıdan, Cemo’da ucu açık bırakılan pek çok konunun, bu romanda sonuca ulaştırıldığı rahatlıkla söylenebilir.
 
Tüm bunlardan hareketle, Memo’yu okumadan önce Cemo’yu okumanın mantıklı olabilir. Her ne kadar Memo kendi içinde anlaşılabilir bir roman olsa da, belli noktalarda yazar okuyucuların bazı olayları bildiğini varsayarak hareket eder. Özellikle Memo’nun Cemo ile birlikte olduğu sıralarda, romanın anlatısı tamamen Senem üzerinden ilerler. Böyle durumlar, Memo’nun o sırada neler yaptığını, nerede olduğunu ve ne gibi olaylar yaşadığını bilmeyen okurlar için kafa karıştırıcı olabilir.
 
Cemo ile Memo arasındaki enteresan noktalardan bir tanesi de, ilk kitapta anlatılan bazı olayların ciddi anlamda değiştirilerek sunulmasıdır. Bunların daha detaylı bir incelemesi için, Analiz başlığı altında ilgili bölüme göz atabilirsiniz.

 
1969 yılında yayınlanan Memo, Türk Edebiyatı’nda bu dönemde popüler olan bir “alt-türe” dahil edilerek okunabilir. Memo’yu bir köy romanı olarak okumak, bu eserin edebiyatımızdaki yerini de daha iyi anlamayı sağlayabilir.
 
Köy Romanı kavramı ile ilgili daha fazla bilgi için kavramla ilgili açıklama yazımıza göz atabilirsiniz: Köy Romanı.

 
Cemo ve Memo romanları, yazar odak noktasından incelendiğinde ilgi çekici eserler olarak tanımlanabilir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini anlatan bu eserlerin bu bölgede doğup büyümüş, bu bölgeyi çok iyi tanıyan biri tarafından yazıldığı düşünülebilir. Kemal Bilbaşar, her iki eserinde de bölge hayatıyla, coğrafyasıyla, toplumsal yapısıyla ilgili son derece detaylı bilgiler verir, hatta romanın genel anlatısını bile bu yörenin konuşma tarzı üzerinden şekillendirir.
 
Her ne kadar bu durum Kemal Bilbaşar’ın kişisel olarak bu bölgeden geldiği izlenimini yaratsa da, yazar aslında Çanakkale’de doğmuş, roman ve hikayelerinin pek çoğunda da İzmir ve çevresini konu almıştır. Kemal Bilbaşar’ın Doğu Anadolu bölgesinde uzun süre kaldığı bir dönem olmadığı gibi, Cemo ve Memo’da tercih ettiği kurgu da romanlarında genellikle kullandığı mekanlara bir istisna teşkil eder.
 
Toplumcu bir yazar olan Kemal Bilbaşar'ın Doğu Anadolu bölgesini, Türkiye’nin toplumsal olarak en karmaşık bölgelerinden biri olduğu için eserlerinde konu aldığı tahmin edilebilir. Yazar, bu bölgeyle ilgili etkileyici bilgi birikimini, buraya gittiği dönemlerde dinlediği hikayelerden, tanıştığı insanlardan ve hepsinden önemlisi, bilinçli olarak bu eserleri yazabilmek için yaptığı araştırmalardan edinmiştir.
 
Memo ile ilgili özel olarak verilebilecek bir arka plan bilgisi, Kemal Bilbaşar’ın bu romanı Cemo’nun kazandığı beğeni üzerine yazmış olmasıdır. Kemal Bilbaşar üzerine kapsamlı bir çalışma hazırlamış olan Müberra Bağcı Tayfur’un aktardığı bilgilere göre, yazar ilk romanın TDK Roman Ödülü almasını büyük bir mutlulukla karşılar1 ve daha sonra hikayenin devamını yazmaya karar verir.2
 
Yazarın anlatmak istediği hikayeyi aslında iki bölümlük bir hikaye olarak kurgulamaması, ancak daha sonra devam etmeye karar vermesi, iki roman arasındaki devamlılık “sorunlarının” da bir açıklaması olarak görülebilir. Bu devamlılık problemlerine göz atmak için, Analiz başlığı altındaki ilgili bölüme göz atabilirsiniz.  

1Bağcı Tayfur, Müberra. Kemal Bilbaşar'ın Hikayeleri, Romanları ve Tiyatroları Üzerine Bir İnceleme. Ege Üniversitesi Doktora Tezi (2008) s. 171-172 - Kaynak: http://acikerisim.ege.edu.tr:8081/xmlui/handle/11454/3124
2a.g.e, s. 345
 


Şeyh Sait İsyanı'nın lideri Şeyh Sait, ortada sağda

 
Doğu Anadolu bölgesinde geçen, ve yaklaşık on senelik bir dönemi ele alan Memo, Cumhuriyet’in ilk yıllarında burada yaşanan iki önemli “olayı” gündeme getirir. Bunlardan birincisi, Senem’in çocukluk yıllarına rastlayan Şeyh Sait ayaklanmasıdır.
 
Romanda “Şıh Sayıtlılar” olarak ifade edilen bir grup ağanın başlattığı bu ayaklanma, 1925 yılında patlak verir. Yeni kurulan Cumhuriyet’i ciddi anlamda zorlayan Şeyh Sait isyanının neden çıktığına dair farklı önermeler bulunur.
 
Kimilerine göre, Şeyh Sait, Mustafa Kemal Atatürk’ün reformlarına karşı, tamamen dini bir ayaklanma içine girmiş, etrafındakileri - popüler bir ifadeyle -  “din elden gidiyor” argümanı çevresinde bir araya getirmiştir. Bir diğer gerekçe, Şeyh Sait İsyanı’nın etnik kökenli bir isyan olduğu yönündedir – yani Şeyh Sait ve takipçilerinin birinci amacı dini kurtarmak değil, bölgede kendi kendini yöneten, özgür bir Kürt devleti kurmaktır.  Aynı şekilde, asıl konunun merkezi bir yönetim yaratmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti karşısında vergi toplamak, kendi kararlarını vermek gibi yetkilerini korumak isteyen ağalar ve beyler ile alakalı olduğu da iddia edilir.
 
Kemal Bilbaşar, Memo’da Şeyh Sait’in Dersimlileri de bu isyana davet ettiği bir sahneye yer verir – yazara göre, Şeyh Sait’in isyan etmesinin temel sebepleri, Mustafa Kemal’in halifeliği kaldırması ve Doğu Anadolu bölgesindeki düzene karşı çıkarak “ağaları köylülerden ayırt etmemesi” şeklindedir.1
 
Her ne kadar bu etkenlerden bazılarının diğerlerinden daha önemli olduğu iddia edilebilecek olsa da, söylenebilecek tek kesin şey ayaklanmaya katılan binlerce farklı isyancının farklı amaçlarla hareket ediyor olabileceği gerçeğidir. Bir başka deyişle, farklı kesimler için bu farklı amaçların hepsi geçerli ayaklanma sebepleri olabilir.
 
1925’in Şubat ayında başlayan Şeyh Sait Ayaklanması, ilk günlerinde isyancıların umduğu şekilde ilerler. Ülkenin doğusundaki çeşitli ilçeleri ve kasabaları ele geçirmeyi başaran isyancılar, bölgenin en önemli şehri Diyarbakır’ı da kuşatma altına alırlar. Ancak bu kuşatma başarılı olmaz ve isyan Nisan ayında tamamen bastırılır. Şeyh Sait ve ayaklanmanın diğer ileri gelenleri yakalanır, bazıları anında, bazıları ise İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandıktan sonra idam edilir.

1s. 31
 
Şeyh Sait İsyanı, romanın başındaki kurguyu hazırlamak için kullanılırken, coğrafi olarak yakın bir bölgede, yaklaşık on sene sonra gerçekleşen Dersim İsyanı da Memo’nun sonunu hazırlar. Kemal Bilbaşar’ın romanın dördüncü – beşinci bölümleri ile sonsözünde anlattığı olaylar, Dersim İsyanı’na giden süreci Dersimlilerin bakış açısından anlatır.


Son Posta Gazetesinin Dersim'de Yaşanan olaylarla ilgili manşeti
 
Günümüzde Tunceli, bu dönemde ise Dersim olarak bilinen bölge, Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında büyük ölçüde özerk bir bölgedir. Siyasi olarak bu ülkelerin sınırı içinde yer alsa da, dağlarla çevrili, ulaşılması zor bir bölge olduğu ve İstanbul – Ankara gibi merkezlere uzak kaldığı için buradaki asıl güç yerel ağaların, şeyhlerin ve seyitlerin elinde toplanır. Bu kişiler, belli hiyerarşiler içinde ufak aşiretleri yönetir, hatta zaman zaman mal ve toprak konuları nedeniyle birbirleriyle de savaşır.
 
Kendi törelerinin, geleneklerinin ve bölgedeki mevcut düzenin bozulmasını istemeyen Dersimliler ile bölgede görev yapan askerler ve memurlar arasında hassas bir denge yer alır. Cumhuriyetin kurulmasından sonra, ülke sınırları içinde yer almasına rağmen tam olarak kontrol edilemeyen Dersim bölgesi, önemli bir iç mesele haline gelir. Zira kurulma aşamasında olan bir ulus devletin sınırları içinde, bu devletten bağımsız hareket eden bir bölge olması dönemin liderlerinin kabul edemeyeceği bir durumdur.

 
 
1930’lu yılların ortasından itibaren, bu bölgenin gerçek anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olması için çalışmalar başlatılır. Köprüler, yollar ve karakollar inşa edilerek, Dersim’i kontrol altına almaya yönelik bir altyapı hazırlanır. 1935 yılının son günlerinde çıkarılan Tunceli Kanunu, bu bölgenin ismini resmi olarak Tunceli yapar ve şehrin hukuki olarak Elazığ’dan yönetilmesini sağlar.
 
Merkezi yönetim ile özerk konumunu korumaya çalışan Dersim arasındaki bu gerilim, 1937 yılında tam bir isyana dönüşür. İsyancılar, başta devlet güçlerine karşı başarılı sonuçlar elde etseler de, barış görüşmeleri için Elazığ’a çağrılan ve isyanın lideri olarak görülen Seyit Rıza’nın yakalanarak asılması işleri değiştirir. 1938 yılında, yoğun hava desteği ile, bir anlamda “ne pahasına olursa olsun sorunu çözme” fikri doğrultusunda hem isyan bastırılır, hem de Dersim’in bu özerk yapısı büyük ölçüde yok edilir. Ancak yoğun bombardıman ve devletin bölgeyi kontrol altına almak için pek çok yerleşim birimini boşaltması, bölgede çok ciddi can kayıplarının yaşanmasına yol açar.


Tunceli'nin Türkiye'nin o dönemdeki "merkezlerine", yani Ankara ve İstanbul'a uzaklığı, bu haritadan daha iyi görülebilir. Tunceli ile İstanbul'un arası 1173 kilometre, Ankara ile Tunceli'nin arası ise 815 kilometredir. 
 
Dersim İsyanı’nı güncel olarak gündeme getiren olaylardan bir tanesi, 2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2014 yılında ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin isyan bastırılırken yaşanan büyük miktardaki can kayıpları için özür dilemesidir. Hala güncelliğini büyük ölçüde koruyan bu açıklamaların temelindeki olaylara, farklı bir bakış açısından bakmak için Memo romanı faydalı bir eser olabilir.
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon