Memo Kemal Bilbaşar

Zaman ve Mekan
Temalar ve Toplumsal Eleştiriler
Kurgu ve Anlatı Üslubu
Cemo ile “Tutarsızlıklar”


 

“Memo”, özellikle Senem’in Şıh Abuzer’e satıldığı dönemde Arap kültürüne daha yakın bir aşiretin topraklarında geçse de, ağırlıklı olarak günümüzde Tunceli olarak bilinen Dersim’de geçer. Yan konular ve bir önceki romanda yaşanan olaylara atıflar bir kenara bırakılırsa, Memo’nun “Dersim köylerindeki yaşam koşullarını” anlatmak için yazılmış bir eser olduğu rahatlıkla söylenebilir.
 
Romanın geçtiği dönem büyük ölçüde belirli olsa da, Kemal Bilbaşar özel olarak yıl vermekten genellikle kaçınır. Buna karşın, Cumhuriyet’in ilk yıllarında geçtiği anlaşılan hikayede belli noktalarda tam yılı çıkarmamızı sağlayan tespitler yapılabilir.
 
Senem’in Memo’yu aradığı sırada, onun 1330 yılında doğduğunu söylemesi, bu örneklerden ilkidir. Bu tarih Hicri bir yıl ise Memo’nun doğumunun 1912-13 yıllarına, Rumi bir yıl ise 1914-15 yıllarına denk geldiği söylenebilir.
 
263. sayfada, Avukat Nusrat Bey’in Senem’in yaşını sorduğunda “on sekiz” cevabını alması da bu açıdan yol gösterici olabilir. Senem Şeyh Sait isyanının başladığı günlerde (1925) yedi yaşında olduğuna göre,1 bu isyanla Şıh Persin’e karşı açılan dava arasında yaklaşık on bir yıl olduğu söylenebilir. Bu da, Ke… Uşağı’nın Şıh Persin’den kurtulduğu yılı aşağı yukarı 1936 yılı olarak belirleyebilmemizi sağlar.
 
Konu alınan zaman ve mekanda yaşananların, bu dönemin ve coğrafyanın koşullarının, Kemal Bilbaşar tarafından dikkat çekilmek istenen temel nokta olduğu düşünüldüğünde, Memo romanı için zaman ve mekanın son derece önemli olduğu çıkarımı da eklenebilir.

1s. 26
 
Toplumcu bir sanat anlayışı benimseyen Kemal Bilbaşar, bu romanında anlattığı olayları genellikle toplumsal mesajlar etrafında şekillendirir. Bu doğrultuda, romanda karşımıza çıkan temaların aynı zamanda getirilecek toplumsal eleştirilere de zemin hazırladığı söylenebilir.
 
Aynı şekilde, romanın temel mekanı ve toplumsal yapısı, neredeyse tamamen Dersim ile alakalı olduğu için, burada bahsedilen tüm toplumsal tespit ve eleştiriler aksi belirtilmedikçe bu bölge ile ilgilidir.

 
Eğer Memo romanından tek bir mesaj çıkarılacaksa, bu mesaj “ağalık, şıhlık, seyitlik” gibi kavramlar etrafında şekillenen ve Dersim’de yıllardır hüküm süren bu toplumsal düzenin çarpık ve yanlış bir düzen olduğu mesajıdır.
 
Kemal Bilbaşar roman boyunca Dersim toplumu ile ilgili iyi ve kötü pek çok noktaya değinir, ancak hiçbir mesajın şiddeti ve o mesaja ayrılan yer, ağalık düzeninin bu bölgenin gelişmesini ve insanların huzur içinde yaşamasını engellediği mesajı kadar fazla değildir.
 
Dersim sorununu çözmeye çalışan en güçlü figür olarak karşımıza çıkan “Elaziz Paşası”, bölgedeki tüm sorunların kökeninde bu ağalık düzeninin yer aldığını ifade eder.1 Şıhlar, bu bölgede eşkıyalık yapmakta, kendilerine haraç verilince ise bu eşkıyalığı bir anda kesmektedir – böylece “marabalar,” yalnızca devlete vergi ödemekle kalmazlar, aynı zamanda güvenliklerini sağlamak için şıhlara haraç öderler. Öyle ki, evlenmek isteyenler bile önce liderleri olan şıha bir miktar para vermek durumundadır.  


Züğürt Ağa filminden - Memo'nun temel mesajı, ağalık düzeninin adaletsiz bir düzen olduğu yönündedir. 
                     
Bölgeye gönderilen memur ve askerlerin, buraya genellikle bir şekilde suçlanarak, “sürgüne” gönderilmiş olmaları ve bu nedenle alabilecekleri en düşük maaşları almaları da, şıhların ekmeğine yağ sürer. Maddi durumu zayıf olan bu kişileri kolayca kendilerine bağlayan şıhlar, içinden çıkılması çok zor bir sistem yaratırlar.2 Öyle ki, önde gelen, sorun çıkaran, zorbalık yapan şıhlar tutuklanıp getirildiğinde, kısa süre içinde yerlerini yeni şıhlar, yeni ağalar almaktadır.
 
Kemal Bilbaşar’ın şıhlık düzenine karşı olduğunu en net şekilde gösteren şey, romanın her açıdan “iyi” olan karakteri Memo’nun bu düzene karşı baş kaldırmasıdır. Romanın 377 ve 378. sayfalarında Memo; annesini, babasını, dayısını öldürenlerin, Zozana’da hamile Cemo’nun çocuğunu düşürmesini sağlayıp köy halkına eziyet edenlerin, kendisini Senem’den ayıranın ve bütün Doğu Anadolu Bölgesindeki halka eziyet edenlerin hep “şıh”lar olduğunu ifade eder.
 
Bundan sonraki alıntı, Memo’nun roman boyunca gelişimini tamamlayan ve anlattığı hikaye içinde Kemal Bilbaşar’ın duruşunu net bir şekilde ifade eden bir cümledir:
 
“Şükür ki Pir Sultan’ın sırrına ermişim Senem. Gayri yolunu gözlediği uğruna dara asıldığı şah’ın kim olduğunu sezmişim. Geleceğini haber verdiği kurtarıcı, elbet ki fukara babosu Gazi Paşa’dır. Kulları şıhın, ağanın zincirinden çözdürmeye mehdi olmuştur. Onları toprak sahibi, mal sahibi eder ki (…)”3

1s.321
2s.460
3s.378

 
Romanda ciddi anlamda yer kaplayan ve sürekli olarak tekrarlanan bir konu, Dersim’in kendine has yapısı ile merkezi yönetim arasındaki çekişmedir.
 
  1. Osmanlı = Türkiye Cumhuriyeti
 
Memo’da anlatılan olaylar, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden yıllar sonra geçmesine rağmen, bu yöre halkı için Osmanlı ile Türkiye (veya Cumhuriyet) kavramları aynı anlamı taşır. Tıpkı Cemo’da olduğu gibi, Cumhuriyet’in ilanından yıllar sonra, Dersim’dekiler hala “Osmanlı”ya karşı koymaya bağlı olduklarını söyler ve “Osmanlı”nın Dersim’e saldırmasını bekler.
 
Bunun sebebi, yöre halkının gözünde yüzyıllardır burayı kontrol eden Osmanlı’nın dünden bugüne yok olmasının fazla bir şey ifade etmemesidir. Osmanlı ortadan kalksa da, yeni hükümet altında bu bölgedeki yaşamda çok fazla şey değişmemiş, yasalar farklı yenilikler getirse de bu yeniliklerin tamamı uygulanmamıştır. Bu açıdan, yöre halkı için Türkiye Cumhuriyeti’nin devamı olduğu Osmanlı’dan bir farkı yoktur. Onlar da, eski alışkanlıklarını sürdürerek, “Osmanlı” demeyi sürdürür.
 
Bunun Memo’daki en güzel örneklerinden bir tanesi, 340 – 341. sayfalarda Şir Ozan’ın anlattıklarıdır. Osmanlı döneminden beri Dersim’de yaşananları özetleyen Şir Ozan, Cumhuriyet’ten sonra yaşananları şöyle bir cümleyle ifade eder:
 
“Cumhuriyet devrinde de Osmanlı’nın niyeti değişmemiştir”1 
 
Cumhuriyet’in tam anlamıyla Osmanlı’nın sonu anlamına geldiğini düşünerek okuduğumuz için, bu alıntı bize tuhaf gelebilir. Ama bölgenin özerk ve merkezlere uzak yapısı nedeniyle “Cumhuriyet” bu yıllarda Osmanlı’nın aldığı bir isimden başka bir şey olarak değerlendirilmez.
 
  1. Osmanlı = Kötü
 
Romanın merkezi konularından bir tanesi, Dersim’deki yerel kimliğin ve geleneksel yapının, merkezi hükümetle çekişmesi olduğundan, “Osmanlı” kavramı romanın Dersimli karakterleri tarafından genellikle “negatif” bir şekilde algılanır. Başta Memo olmak üzere, Osmanlı’nın düşmanları olmadığını, onlarla birlikte hareket etmenin faydalı olacağını düşünen karakterler olsa da, çoğu insan için “Osmanlı” tehlikeyle eşdeğerdir.
 
Senem, 344. sayfada jandarmaların gelişi hakkında yorum yaparken, “Osmanlı efendisinin Dersim’e hayır için geldiği duyulmamışsa da”, onları iyi niyetle karşıladıklarını söyler.
 
Şıh Persin’in kendi halkına karşı devletle çalışması, onların tapularını kullanarak burayı ele geçirmesi, işçilerini “Osmanlı”nın köprü ve yol yapım çalışmalarına göndermesi, hep onun büyük “suçları” arasında yer alır.2 Hatta, çocukların Osmanlı öğretmenlerinden ders alması, Şıh Persin’in Dersim örfü ve geleneği için bir “veba” olduğu fikrine yol açar;3 Senem kendisinin de Osmanlı düzeni içinde eğitim görme ihtimali nedeniyle büyük korkuya kapılır.4
 
Ancak, Memo kitabı ekseninde bu konu incelenirken, “Osmanlı” – Dersim ilişkisinin romanın masalsı atmosfer içinde yer aldığı unutulmamalıdır. Bu nedenle, bu ikili karşıtlık, çok daha basit bir karşıtlığın, “iyiler” ve “kötüler” arasındaki çekişmenin yalnızca bir boyutudur. Bu konuda daha detaylı bilgi için, Anlatı Üslubu altında “Masalsı / Destansı Anlatım” bölümüne göz atabilirsiniz.

1s.341
2s.240–241

3s.196
4s.51
Roman boyunca Osmanlı ile Dersim arasında bir çekişme olsa da, Kemal Bilbaşar’ın kaleme aldığı bazı diyaloglar bunun günümüzdeki bazı “belirli” algılarla tam olarak açıklanamayacağını gösterir.
 
Osmanlı’ya karşı çıkıyor olsalar bile, Dersimliler roman boyunca gerçek anlamda bir “Kürt” kimliği içinde değildir. Senem ve romandaki karakterlerin pek çoğunun Kürtçe konuştuğu açıkça belirtilse de,1 karakterlerin hepsi kendini Kürt olarak tanımlamaz.
 
Örneğin, Dersim bölgesinin Şeyh Sait Ayaklanmasına katılmaması için dini ve etnik olarak iki sebep verilir. Ağırlıklı olarak Alevi olan Dersim halkının önde gelenleri, Şeyh Sait’in “Halifelik elden gidiyor!” cümlesiyle ayaklanmaya yanaşmazlar, çünkü Sunni Halifeyi zaten kendi dini liderleri olarak görmezler.2 Aynı şekilde, onun “Kürt Padişahlığı” da Dersimlileri etkilemez, çünkü “dillerine bakıp Dersimlilere Kürt demek gelenek olmuşsa da kendilerinin Zazalardan olmadıklarını”, Kürt obaları olsa da çoğunluğun “Süleyman Şah’ın torunları” olduklarını ifade ederler.3
 
İlerleyen bölümlerde, Memo ve Azbet Ağası Huso, Osmanlıların ve Dersimlilerin “aynı ağacın iki dalı” olduğu, ikisinin de Kayı kökünden geldiğini, Osmanlı’nın daha sonradan kendilerine karşı geldiği konusunda hemfikir olurlar.4 Huso’ya göre, benzer etnik yapılarına rağmen Osmanlı efendileri, onları “Kürt bilip” ezmeye kalkışır.5

1s.119
2s.32
3s.35
4s.232

5s.233
Dersim ile Osmanlı arasındaki gerginliğin etnik boyutundan çok daha önemli olan bir boyutu “töre” konusudur. Dersimliler, kendi yaşam tarzlarına, alışkanlıklarına, görgü kurallarına, “töre”lerine fazlasıyla bağlı insanlar olarak resmedilir. Dersim’in merkezi yönetim altına girmesine karşı çıkmalarının en büyük nedeni, “Osmanlı”nın kendilerini törelerine göre yaşamaktan alıkoyacağı düşüncesidir.
 
Osmanlı – Dersim arasındaki rekabette dikkat çekilen noktalardan bir tanesi olan “eğitim” konusunun, “Osmanlı tarzı medreselerin” Dersimlileri bu kadar rahatsız etmesinin temel nedeni, bu okulların insanları “Osmanlı terbiyesi ile Osmanlı haline getirmesi”dir. Bunu kendi törelerine karşı bir tehdit olarak algılayan Dersimliler, bu eğitim anlayışına da fazlasıyla karşı çıkarlar.1
 
Tüm kötülüklerine, ölümüne yol açtığı insanlara, çektirdiği acılara rağmen, Şıh Persin’in en büyük suçu da her zaman Kemal Paşalı ile çalışmak ve Dersim adetlerini, töresini hiçe saymak olarak gösterilir.2 Bu durum o kadar ciddiye alınır ki, Seyit Raşo halkın kendisini linç edeceğini anlayınca af dileyen Şıh Persin’i şu sözlerle reddeder:
 
“Töreye saygısızlık işleyen bağışlanmaz Şıh Persin! Ettiğini bulacaksın!”
 
Ancak Seyit Raşo, töreye bağlılığını romanın “kötü karakterlerinden” biri haline gelecek kadar uzun süre devam ettirir. Memo yapılmak istenen toprak reformunun Dersim’i için olumlu bir gelişme olacağını varsayarken, Seyit Raşo bu düşünceyi yine töre bahanesiyle reddeder.3

Erdil Yaşaroğlu
 
Hatta, romanın iyi karakterlerinden biri olan Azbet Ağası Huso bile, Memo’yu sonuna kadar desteklemesine, hatta onun toprak reformu hakkında söylediklerini mantıklı bulmasına karşın, kendisini töreden ayıramaz:
 
Sözlerin akla yakın görünse de, ben töreye, örfe daha çok inanırım. Töre bin yıllık tecrübeden süzülüp gelmiştir. Heçbir zaman şaşmaz.”4
 
Dersim halkının genelinde görülen bu bağlılık, “Töre” konusunu Memo’nun en önemli konularından biri haline getirir.

1s.51
2s.99
3s.339
4s.333

 
Kemal Bilbaşar, romanın temel konularından biri olan “töre”ye karşı değişken bir tutum sergiler. Dersimli karakterler için, “töre”ye yüz çevirmek bir suç gibi gözükse de, töreye aşırı bağlılığın şıhlık düzenini asla bozamayacağı da net bir gerçektir. Bu nedenle yazar, töreyi zaman zaman savunur, zaman zaman da karşısına alır.
 
Romanda törenin kesin olarak negatif bir şekilde ele alındığı bir tema, Dersim ve daha genel olarak Doğu Anadolu bölgesinde kadınların durumudur. Kemal Bilbaşar’ın bu konuya değinirken, çoğu zaman içinde bulundukları sosyal statüyü sorgulamayı bile düşünmeyen kadınların cümlelerine yer vermesi, eleştirinin etkisini de arttırır.
 
Kitabın ilk bölümlerinde, evlilik korkusuyla annesine sığınan Senem’in aldığı cevap, bu durumun en güzel örneklerinden biridir:
 
“Bir var ki, il hakkısın sen, er geç satılacaksın! Bir kız on dördünde ya ere, ya yere denilmiş. Gelenek böyle gelmiş, böyle gider. Kimse karşı duramaz buna.”1 
 
Evlilik kurumu, roman boyunca kadınlar açısından olumsuz bir unsur olarak gösterilmeyi sürdürür. 120. Sayfada Şıh Abuzer’e nasıl “satıldığını” (“mal gibi el değiştirmişiz de haberimiz yoğmuş. Bak şu alışverişin eğriliğine…”) hayretle öğrenen Senem, daha sonra romanın iyi karakterlerinden biri olan Azbet Ağası Huso’nun bile kendisini ne koşulda olursa olsun evlendirme kararına boyun eğmek zorunda kalır.2
 
Evlilik konusu haricinde de, Senem gibi güçlü ve yiğit bir kadın için bile, toplum içinde konuşmak, fikir söylemek çok zordur. “Kız kısmına ağız açıp şu da şu demek ayıp bilindiği için”3, Azbet Ağası Huso karşısında kendi düşüncelerini söylemekten çekinen Senem, daha sonra Fato’dan benzer düşünceler duyar. Kaçış planını Senem’den öğrendikten sonra kocasına danışmaya gideceğini söyleyen Fato, Senem’e “Ne de olsa biz eysik eteğiz, işlere er kadar aklımız ermez” şeklinde bir cümle kurar.4
 
Tüm bunlara rağmen, romanda kadınlarla ilgili en “çarpıcı” sahnelerden bir tanesi Dersim’de değil, Şıh Abuzer’in topraklarında yaşanır. Evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalan Hacer’in recmedilerek öldürülmesi, romanda vahşetin en gerçekçi şekilde betimlendiği sahnelerden biri olarak gözükür.

1s.54
2s.215
3s.79
4s.156
 
468 sayfalık bir kitap olan Memo’nun ilk 459 sayfası, Senem tarafından anlatılan beş bölüm şeklinde kurgulanmıştır. Bunu daha sonra, dokuz sayfalık kısa bir sonsöz takip eder. Romanın genelinden ayrılan bu sonsöz kısmı, bir jandarma asteğmeninin ağzından yazılmıştır ve hikaye boyunca yaşanan olayların “sonucunu” kısaca okuyucuya aktarır.
 
Anlatının büyük bölümünü oluşturan Senem’in hikayesi, tıpkı Kemal Bilbaşar’ın bir önceki romanı Memo gibi, yörenin diline yakın olacak şekilde yazılmıştır. Bu, Türk Edebiyatı’nda sık gördüğümüz, “karakterleri şiveyle konuşturma” mantığının da ötesinde bir durumdur, zira romanın tamamı birinci şahıs anlatıcı üzerinden ilerlediği için, anlatının yalnızca “diyalog” kısımları değil, tamamı bu dil üzerinden oluşturulmuştur.
 
Bu noktada, Memo’da kullanılan dili biraz daha değerlendirmek aydınlatıcı olabilir. Romandaki karakterlerin büyük bir bölümü Kürt olduğu ve yukarıdaki maddelerde bahsedildiği gibi, büyük ölçüde kendi içlerine kapalı bir hayat yaşadıkları için kendi aralarında Kürtçe konuşur. Senem, Arap kökenli bir “şıh” olan Şıh Abuzer’in yanına gittiğinde, onun oğlunun “Kürtçe’yi iyi, ama boğazdan konuştuğunu” söylemesi,1 veya Senem’in annesinin mahkemede derdini anlatacak kadar bile Türkçe bilmemesi gibi durumlar, bunun kanıtı olarak gösterilebilir.
 

Ancak, Senem’in oluşturduğu anlatı, elbette Türkçedir. Bu “havayı” yakalamak için, Kemal Bilbaşar “Kürt şivesiyle Türkçe”yi çağrıştıran bir dil kullanır. Senem Türkçe bildiği için anlatıyı Türkçe sunuyor olabilir, ama kendi aralarında, Kürtçe olduğu belli olan diyalogları bile “Kürt şivesiyle Türkçe” mantığına uygun şekilde sunması, ortaya ilgi çekici bir durum çıkarır.
 
Bunu, Hollywood filmlerinin belli klişeleri ile karşılaştırarak anlamak mümkün olabilir. Yalnızca İngilizce bilen bir izleyici kitlesi için çekilen filmlerde, iki Rus karakterin kendi aralarında Rus aksanlı bir İngilizce konuşması, Senem’in anlatısının oluşturduğu tuhaf duruma paralel bir senaryo olarak gösterilebilir.
 
Kemal Bilbaşar’ın kendisi de, oluşturduğu anlatı dilinin tam anlamıyla doğal bir dil olmadığını kabul eder:

 
“Aslında benim Cemo ve Memo’da kullandığım dil, yüzde yüz ora diyalekti değil. Tüm doğu yurttaşlarımızın kullandığı dilin ortak sentaks yapısını aldım ben. Bu yüzden yapıtı okuyan doğulular, kitabın dilini, kendi yöresinin dili sanıyor.”2

Senem’in anlatısı, yalnızca dil açısından değil, kültürel açıdan da bölgenin özelliklerini yansıtır. Dersim’in Alevi topluluklarının dini inançları, saygı duydukları evliyalar ve din adamları sık sık gündeme getirilir. Tujik, On İki İmam ve Hızır Sultan gibi kişilerin adı, hem Senem tarafından, hem de çevresindeki insanlar tarafından sık sık kullanılır.
 
Romanın önemli kültürel boyutlarından bir tanesi, ve romana ismini veren Memo’nun sayısız meziyetlerinden bir başkası da “aşıklık” kavramıdır. Kemal Bilbaşar, romanda yaşanan olayları anlatırken sık sık bunları böler ve çoğunlukla Memo’nun ağzından Pir Sultan ve Karacaoğlan gibi ünlü halk ozanlarının türkülerini paylaşır. Bu türküler, doğrudan anlatıyı bölerek şiir formatında okuyucuya sunulur. 
 

Kemal Bilbaşar’ın bu romanda kullandığı anlatı üslubuyla ilgili mutlaka değinilmesi gereken bir kavram da, destansı / masalsı anlatım kavramıdır.
1s.119
2Behzat Ay, “Kemal Bilbaşar”, Varlık, s. 16


 
Yazarın toplumcu görüşlerine ve pek çok açıdan toplumcu gerçekçilik akımının tanımına uymasına karşın, Memo’nun çeşitli açılardan pek de gerçekçi bir eser olmadığı kabul edilmelidir. Bunun en güzel örneği, Önemli Karakterler bölümünde de bahsettiğimiz gibi, Memo’nun neredeyse doğaüstü bir karakter olarak kurgulanmasıdır. Her konuda aşırı derecede yetenekli olan, her zaman doğru kararları alan ve herkes tarafından sevilen Memo, hikayede gözüktüğü sayfadan itibaren gerçek olamayacak kadar kusursuz bir insan olarak tasvir edilir.
 
Bir roman olarak Memo’yu anlamak için, bu eserin masalsı doğasına da hakim olmak gerekir. Zira bu hem romanın yazınsal boyutunu, yazarın kullandığı edebi teknikleri; hem de değinilen toplumsal konuları etkileyen bir unsurdur.

 


Memo'da kullanılan destansı anlatı, romandaki diğer pek çok ögenin önüne geçer
 
Edebi açıdan, bu anlatım tarzı ortaya ilgi çekici, ancak tuhaf bir dil çıkmasına yol açar. Kemal Bilbaşar, romanın daha destansı, sözlü edebiyat mantığına daha yakın bir eser olmasını istediği için, böyle bir dil kullanmaya karar verir.   
 
Hal böyleyken, Senem’in, romanın masalsı atmosferini yaratabilmek için kendisinden “Gül nakışlı güzelliğim tanyeri gibi allanır, ışıklanırdı. (…) Çok geçmeden kara gözlerime türküler düzüldü, adıma ezgiler yazıldı”1 şeklinde bahsetmesi, gerçek bir insanın (eğer çok ciddi sorunları yoksa!) asla kendisini tasvir ederken kullanmayacağı bir anlatının meydana gelmesine neden olur.
 
Kullanılan edebi tekniklerden bir başkası ise, tıpkı masallarda olduğu gibi karakterlerin zaman zaman “doğaüstü” öngörülerde bulunması olur. Senem’in annesi, Dersim’de gerçekleşen bir depremin Dersim ile Osmanlı’nın arasının açılacağına işaret olduğunu söyler ve gerçekten de bir süre sonra Şeyh Sait isyanı patlak verir.2 Düğün gecesi konuklara içki koyarken bir kısmını yere döken Senem, Seyit Vehhap’tan bunun kan döküleceğine işaret olduğunu öğrenir. Yalnızca iki sayfa sonra, kendisinden önceki gelin Sabire, Senem’i vurmaya çalışırken Vehhap’ı yaralar.
3
 
Masalsı bir anlatım tercih edilmesinin, belki de analiz bölümünde değindiğimiz tüm konulardan daha ön plandaki bir boyutu, Memo’daki tüm karakterlerin öyle ya da böyle “iyi” veya “kötü” karakterler olmasıdır. Toplumcu Gerçekçilik yapısı içinde Dersim’deki pek çok gerçek sorun ve çatışmadan bahsedilse de, romanın sonunda olaylar bir “iyi – kötü” mücadelesine indirgenebilir.
 
Romanda Dersim ile Osmanlı’yı karşı karşıya getiren, Dersimlilere yapılan kötülükleri, onların yaşam koşullarını eleştiren pek çok sahne vardır. Ancak mesele, aslında Dersim  - Osmanlı meselesi değil, “iyi – kötü” meselesidir.


Memo, "iyi" ve "kötü" çatışmasını, romanın merkezine yerleştirir. Seyit Raşo hariç her karakter, rahatlıkla bu iki gruptan birine yerleştirilebilir: Seyit Raşo bile hiçbir zaman aynı anda "iyi" ve "kötü" olmaz, bir süre sonra kötü bir karakter haline gelir.
 
“Osmanlı”nın Dersim’e en şiddetle “karşı” çıkması beklenebilecek boyutu olan ordu içinde yer alan “kumandar” ve “Elaziz Paşa”sı, bu bürokrasi içinde yer alan Avukat Nusrat Bey gibi karakterlerin tamamı Osmanlı’dır, ama roman boyunca hep Memo ve arkadaşlarına yardımcı olurlar. Aynı şekilde, Dersimli olmasına karşın Şıh Persin her açıdan kötü bir karakterdir. Memo sayesinde Dersimliler ile Osmanlı arasındaki işler düzelir gibi olduğunda, tüm olayların yokuş aşağı gitmesine sebep olan yine tek bir kötü karakter olur. Bir anda Ke… Uşağı’na musallat olan Tursun Onbaşı, neredeyse tek başına Memo ve onu takip edenlerin isyan etmesine yol açar.
 
Kaçışı sırasında Senem’e ihanet eden İbo örneğinde görebileceğimiz gibi, bazı karakterlerin gerçek yüzü sonradan belli olabilir. Ancak, Önemli Karakterler bölümünde değindiğimiz Seyit Raşo hariç hiçbir karakter ciddi anlamda değişim yaşamaz. İyi karakterler her zaman iyi, kötü karakterler her zaman kötüdür. Memo’nun “kumandarı”, bunun iyi bir örneğidir. Bir önceki romandaki görev yerinden, Memo’ya Çakalgediği Köyü’nün kurulup kalkınması için yardım ettiği için sürülen “kumandar,” burada Memo’yla karşılaşınca soru bile sormadan ona yardım etmeye devam eder, romanın sonuna kadar da bu tavrından vazgeçmez.
 
Osmanlılık – Dersimlilik arasındaki ikili karşıtlık, iyilik – kötülük ikilisinin önüne geçmediği gibi çeşitli karakterlerin “kötü” özellikler taşımaları da asıl kimliklerini örtbas etmez. Kemal Bilbaşar’ın karakterleri hakkında verdiği ilk karar, onları iyi veya kötü olarak belirlemektir: Diğer tüm detaylar, tüm kişilik özellikleri, ikinci planda kalır.
 
Örneğin Ökkeş Dayı, benzer bir hırs seviyesinde olmasa da, para sevgisi açısından Şıh Persin ile benzer bir karakterdir. Ancak Persin’in aksine Ökkeş Dayı iyi bir karakter olduğu için, yeri geldiğinde hiç tereddüt etmeden Senem’e yardımcı olur:
 
“Mal sevdasına kapılıp, ölüm korkusundan yılarak başım yerde mi dolaşayım hey koca avrat? Elbet ki önüme çıkan fırsattan faydalanıp, Fato’nun alnıma çaldığı karayı silmeye can atarım.”4
 
Özetle, romanın tüm gerçekçiliğine, tüm toplumcu yanına karşın, Memo’nun masalsı boyutu zaman zaman tüm konuların önüne geçebilir. Belli açılardan gerçek durumları yansıtmalarına karşın, romanın tüm çatışmaları, tüm sorunları, aslında “iyiler” ve “kötüler” arasındaki mücadeleden ibarettir.

1s.52–53
2s.26

3s.127
4s.269–270

Memo romanı, Cemo’dan sonra yazılan ve Cemo’daki belli olayları başka bir bakış açısından tekrar anlatan bir romandır. Son bölümlerde, Cemo, Memo ve Senem gibi karakterlerin akıbetinin ne olduğunu gösterdiği için, zaman zaman bir devam romanı olarak kabul edilse de, Memo ile Cemo’da yaşananlar kronolojik olarak aşağı yukarı aynı dönemde geçer.
 
Buna karşın, bu ikinci romanda bazı olaylar Cemo’da olduğundan oldukça farklı anlatılır.
 
Bunun mantıklı bir açıklaması, bakış açısı farklılığının zaman zaman olayların sunuluşunu da değiştirebileceği yönünde olabilir.
 
İlk kırk sayfası Cemo’nun babası Cano, geri kalanı ise kocası Memo tarafından anlatılan Cemo romanında, Senem yalnızca arka plandaki bir karakter olarak görülür. Memo’da ise, bütün anlatı onun etrafında şekillenir. Kemal Bilbaşar’ın, Cemo romanında bu çoklu anlatıcı tekniğini bilinçli olarak kullanması, kitabın başında bu iki karakterin Cemo’yu çok farklı bir şekilde anlattığını “uyarı” olarak okuyucuya ulaştırmasından rahatlıkla anlaşılabilir. Dolayısıyla, yazarın bilinçli olarak bazı olayları farklı sunuyor olması son derece muhtemeldir.
 
Ancak, bazı durumlarda, durumu bakış açısı farkıyla anlatmak mümkün olmayabilir. Örneğin Cemo’nun 54 – 55. Sayfalarında, Memo’nun Senem’i Şıh babasından istediği, ancak babasının onu vermediği söylenir. Oysa Memo’da anlatılan, bunun Senem’in üvey babası Şıh Persin olduğu yönündedir – bu ufak bir detay gibi gözükse de, 57. sayfada Memo, Senem’in Şıh babasının “hatırlı” bir adam olduğunu ifade eder. Bunu, romanda ciddi sorunlar yaşadığı Şıh Persin hakkında söylemesi pek mümkün gözükmemektedir.
 
Aşağıdaki noktalarda da, yalnızca bakış açısı farkıyla açıklanamayacak bazı durumlar görülebilir. Bu maddeleri Cemo’da da Senem’in Memo’ya anlatıyor olması, devamlılık konusundaki sıkıntıyı da arttırır:
 
  • Cemo’da, Senem’i Şıh Abuzer’den kaçıran Sofi onu doğrudan Dersim’e, babasının yanına getirir.[1] Memo’da ise böyle bir durum yoktur, çünkü Dersim Şıh Persin’in kontrolü altındadır, Senem’in babası zaten ölmüştür.
  • Cemo’da Sofi’nin Senem’i kendisine istediği, babası bunu kabul etmeyip öfkelendiğinde Sofi tarafından öldürüldüğü, ancak Şıh’ın adamlarının da Sofi’yi öldürdüğü anlatılır.[2] Sofi’nin öldürülmesi tutarlı olsa da, Memo’da anlatılanlara göre Sofi’nin Senem’in babasını veya üvey babası Şıh Persin’i bu şekilde öldürmesi mümkün değildir.
  • Cemo’da anlatılan bu olayların ardından, Senem’in babası için ağıtlar yakılır, uzun süre yas tutulur, büyük bir cenaze töreni düzenlenir.[3] Memo da ise böyle bir durum yaşanması mümkün değildir.
 
İki eser arasındaki belki de en büyük fark, Senem ile Memo’nun tekrar kavuşmasıdır.
 
Cemo’da, bu hikaye çan satmaya giden Memo’nun Sorikoğlu’nun adamları tarafından hançerlenmesi ve ölüm döşeğinde Senem’in aşiretinden birileri tarafından bulunması ile açıklanır. Senem, Memo’ya aylarca bakarak onu sağlığına kavuşturur ve ikisi daha sonra evlenir. Bu sırada Memo’yu bıçaklamak için kullanılan hançer, kanlı kıyafetleri içinde Cemo’nun kapısına götürülmüştür.
 
Memo’da ise, bu hikaye tamamen değişir. Memo, Senem’in zorla evlendirileceği gün bir anda, sapasağlam çıkıp gelir, yapılan yiğitlik yarışmalarını kazanarak Senem ile evlenmeye layık olduğunu gösterir. Bıçaklanması, Senem tarafından bulunması, kurtarılması gibi bir durumdan söz edilmez.  Kanlı kıyafetlere sarılı hançer ise, Sorikoğlu’nun adamlarının Memo’nun 233. Sayfada düşürdüğü hançeri bulması ile açıklanır.
 
Bu durumun asıl nedeni, muhtemelen Kemal Bilbaşar’ın bir devam kitabı yazmaya sonradan karar vermesi ve yeni romanındaki kurgu için belli başlı noktaları değiştirmeye ihtiyaç duymasıdır. Yine de, anlatılan hikayenin masalsı doğası düşünüldüğünde ve masalların farklı şekillerde, değiştirilerek anlatılabileceği hatırlandığında, bu “devamlılık hataları” da görmezden gelinebilir. Eğer Cemo, Memo, Senem gibi karakterler, bu bölgenin destansı karakterleri olarak kurgulanmışsa, örneğin Kral Arthur efsaneleri gibi, bu karakterlerin yaşadıklarının da birden fazla çeşidi olabilir.
 
[1] s. 200
[2] s. 200
[3] s. 201
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon