Osmancık Tarık Buğra

Zaman ve Mekan
Temalar
Kurgu ve Anlatı Üslubu

 
Osmancık, 13. Yüzyılın son, 14. Yüzyılın ilk yıllarında, Anadolu bölgesinin batısında geçer. Yazar Tarık Buğra’nın bu romandaki amaçlarından bir tanesinin Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında bu bölgedeki durumu anlatmak olduğunu düşünürsek, romanda zaman ve mekanın oldukça önemli rol oynadığını söyleyebiliriz.

Bu zaman ve mekan kullanımı belli açılardan dikkat çekicidir.
 
Yazar, romanda “dairesel” olarak tanımlayabileceğimiz bir zaman mantığı kullanır. Hikaye, ölüm döşeğindeki bir Osman Gazi ile başlar, daha sonra onun gençliğine, beylik yıllarına, fetihlerine ve yaşlılığına yoğunlaşarak başladığı yere geri döner, ana karakterin ölümüyle sona erer.
 
Bu açıdan “dairesel zaman” kullanımı isabetli bir tespit olsa da, bu tekniğin romanı karışık bir hale getirmediği de söylenmelidir. Kitabın başındaki ve sonundaki birkaç sayfa dışında, hikaye doğrusal ve kronolojik bir şekilde ilerler.
 
Mekan konusunda, romanın “tarihi” boyutunun biraz daha ön plana çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Tarık Buğra, mekan isimlerini genellikle Osman Gazi’nin fetihlerinden ve yeni kurduğu yerleşim yerlerini ifade ederken kullanır. Bu doğrultuda, roman Osman Gazi’nin kurgusal bir yaşam öyküsünü anlattığı kadar, Osmanlı Beyliği’nin ilk yayılma sürecini de okuyucuya ulaştırmış olur.
 
Romanda belirli savaşlarda adı geçen ve fethine kayda değer yer ayrılan bölgeleri, aşağıdaki zaman çizelgesinden takip edebilir, bunların “gerçekten” yaşandığı tarihleri roman ile kıyaslayabilirsiniz.

 
Bu tarihlere bakarken mutlaka akılda tutulması gereken bir nokta, günümüzden yedi yüz yıl önce yaşanan bu tarihi olayların kesin tarihlerini bilmemizin olanaksız olduğu gerçeğidir. Örneğin, Osmancık romanında Osman Gazi Bursa’nın fethi haberini aldıktan sonra ölür. Ancak tarihi kaynaklar, kesin bir ifade kullanmanın imkansız olduğu konusunda birleşerek, onun 1324, 1325, 1326 yıllarından herhangi birinde ölmüş olabileceğini yazarlar.
 
Dolayısıyla, çeşitli kaynaklarda, bu tarihler konusunda farklı bilgiler verildiğini de görebilirsiniz. Bizim burada verdiğimiz bilgiler, yalnızca Osmancık’ta  ismi geçen önemli olayların geçtiği dönemi biraz daha iyi hayal edebilmek açısından verilmiştir.
 
 
Osmancık, merkeze koyduğu karakterler üzerinden değerlendirilebilecek bir roman olarak tanımlanabilir. Bu bölümde ele aldığımız temalarda en kapsamlı bilgi verenin Osman Gazi’nin karakterinin ele alınma şekliyle ilgili olduğu dikkatinizi çekebilir.
 
Aynı şekilde, bu romanı tahlil etmenin bir boyutu olarak, diğer önemli karakterlerin açıklamalarına da göz atabilirsiniz.  



 


Normal şartlarda karakterlerle alakalı bilgileri ilgili bölümde açıklasak da, Osmancık romanında kitaba adını veren kişi yalnızca eserin ana karakteri değil, aynı zamanda ana konusu olarak da karşımıza çıkar.
 
Osman Gazi karakter analizinde de ifade edildiği gibi, Tarık Buğra bu tarihi kişiliği oldukça ilgi çekici bir şekilde ele alır. Romana başlığını veren Osmancık, bu karakterin hırslı, aşırı kavgacı, fazlasıyla atılgan, sorumsuz karakter özelliklerini ifade eder.
 
Öyle ki, pek çok insan babası Ertuğrul Gazi Osmancık’ı bey yapma fikrinden vazgeçip, ilgisini diğer oğlu Gündüz Bey’e yoğunlaştırınca, bunun Osmancık’ı üzeceğini, onun gururunu kıracağını düşünür. Ancak Osmancık, bu durumu memnuniyetle karşılar, babasının onu bey yapmaktan vazgeçmesini, bir “azat edilme” olarak görür,1 kendi hayatının, kişisel keyiflerinin peşinden koşar.
 
Bu noktada, Osmancık’ın hayatını değiştiren, onun Şeyh Ede Balı ile tanışması olur. Babasının da fazlasıyla güvendiği bir şeyh olan Ede Balı’nın, kendisine karşı kayıtsız tavırları, Osman’ın onun kızı Malhun Hatun’a aşık olması ile birleşince, romanın ana karakteri ciddi değişiklikler yaşamaya başlar. Şeyh Ede Balı’nın takdirini ve kızıyla evlenmek için iznini kazanmak isteyen Osmancık, onun kendisinden ne beklediğini, kendisini neden “beğenmediğini” anlamaya ve bu beklentiler doğrultusunda değişmeye çalışır.  
 
Romanın çok büyük bir kısmı, bu açıdan bir “büyüme, olgunlaşma” hikayesi olarak okunabilir. Ede Bali’nin kılavuzluğunda giderek olgunlaşmaya başlayan; sabretmeyi, ağırbaşlı olmayı öğrenen Osmancık, babasının başında olduğu beyliği yönetebilecek bir kişi haline gelir ve en önemlisi, bu sorumluluğu almak istemeye başlar. Roman içinde ifade edildiği şekilde tekrarlayacak olursak, Osmancık yerini önce Osman Bey’e, daha sonra da Osman Gazi’ye bırakır.
 
Aslında, bu ifadenin de tam doğru olmadığına dikkat çekmek gerekir. Zira roman boyunca Gökçe Bacı, Ede Balı, hatta Osman’ın kendisi tarafından dikkat çekilen bir nokta, asıl amacın Osmancık’ı “yok etmek” değil, onu kontrol altına almak olduğu yönündedir. Gökçe Bacı’nın “suya dayanamayan ördekler”2 örneğiyle anlattığı gibi, Osmancık onun karakterinin değişmez bir parçasıdır ve Ede Balı dahil kimse, onun “atılganlığına, dövüşgenliğine, gözüpekliğine” karşı değildir. Tek istenilen, Osman’ın bu özelliklerini doğru kullanmasını, doğru yerlere yönlendirmesini, sabırlı ve sakin kalmayı öğrenmesini sağlamaktır.3
 
Bu durumun, iki nedeni olduğu söylenebilir.
 
Birincisi, Osmancık’ın, ne kadar iyi bir savaşçı, ne kadar yenilmez bir yiğit olursa olsun, ne zaman savaşması gerektiğini bilmediği takdirde başarısız olacağı gerçeğidir. Bu durum, hem kızı Malhun Hatun’u Osman’a vermeyi reddeden Ede Balı tarafından, hem de Osman’ın beyliğine ilk günlerde olumsuz yaklaşan beyler tarafından dile getirilir.
 
Ede Balı’ya göre, “öfkesine yenik, gücün, kuvvetin neye yaradığını bilmeyen, bir kılıç sallamanın dokuz şartı olduğunu kabullenmeyen” Osmancık’ın, “vurup, vurup, bir gün (…) vurulma” ihtimali çok yüksektir. Böyle birisi, yüz yüze bir savaşta yenilmese bile, bir “körün oku” veya, “bir çolak hançer” sayesinde alt edilebilir.4
 
Osman’ın beyliği konusunda şüpheye düşen Kayı Boyu’nun ileri gelenleri de, içinde yaşadıkları “netameli günlerde”, “ters atılmış bir adımın, yersiz uçurulmuş bir okun, yanlış çalınmış bir kılıcın yalnız Kayı’ya değil, tüm boylara” bela getireceği gerçeğini öne sürerler.5 Osmancık yiğit, bileği bükülmez, korkusuz olsa da, hala “delikanlılığındadır, aşırı atılgandır, aşırı öfkelidir.”.6 Bu özellikler, sadece savaşan birisi için ideal olsa da, yüzlerce kişinin takip edeceği, hayatını emanet edeceği bir lider için çok tehlikeli özellikler olabilir.
 
Dolayısıyla, Osman’ı kızıyla evlendirmeyi düşünen Ede Balı’nın, ona her koşulda itaat etmeyi kabul edecek beylerin, Osmancık’ın fevri davranışlarına son vereceğine, kendisine ve onu takip edenlere zarar gelmeyeceğinden emin olacağına inanmaları gerekir.
 
Osmancık’ı Osman’a dönüştürme yolundaki çabanın ikinci sebebi ise, Osman’ın kendi içinde hissettiği ve yalnızca Ede Balı tarafından görülebilen, daha derin bir duygudur. Romanın henüz ilk sayfalarında, Osman içinde “farklı, başka bir hikaye yaşamanın” isteğini duyar, ancak bunun ne olduğunu kendisi de bilmez.7 Ancak roman ilerledikçe, Ede Balı’nın Osman’a sabretmeyi, ağırbaşlı olmayı, düşünerek, değerlendirerek karar almayı öğretmesinin sebebi, yavaş yavaş Osman tarafından da anlaşılır.
 
Eserin “kaderci” boyutu ile birlikte düşünüldüğünde bu, Osman’ın edebi ve destansı bir şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nun köklerini attığını bildiği gerçeğidir. Osmancık’ın yerini Osman Bey’e, Osman Gazi’ye bırakması şarttır, çünkü Osmancık bir dünya devleti olacak Osmanlı Devleti’ni yaratamaz, bunun için gerekli olan aile hayatını yaşayamaz, politik kararları alamaz, insanlara karşı adaletli ve hoşgörülü davranamaz.
 
Bunu yapabilmek için, kendisinden sonraki nesilleri düşünmesi, Kayı Boyu’nu, soyunu, oğlu Orhan ve torunu Murat’ın başarılarını, yani bir ülküyü kendi benliğinin ötesine koyması, Osman Gazi haline gelmesi gerekir.
 
Romanın sonunda, Osman tüm bunları başarmıştır. Silah arkadaşlarından Sungur, artık yaşlandıkları için Bursa’yı fethetme savaşına katılamamalarını öfkeyle karşılarken, Osman çok daha huzurludur. O, şimdi Bursa önünde olanların daha sonraki mücadelelere katılamayacağını, onların çocuklarının da daha sonrakilerde yaşlanmış olacağını bilmektedir – önemli olan, “kendinden sonra gelenlerin gidebileceği” yollar açmak, onlara yön vermektir.8

1s. 8
2s. 106
3s. 107
4s. 76
5s. 115
6s. 116
7s. 10
8s. 342
Romandaki önemli temalardan bir tanesi, Orta Asya’dan göç ederek Anadolu’nun batısına yerleşen Türklerin, yani Osman Gazi önderliğindeki toplumun yiğitliği, birbirlerine olan bağlılıkları ve kendi yaşam tarzlarına karşı gösterdikleri büyük saygıdır.
 
Tarık Buğra, Türklerin kendi kendilerini övmeleri yakışık almayacağı için, romanda bu konuyu  “dışarıdan” bir bakış açısı olarak kullandığı Mihail Kosses’in düşünceleri üzerinden detaylandırır. Giderek yozlaşan Bizans toplumundaki hayatı, giderek güçlenen Türklerle karşılaştıran Mihail Kosses, sonunda bu hayranlığa dayanamaz ve dinini değiştirerek Kayı Boyu’na katılır.
 
Kayı Boyu içindeki bu dostluğun, Mihail Kosses’in deyimiyle, tek vücut gibi hareket etmenin, büyük yoldaşlık hissinin, “Destansı Anlatım” bölümü altında okuyabileceğiniz “kader” boyutuyla ilişkilendirilmesi de mümkündür.
 
Tarık Buğra romanını, dikkat çekici bir zaman mantığıyla kaleme alır: Romanda yaşananlar 14. Yüzyılın ötesine geçmese de, Osman’ın hissettikleri, Şeyh Ede Balı’nın ön gördükleri, anlatının ifade ettikleri, bu romanda anlatılanların Osmanlı İmparatorluğu’na yol açacağını bilir niteliktedir.
 
Bu anlamda, Kayı Boyu fertleri de, kendi kişilikleri, bireysel varlıkları önemli değilmiş gibi davranır. Tek önemli olan, “ülkünün” yaşaması, çağlar boyunca varlığını sürdürecek büyük ve güçlü bir devletin temellerinin atılmasıdır. Elbette, Tarık Buğra’nın nasıl “muhteşem” sonuçlara yol açtığını ima ettiği bu birlik, beraberlik, yoldaşlık duygusunun, eserini 20. ve 21. Yüzyıllarda okuyacak okurlara verdiği bir mesaj olarak değerlendirilmesi de mümkündür.
 
Bu duygunun roman içindeki en güzel örneklerinden bir tanesi, Gazi Rahman ile Ecebay arasında, bir anda beliren kardeşlik duygusudur. Romanın başlarında Osman Gazi’nin yakın arkadaşlarından Gazi Rahman, Kutlu Melek adlı bir kadına aşık olur, ancak onunla evlenemez. Kutlu Melek’e karşı hissettiği aşkın sonuçsuz kalması, Gazi Rahman’ı büyük bir üzüntüye düşürür ve bundan ancak aylar sonra, Osman’ın yardımıyla kurtulabilir.
 
Romanın ilerleyen sahnelerinde, Gazi Rahman ile Kutlu Melek bir kez daha karşılaşır. Ancak Kutlu Melek, Ecebay adlı bir adam ile evlenmiştir. Normal şartlarda aralarında ufak çaplı da olsa bir gerginlik yaşanmasını bekleyebileceğimiz Ecebay ve Gazi Rahman’ın tanışması ise, tamamen sorunsuz olur. İkisi birbirine gülümser ve “Yolumuz birdir,” diyerek aralarında hiçbir problem yaşanmayacağını ifade eder.1
 
Gazi Rahman ile Ecebay’ın bir olan “yolları”, yukarıda açıklamaya çalıştığımız ülküyle bir nebze açıklanabilir.

1s. 221
 


 
Beş uzun bölüm ve beş sayfalık kısa bir altıncı bölüm olarak, büyük ölçüde geleneksel bir roman yapısında sunulan Osmancık’ın en çok dikkat çekecek yanlarından bir tanesi anlatı üslubudur. Üçüncü Şahıs Ağzıyla, genellikle Osman Gazi’nin düşüncelerine ve iç dünyasına yoğunlaşarak ilerleyen anlatı, destansı ve zaman zaman şiirsel bir ton ile yazılmıştır.
 
Odak noktası, Osman Gazi dışında zaman zaman – çok belirli bir amaçla – Mihail Kosses’e de yoğunlaşır. Bunun detaylı bir incelemesini okumak için, önemli karakterler bölümünden Mihail Kosses’e göz atabilirsiniz.
 
Osmanlı Devleti’nin kuruluş hikayesini bir roman olarak sunan Tarık Buğra, bunun – günümüzde neredeyse tamamen Türkçeleşen bir terimle – “epik” bir anlatı olmasına özen gösterir. Kullanılan dil, cümle yapısı ve yaşanan olayların okuyucuya sunumu, oldukça destansı bir yapıdadır.
 
Bu doğrultuda, kullanılan dil çoğu zaman rahatlıkla anlaşılabilecek nitelikte olsa da, yalın ve sade bir dil olmadığını ifade etmek gerekir. Yazar, roman genelinde edebi, zaman zaman ağdalı ve “ağır” hale gelen bir dil kullanır. Bu da, eserin destansı tonunun daha iyi yerleştirilmesini sağlar.

 
Osmancık’ın destansı anlatımı içindeki ilginç noktalardan bir tanesi, yazarın bu karakterleri yalnızca tarihi olarak var oldukları gerçeklik içinde ele almaması, onları adeta kaderlerinin, gelecekte kendi isimleri uğruna başarılacak şeylerin bilincindeymiş gibi göstermesidir.
 
Şeyh Ede Balı’nın yönlendirmesi ile karakter olarak ciddi bir değişim yaşayan Osman Bey, kendisini yalnızca Batı Anadolu’da hayatta kalmaya çalışan bir lider olarak görmez. Tarık Buğra’nın Osman Beyi, “yaradılışının, varoluşunun, hayatla ödüllendirilişinin,” hatta “Malhun Hatun’u niçin sevdiğinin, Orhan’ın ve doğacak oğullarının ve torunlarının gerçek anlamının” bilincindedir.1 Osman Bey, hayatını yalnızca içinde bulunduğu günün mantığı ve değerlendirme koşulları ile bakmayı bırakmıştır: Ona gere her şey, koskoca bir soya göre değerlendirilecektir.2
 
Bir başka deyişle romandaki Osman Gazi kendisini 14. Yüzyılda Batı Anadolu’da ufak bir devletin lideri olarak görmez. Yalnızca tarihi açıdan bakıldığında, böyle bir düşüncenin kafasında bu kadar net belirmesi imkansız gibi gözükse de, Tarık Buğra’nın Osman Beyi ileride kendi adıyla anılacak, üç kıtada toprak sahibi olacak devasa bir imparatorluğun kurucusu olması gerektiği düşüncesiyle hareket eder.
 
Tarih yazımı açısından, yaşanan olayların sonuçları bilinerek değerlendirilmesi genellikle yanlış bir mantık olarak değerlendirilse de, bir tarihi roman olan Osmancık’taki bu tercih, eserin destansı atmosferinin güçlenmesini sağlar.

1s. 232
2s. 284

 
Eserin anlatısında dikkat çeken bir başka nokta ise yazarın sık sık kullandığı sembollerdir. Osman Gazi’nin babası Ertuğrul’un kılıcı,1 evlendiği Malhun Hatun’a “zümrüd anka” olarak hitap etmesive Gökçe Bacı’nın Osmancık’ı “suyu gördüğü zaman durması mümkün olmayan bir ördeğe” benzetmesi3 romanda ön plana çıkan belli başlı semboller olarak gösterilebilir.
 
Bu semboller, çoğu zaman romandaki diğer temalarla da bir araya getirilerek kullanılır.
 
Yukarıda daha detaylı okuyabileceğiniz “Osmancık – Osman Bey” ikileminin kavgacı, atılgan, sabırsız boyutunu ifade eden “Osmancık”, Gökçe Bacı’ya göre ortadan kaldırılabilecek bir şey değildir. Nasıl ki bir ördek, bu ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın, gördüğü zaman dayanamayıp suya girecek şekilde yaratıldıysa, Osmancık da bu şekilde yaratılmıştır.
 
Dolayısıyla, onun “Osmancık”ı ortadan kaldırması mümkün değildir. Yapabileceği, karakterinin bu boyutunu dizginlemeyi, kontrol altına almayı ve sadece yeri geldiğinde kullanmayı öğrenmektir.
 
Aynı şekilde, zümrüd anka sembolü de, Malhun Hatun’un Osman’ın “soyunu” yaratması ile ilgilidir. Romandaki önemli temalardan biri olan ve yukarıda açıklanan “hayatını soyuna adayarak yaşama” mantığı, Malhun Hatun olmadan mümkün değildir. Zümrüd Anka sembolü de, Malhun Hatun’un Osmanlı soyunu yaratmadaki önemini ifade eder.

1s. 29
2s. 97
3s. 106 -107

 
canlı bahis siteleri rulet siteleri bahis siteleri yeni giris casino siteleri bahis siteleri free spin veren siteler casino siteleri deneme bonusu bahis siteleri canlı casino siteleri slot siteleri grandpashabet betwoon